Yazar seçilmiş insanların özelliklerini sayarak Üstad hazretlerinin de
gönderiliş gayesini şöyle açıklıyor; `Milletlerin tarihindeki kanlı facialar ve
ümmetlerin hayatındaki esas çizgiden sapmalar ve büyük hadiseler için var olan
büyük insanlar ve nadir dahiler bulunur. Üstadın omuzlarına yüklenen yükün
büyüklüğü açıklanırken şöyle söyleniyor; `Allah kalplerde durgun hale gelen
imandaki canlılığı tazeleme ve neredeyse Müslüman Türk milletini, tarihinden ve
dininden ayıracak bu yıkıcı ve alıp götürücü sele karşı koyma vazifesini ona
yüklemiştir. İşte bu kitap o büyük ve manen zengin ve bereketli insanın
hayatını ele alan mütevazı bir çalışma ve incileri bitip tükenmeyen o geniş ve
derin deryanın sahilinde durup seyretmeden başka bir şey değildir. Kitap,
içerik olarak iki husus üzerinde durmuştur.
Birincisi:Modern Türkiye'nin hayat tarihinden bir dilim ile Üstadın
şahsiyetinin Türk milletinin siyasi, fikri ve içtimai hayatında bıraktığı derin
tesirleri ortaya koyuyor. Bu öyle bir tesirdir ki, halen yayılmaya devam
etmekte, etkisini sürdürmekte ve vefatından sonra bile rolünü ifa etmektedir.
İkincisi:Asrımızda İslam davetçilerinin en büyüklerinden birinin hayatını
sunmayı hedeflemiştir. Bu kitap yazarın iddiasına göre o ana kadar Üstad'dan
bahseden en kapsamlı Arapça bir eserdir.
Kitap üç bölümden oluşmuştur:
Birinci bölüm: Biraz tafsilatlıca Üstad'ın hayat seyrini ele alır
İkinci bölüm:Hapis sürgün ve takip arasında geçirdiği hayatının
yirmi üç senesi boyunca telif ettiği Risale'i Nur'un bir tahlil ve
incelemesidir.
Üçüncü bölüm:Risale'i Nur'dan iktibas edilmiş bazı numunelerdir.
Üstad'ın hayatını bahsetmeden evvel, onun yaşadığı zaman merhalesinin bazı
büyük hadiselerinin ve Onun kalp ve vicdanında derin yaralar bırakan ve İslam
ümmetