BİRİNCİ BÖLÜM:
Antik Felsefeden Modern Fiziğe
Korintoslulara Mektup 8\1:
Hepimizin bilgisi olduğunu biliriz. Bilgi kibirlendirir. "Fakat sevgi bina
eder." şeklindeki ifade bilimi küçümsüyordu. Batı da; Abel Rey'in ifadesiyle
"Bilim insanların faraziyelerinden dini özelliğin atılmasıyla
başlar." inancı içinde bir din-bilim kavgasıyla yola çıkıyordu.
Kilisenin ilim adamlarıyla yaptığı
mücadele putperestlerle yaptığından fazlaydı.
1500'lü yıllarda dünya görüşü
organikti. Avrupa'da buna bağlı ve Aristo ile kilise otoritesi hakimdi. Bu
yaklaşım 16. ve 17. yüzyılda değişime uğradı. Bu COPERNİCUS, GALİLEO ve
NEWTON'un devrimci başarıları ile oldu. l7.yy bilimi Descartes'in tasarladığı
"Doğanın Matematiksel Tasviri ve Analitik Akıl Yürütme" ve BACON'un
"yeni araştırma yöntemine dayanıyordu". İlk devrim Copernic'in
Batlamyus ve Kitab-ı Mukaddesin dünya merkezli evren görüşünü devirmesiyle
oldu. Galileo deneyle ilmi gözlemleri matematiksel nicelikler olarak ifade eden
ilk kişidir. Bu yüzden Modern Bilimin Babası olarak anılır. Galileo'nun
maddesel niceliklere yöneltme stratejisi RUH, BİLİNÇ, AHLAK vb. değerleri
ortadan kaldırıyordu.
Descartes, modern felsefenin kurucusu iyi bir matematikçidir. Descartes
"Metod Üzerine Konuşma" adlı kitabıyla yeni prensipler
getiriyordu.(İndirgemeci yaklaşım, her şeyden şüphe etme kartezyen ayrım
gibi..). O, ruh-maddi alem düalizmini getiriyordu. İnsan bilimlerini zihinde,
doğa bilimlerini maddede toplayan bu kartezyen ayrım Tanrıyı esas alıyordu fakat
bu sonraki yüzyıllarda ters olarak işleyecekti. Descartes'e göre doğa
mekanikti.
Newtoncu evren de tam bir mekanik evrendi. Newton aynı zamanda avukat,
tarihçi ve kilisede vaizdi. Ona göre, Tanrı başlangıçta maddeyi ve kanunları
koymuştu. Böylece evren bir saat gibi çalışmaya başladı ve o gün bugündür devam
etmektedir. Daha sonraları PASCAL "İlk anda müdahalesi olan, sonra hiçbir
şeye karışmayan Tanrı fikrine çok kızıyordu.
Bu mekanikçi yaklaşım l9.yy da Fransız Laplace tarafından uç noktalara
götürüldü. O bütün kainatın tek formülle çözülebileceğini, geleceğin böylelikle
tahmin edileceğini söyler. Hatta Napolyon "Sinyor Laplace! Büyük
kitabınızı evrensel sisteminizi açıklamak için yazdığınızı söylediler ama tek
kelime ile dahi Yaratan'dan bahsetmemişsiniz" der. Laplace`in cevabı şu
olur "yer vermedim çünkü; böyle bir hipoteze gerek yoktu."
Esir
Fakat bu ila-nihaye böyle
sürmedi. Newton mekaniğinde ilk çatlaklar Faraday ve Maxwell'le geldi. Bunlar
"güç alanları" ile ortaya atıldı, bunlar için de maddi referanslara
gerek yoktu, sonradan Maxwell durumu kurtarmak için Esir kavramını ortaya attı.
Michelson-Morley deneyi ESİR DİYE BİR ŞEY OLMADIĞINI gösteriyordu. Ama kimse
aklından geçirmeye cesaret edemiyordu.
Sarsıntılar
Rölativite-İzafiyet ve
Kuantum teorileriyle Newton mekaniği, zaman, mekan, temel sabit parçacıklar,
madde, determinist ve pozitivist felsefe derinden sarsıldı. İzafiyet teorisi
KÜTLENİN ENERJİDEN BAŞKA BİR ŞEY OLMADIĞINI, parçacık denen şeylerin enerji
hüzmesi olduğunu gösterdi, zamanın her mekanda farklı olabileceğini ispatladı.
Kuantum Fiziği de kuvvet varsayımlarımızı değiştirdi. Yeni kuvvet foton
alışverişlerinden başka bir şey değildi. Maddenin atom altı bölümleri bize
"Atomun PROTON ELEKTRON VE NÖTRON'DAN İBARET OLMADIĞINI bunlarında ikili
görünüme sahip soyut parçacıklardan oluştuğunu gösterdi. Bunlar bazen dalga
bazen parçacık görünüyordu, bu görünmede deney aletine ve bilim adamına
bağlıydı
İşte Kuantum Fiziği bize bilimin, bilim adamının görüşlerinden farklı
olmadığını da gösterdi. Heisenberg kesin matematik formlarda fiziğin
yetersizliğini, sınırlarını "belirsizlik ilkesi" ile çok güzel
gösterdi. Kuantum fiziğinde bir olayı kesinlikle önceden tahmin edemeyiz; olma
eğilimlerinden, bulunma olasılıklarından bahsedebiliriz. Bu da determinizmin
çökmesi demektir. Kuantum bize çok garip bir dünya vaad ediyor. Örneğin
birbiriyle hiç iletişim imkanı bulunmayan iki varlık arasında çarpıcı
bağlılaşım-Corelation görülebilir aynı kaynaktan çıkıp karşı yönlerden giden
iki fotonun oluşturduğu çifte birbirinden çok uzakken biri üzerinde yapılan
ölçümden öbürünün etkilendiği görülmüştür. Yine elektronların bulunma
olasılığının sıfır olduğu yerde magnetik alan etkilerinin duyulduğu deney
sonuçları vardır.
Neils
Bohr'un da gösterdiği gibi lokalize maddi parçacıkları dış ortamdan
soyutlayamayız
-Bizde de bu nurlarla örtülen bir ifadedir -bir şey her şeyle
alakadardır.-
Alman matematikçisi Hilbert önce küçük "Hilbert uzayını"
ispatladı. Sonra bunun tersi olan "negatif delta Hilbert uzayını"
kanıtladı. Burada zaman tersine akıyor önce sonuç sonra neden geliyordu.
Böylece determinist nedensellik ilkesi de yıkıldı.
Modern
fizik, Kartezyen ayrımı aşmakla kalmadı, şahsi değerlerden bağımsız nesnel bir
doğa efsanesini de yıktı.
EİNSTEİN, diğer teorileri de rafa kaldırdı. Hareketlerin zamana bağlı
olduğunu, zaman ve mekanın birlikte olup uzayıp kısalan, artan azalan,
genişleyen. .vs. olabileceğini gösterdi ve de 4. boyut kavramını getirdi
(en-boy-yükseklik-zaman).
1994te yayınlanan TANRI VE YENİ FİZİK kitabının yazarı Paul Davies,
" artık kainatın başlangıcını tam bir yokluğa komşu edebiliyoruz,
çağımızın en önemli keşfi kainatın bir başlangıcı olduğudur". Paul Davies
devamla, "zamanı yaratan bir Allah kavramı, O'nun kainatı her an elinde
tuttuğunu göstermektedir.
Davies'in yukarıda bahsettiği keşif big bang teorisidir.
Bu kısmı ünlü ŞOK yazarı Alvin Toffler yaklaşımıyla bağlarsak: Bilim,
1900'e kadar aldığı toplam yolun 10 mislini 1900'den sonra almıştır. Toffler bu
olayı sadece bilimle sınırlı tutmaz.
Teoriden Gerçeğe
İlim: Bir metottan
ibarettir. Bilim: Doğru düşünme, sistematik bilgi edinme sürecidir. Metod:
Gerçekle bağdaşan bilgi edinme sanatıdır. Karl Popper tarafından son yıllarda
gündeme getirilen, mantıksal pozitivistlerin doğrulanabilirlik ilkesine karşı
yanlışlanabilirlik ilkesi, David Hume'den beri gelen tümevarıma karşı çıktı.
Popper'in tezi çok basit bir mantığa dayanır. Bir önermeyi
doğrulayamayız. Çünkü bunun için sonsuz sayıda deney yapmamız gerekir. Sonsuz
deney yapamayacağımıza göre tüme varım saçmadır. Bütün canlılar tek başlıdır
veya tüm kuğular beyazdır önermesi bize, hiç bir zaman bunun tersiyle
karşılaşmayacağımız garantisini vermez.
Bu her şeye septik bakmak olarak algılanmamalı, şimdiki doğru
kabullenmeler olmalıdır. Asıl olanlar çıktığında vazgeçip aslı kabul
edilmelidir. Bilim acaba objektif olabilir mi?.. Hayır. Zira bilim ile değer
(bilim adamının şahsi değer yargıları) arasında ciddi bir ilişki vardır.
Paradigmalarımız bir ölçüde deney ve gözlemlerimizi etkiler.
Bilim başlangıçta manevi temellere, kültürel unsurlara bağlı olarak
'bilim için bilim' diyebileceğimiz scientism anlayışına yönelmiştir.
Auguste Comte tarafından temelleri atılan pozitivizm akımı günümüze
kadar gelmiş bugün 'Viyana çevresi' olarak bilinen mantıkçı pozitivizm ile
devam etmektedir. Bu ekol deney ve bilim-sebep-sonuç dışında hiç bir şey
tanımaz.
Antik dönemden beri varolan özellikle Aristo mantığındaki sebeb-sonuç
arasındaki bağın zorunlu olmasına ilk itiraz edenlerden biri de İ. GAZALİ dir.
İ. Gazali neden-sonuç ilişkisini inkar etmemiş, sadece bu bağın zaruriyetini
kaldırmıştır. Ona göre hadise sadece alışkanlık, iktiran-peş peşe gelme
hadisesidir. Güneşin doğmasıyla ışık arasındaki nedensellik ilişkisi zorunlu değil,
alışılmış ilişkiler olduğunu (Güneşten hemen sonra ışığın gelmesi gibi)
söylemiş esas müsebbinin Allah olduğuna işaret etmiştir. Yazar devamla, Marx,
Levi-Strauss, Kuhn vb. gibilerin görüşlerini, matematiğin fiziğe
uygulanamayışından bahsediyor.
Kur'an-ı Kerim ve Bilimler
Kuranın gayesi insanlara
hidayet ve rahmettir.(nahl 64) O tabiat meselelerine bir vesile değildir. O, ne
fizik ne kimya, biyoloji, jeoloji ve ne de astronomi kitabı değildir ama
onlardan bahsettiğinde de akla ve gerçek bilime aykırı bir şey bulamazsınız.
Bugünün ilmi realiteleri sürekli değişiklik içindedir. Bu itibarla
günümüzün izafi, gelir geçer sonuçları Kur'an tefsirine dayanak kılmak,
isabetli, temkinli ve objektif bir davranış değildir. Hatta tehlikeli de olur.
Bir takım eski tefsirlerde zelzele, ay ve güneş tutulmaları hakkında pek çok
yanlış şeyler yazılmış, Batlamyus'un eski güneş sistemi modeline ve esir
kavramına dayanarak bir kısım teviller yapılmıştır. Halbuki Batlamyus'un
kozmolojik modelleri sadece bilim tarihi kitaplarında yer almaktadır. Şimdi her
hangi biri bu ayetin yanlış tefsirine itiraz ettiğinde alimlere hakaret,
modernizm hastalığına yakalanmak... vs suçlar itham edilmektedir.
Günümüzde pozitif ilimlerin bütün
sonuçlarıyla Kuran'ı tefsir etmeye yönelik moda cereyanlar mevcuttur: Şöyle ki:
-Bilimsel bakış, icad
ve çoğu doğrular geçici teoriler mesabesindedir dolayısıyla her an yanlış
oldukları ortaya çıkabilir. Bu yüzden kuranı hemen yeni bilimsel buluş ve
teorilerle tefsire girişmek zihinlerde tamiri zor şüpheler uyaracağı gibi
Kuran'ın nihayetsiz manasını da daraltacaktır.
-Tefsir biliminden faydalanmak ayrı, Kuran'ı bilim istikametinde tefsir
ayrıdır.
-Bu tarzda üstünlük göstermeye çalışmakta verimsiz ve isabetsiz bir taktiktir.
Zira o zamanda kalkıp "şu şu mesele Kuran'da var mı?" diye bir kısım
keşif ve teorilerin Kuran'da olup olmadığını sorabilirler.(Son söz onların
olabilir.)
- * Ayrıca cin, melek, ruh, ters duran Tuğba ağacı vb. Maddesiz ruhi varlıkları
anti madde ile katyonlar ile izaha kalkışmak materyalizm etkisinden başka bir
şey değildir.
(Hans Von Ainbeg, Ahmet
Hulusi gibi) Bu kısımda yazar cüretkar biçimde şöyle diyor: Faraza bir büyük
alim esir'den bahsetti diye esirin varolması gerekmez... .üstelik esir anlayışı
Hristiyanlığın teslis inancının uzantısıdır: Yok efendim, bu şeyh, bu müceddid,
bu mürşid-i kamil, bunları keşf ile keramet ile bilir.
Bu
bölümün kaynak dizininden bazıları: M Abdülfettah Şahin, Selim
Uzunoğlu, Fuat Bozer....İlim ve Bilim, Töv, İz Yay., Yeni Asya Yay., Tübitak.
İKİNCİ BÖLÜM
Kuantum Fiziği Öncesi
Galileo ve Newton'un temellerini attığı ve onları izleyen 2 yüzyıl
boyunca bir çok kanıtlarla güçlenen mekanik teori prestijinin zirvesine ulaştı.
Bilim; hiç değilse fiziki ilimler, son aşamaya ulaşmış sayılıyor, geriye daha
hassas ölçümler ayrıntılar kaldığına inanılıyordu. Galileo'dan beri bilim
animistlerin (canlı) dışındaki şeylerin hepsini yüce Allah'a bağlayan
telakkileri ortadan kaldırmaya çalışıyordu.
Determinizm adeta ilahlaştırılıyordu. Fizik dogmatik bir hale doğru
giderken yavaş yavaş mekanik teoride çatlaklar oluşmaya ve büyüme başlıyordu.
l9.yy son yarısında İngiliz Maxwell dahice bir buluşla ışık olaylarının aslında
elektromanyetik olaylardan başka bir şey olmadığını gösterdi. Optik ve elektrik
birlikteliği sağlanmıştı. Ama elektromanyetikkimyayı mekanikle bağlaştırmak
imkanı bulunamıyordu. Klasik mekanik olayların meydana geldiği yer olarak
mutlak salt bir uzay ve zaman var sayıyordu, elektro manyetizma teorisi ise
buna uymuyordu. Mekanik teori ile alan teorisini ancak "Esir" denilen
hayali bir madde bir arada tutabiliyordu. Esir denen bu madde ağırlıksız tüm
boşlukları dolduran maddeydi. 20.yy başlarında öyle fiziksel hadiselerle
karşılaşıldı ki bunları klasik fizikle açıklamak imkansızdı. (Siyah cisim
ışıması, compton olayı, foto elektrik olayı. .)
Özetle, ışık, bazen dalga, bazen tanecik, foton görüntüsü veriyordu. Bu
ikisini içine alan karmaşık teorilere ihtiyaç vardı. Böylelikle doğanın
dalgacık, tanecik özelliklerini birleştiren Kuantum teorisi gelişmeye başladı.
Esirin varlığını ispatlamak için yapılan Michelson-Morley deneyi mekanik
teoriyi gerçek bir bunalıma soktu. Einstein'e kadar 30 yıl açıklanamadı.
Newton'un teorisi çok ciddi tenkitlere uğruyordu.
Brown Hareketi
İskoç Botanikçisi Robert
Brown 1827 yılında suya bırakılan çiçek tozlarının titrediklerini, bunun adi
bir mikroskopla gözlenebileceklerini söylüyordu. Brown, belirli bitkilerin
çiçek tozlarını suya koyup davranışlarını incelerken bir çoğunun açıkça hareket
ettiğini gördü. Sık sık yenilediği gözlemlerden sonra, bu hareketlerin sıvıdaki
akımdan ve bu sıvının yavaş yavaş buharlaşmasından ileri gelmediğini bilakis
taneciklerin kendi hareketleri olduğuna inandı. Brown'ın gözlemlediği şey suya
konulan taneciklerin hiç durmayan kıpırtısıydı. Değişik çiçeklerin tozlarını
denemek sonucu değiştirmiyordu. Hatta inorganik cisimlerin çok küçük boyuttaki
parçacıkları dahi suyun içine atılınca hareket ediyorlardı. Bütün eski
deneylerle çelişir gibi görünen bu hareket nasıl açıklanmalıydı? "Brown
Hareketi" adı verilen nedeni üzerinde birçok kuşak hiçbir sonuç elde
edemeden düşünmüşlerdi. Suya bırakılan her bir taneciğin konumu, garip bir
yörüngedeydi. Şaşırtıcı olan hareketin durmadan devam etmesidir. Sallanan bir
sarkaç, suya konulunca çabucak durur. Brown Hareketinde gözlemlediğimiz
"asla azalmayan bir hareketin varlığı "bütün deneylere aykırı
görünüyordu.
Einstein bilmeceyi çözdü. Maddenin kinetik teorisini göz önünde
bulundurarak sıvının atom ve taneciklerinin kendilerine oranla çok büyük olan
katı parçacıkları harekete geçirdiklerinin farkına vardı. Yani suyu oluşturan
atomlar kendilerinden kat kat büyük olan çiçek tozlarını bombalamaktaydılar.
Bombalanan tanecikler yeteri kadar büyükse Brown Hareketi oluşmaktaydı.
Bombalanan moleküllerin belli bir enerjisi olmasaydı, başka bir deyişle onların
kütleleri ve hızları olmasaydı Brown hareketi oluşmazdı. Dolayısıyla bu
hareketin incelenmesinin, bir molekülün kütlesini ölçmeye yaraması hiçte
şaşırtıcı değildir ... diyor Einstein. Einstein derhal bu fıkri formulize etti.
Bununla da atoma şiddetle karşı çıkanları bile inandırdı.
Fotoelektrik Olay
Yüzyılımızın başında ortaya
atılan iki teori fizik ve felsefe dünyamızı çok derinden etkiledi. Bunlar
Kuantum ve Rölativite teorisidir. Rölativite teorisi tek başına kendi yolunda
yürüyen bir adamın ürünüyken Kuantum teorisi birçok kişinin katkılarıyla
oluşmuştur. Bu kişiler Planck, Einstein, Bohr, De Brogfie, Schroedinger,
Heisenberg, Dirac ve Pauli... dir. Bunlann herbirine Nobel Ödülü Kuantum Teorisine
katkılarından dolayı verilmiştir. Kuantum Teorisi yüzyılımızın en büyük
bilimsel devrimi sayılırken Einstein'in bu alandaki katkıları da gözden uzak
tutulamaz.
Isıtılarak kızıl kor haline gelmiş bir metalin çıkardığı ısı ve ışık
radyasyonunun niteliği pek çok fizikçinin ilgisini çeken bir problemdi. Evrende
her cisim radyasyon neşreder. (ve\veya emer). Bununla birlikte cismin emdiği
radyasyon ile neşrettiği radyasyonun eşit olabilmesi için çevresiyle termal
dengede olması gerekir. Böyle bir dengedeki mevcut radyasyona "siyah cisim
ışıması" denir.
Ateşte kızdırılan maşa önce kızılaltı kesimine düşen uzun dalgalı
radyasyon yayar. Sıcaklığın artmasıyla giderek daha kısa sarı, nihayet beyaz
görünür. Daha da artmasıyla yelpazenin mor ötesi kesiminde gözle görülemeyecek
kısa dalgalara dönüşür. Max Planck çalışmaya başladığında bu enerji dağılımını
ölçebilmekte idi. Problem ölçme sonuçlarının beklenene uymamasından
kaynaklanıyordu. Radyasyon enerjisi sürekli akış biçiminde kabul edildiğinden
sınırsız uzaması gerekirdi. Ne var ki deney hiçbir maddenin nedenli ısıtılırsa
ısıtılsın sonsuz enerji vermediğini gösteriyordu. Çözüm çok basitti:
Radyasyonun sürekliliği fikrinden vazgeçmek. Ama doğanın sürekliliği o zamanlar
su götürmez gerçek sayılıyordu. Planck çözümünün inandığı klasik fiziği
sarsacağını bilmiyordu. Planck giderek temel formülüne ulaşıyordu E=h.f
(h=6,625. 10(üzeri -34) joule/saniye ). Formül Planck'ın Kuantum ediği enerji
parçacığı ile dalga frekansı arasındaki ilişkiyi sergilemekteydi. Işıkta hem dalga
hem de foton-tanecik özelliği göstermekte idi. Kuantum mekaniği ile bu iki
durumun bir birine zıt olmadığı anlaşıldı. (bu ikilem dualite ilkesi denir.)
Quantum
Fiziği, Atom -Altı Parçacıklar
Kuantum Fiziği 20.yy bilminde en önemli kilometre taşlarından biridir.
Hatta pek çok felsefi ve epistemik dönüşümler başlatan yolun gerçek
başlangıcıdır. Kuantum teorisi, mikrokozmozun, atom ve onun daha alt elementer
parçacıklarının doğasını tasvir etme girişimiyle ortaya çıkmıştır. Kuantum
fiziği birçok bilim adamının ekip çalışması ve birbirlerine önemli katkıları
sayesinde bugünkü seviyeye gelebilmiştir. Planck, Rutherford, Thomson,
Beguerel, Marie Curie, Einstein, Bohr, de Broglie, Schrödinger, Dirac,
Heisenberg, Paul gibi birçok değerli bilim adamının ortak ürünüdür. Kurucuları
arasında Einstein'nında bulunmasına rağmen kuantum fiziğinin klasik fiziğe ve
yerleşik sağ duyuya aykırı sonuçları, onu evladı sayılan bu teoriye sırt
çevirdiğini görmekteyiz özellikle, bu teorinin nesnel gerçeklik kavramlarıyla
çelişmesi ve diğer büyük teori rölativitenin ruhuna aykırı "ani,
hayaletvari, yerel olmayan" etkileşmeler içermesi onu şaşırtmış olmalıydı
ki, sağ duyuya aykırı bu teorinin geçici olduğuna inanıyordu.
Rutherford alfa ve beta
ışımasını bulmuş, bir elementi diğer elemente dönüştürmeyi başarmış, atomların
merkezinde (+) yüklü bir çekirdek ile bunların etrafında dolaşan (-) yüklü
elektronları bulmuştu. Atom olaylarının devinimlerini açıklayan tutarlı bir
teori Paul tarafından ortaya atıldı. Heisenberg'in belirsizlik ilkesi bir
parçacığın gelecekteki konumunu ve hızını hesaplayabilmek için şu andaki durumu
kesin olarak ölçülebilmelidir. Örneğin elektronu ele alalım çekirdek
etrafındaki hızı en az 10(üzeri 10) cm/s içinde tanımlanmalıdır aksi halde
elektron atomun çekiminden kurtulup dışarıya fırlayacaktır. Bu elektronun
konumunda 10 (üzeri (-8)) cm lik oynama demektir. l0 (üzeri (-8)) zaten atomun
çapıdır. Bu da şu demektir; elektron aynı anda atomun her yerinde bulunabilir.
Netice olarak kuantum fiziği tek ve
kesin bir sonucu öngörmez.
Yeni fizikte bir çığır da
DIRAC'le açıldı. Dirac bir tek matris denklemine eşdeğer rölativistik dalga
denklemleriyle ortaya atıldı. O elektronların "spin" denen açısal
momentuma sahip olduklarını ve anti-parçacıkları öngörüyordu.
Yine Bohr'un da yeni fıziğe katkıları çok
olmuştur.
Max Planck, Einstein,
Schrödinger gibiler kuantum teorisinden ürkmüşler, bazıları kulak
tıkamışlardır. Hatta "Schrödinger'in Kedisi" bu yüzden
tasarlanmıştır.*
Kuantum dünyası her ne kadar bize ters
gibi gelse de şimdilik deneyler onu haklı çıkarmaktadır.
(Spinlerin bizim seçimimize
kadar gecikmesi, varlıkların lokal olmayan bağıntılarla irtibatlı olması,
ihtimallerle yol seçilmesi vb de kuantum Haklılığı gösterir mahiyettedir) (*)
Sağlıklı bir kediyi hava alabilen bir kutunun içine koyalım. Kutuda zehirli bir
gaz şişesi bulunsun. Ve bu şişe yarı ömrü 1 saat olan radyoaktif mikroskobik
bir parçacıkla işleyen mekanizmaya bağlı açılıp kapansın. Bir saat sonra
kedinin ölü-canlı ihtimalleri eşittir. Kedinin durumu=canlı +ölü' dür yani kedi
bir süperpoze durumunda hem ölü hem canlı gibidir. (kitap dışı olarak bkz.
Bilim ve teknik Ocak '97, Bir Berilyum atomunun aynı anda iki yerde birden
bulunması sağlandı.)
En Küçükler
Son birkaç on yılda proton,
nötron ve elektron gibi parçacıkların LEPTON VE KUARK denen iki temel sınıftan
oluştukları anlaşılmış ve bunların şaşırtıcı antileri kesinleşmiştir. MÖ 4.yy
da Demokritus maddenin mahiyeti ile ilgili düşünürken onun en küçük bölünemez
bir taneciğinin bulunacağına hükmetti ve bölünemez manasına gelen `atom' adını
verdi. Bu takip eden 2000 yıl boyunca değişmedi.
Atomun çapı l0-8cm olup çekirdek
etrafında elektronlar dolanmaktadır.
Atomun çekirdeği toplam
hacminin milyarda biri olmasına rağmen kütlesi korkunç bir şekilde fazladır
(toplamın %99 97 !!!). Ve bir elektron, protonla aynı miktar elektrik yüküne
sahipken kütlesi 1836'da biri kadardır.
Nötrinolar
Nötrinoların kütlelerinin yok
denecek kadar az olması, manyetik alandan etkilenmemeleri, ışık hızıyla hareket
etmeleri yakalanmalarını güçleştirmektedir. İlk olarak -teorik öngörüsünden 24
yıl sonra- 1956 ABD Güney Carolina'da bulunabildi. Bunlar dünyamıza bir ucundan
girip 1/25 saniyede öbür ucundan çıkabilirler. Üç çeşidi vardır; Muon, tau ve
elektron nötrinosu. Bunlar hesaplanan tahmini kıyametin zamanını daha da
yaklaştırır.
Pozitronlar
Bunlar elektronun kütlesine
sahip, pozitif yüklü parçacıklardır. Yaşam süreleri çok kısadır.
Fotonlar; Aksiyonlar, bozon, gluon,
grevitation
Bu günkü evrende her çekirdek
için 20-100 milyon arası foton vardır. Fotonların antisi yoktur, (1) tam
spinlidirler. Elektrik yükü ve kütleleri de yoktur.
Mezonlar
İkili kuarkın birleşmesinden
oluşur (biri kuark, diğeri anti kuark). Eşit sayıda yaratılmışlardır. Pion,
Kaon, Eta... gibi çeşitleri vardır.
Özel İzafiyet
Şimdi en can alıcı noktaya
geldik: ışık hızına yakın bir hızla giden tren ve üzerindeki yolcu örneğini iyi
anlayalım. Tren A noktasından B noktasına hızla hareket ediyor. Tren farz
edelim ki saat tam 12'de M noktasına gelmiş olsun. Yere göre saat tam 12'de A
ve B noktalarına aynı anda yıldırım düşsün. Yerdeki gözlemci (C) şöyle
diyecektir: Saat 12.00'da A ve B ye aynı anda yıldırım düştü. Gelelim tren
üstündeki yolcuya. Çok hızlı A dan B ye gittiği için A nın ışığı yerdeki
gözlemciye ulaştığından daha geç ulaşacaktır. Mesela 12.10'da. Tren üzerindeki
yolcu şöyle diyecektir: (B'nin ışığı, çok hızlı tren üzerindekine yerdeki C'ye
göre daha çabuk ulaşacağından) 12'ye 10 kala, A ya 12.10 da yıldırım düştü. Şimdi
trenin ışık hızı ile gittiğini düşünelim. Bu takdirde A'nın ışığı hiç bir zaman
yolcuya ulaşamayacaktır. Yolcu şöyle diyecektir: B noktasına yıldırım düştü.
Yolcuya sorulduğunda yıldırım sadece B ye düştü A ya düşmedi. Kitabın Üçüncü
Bölümü, evren modelleri, makrokozmos gibi alt başlıklarda incelenmiş, big bang,
kıyamet, karadelikler türü konularda taslak bilgiler verilmiş.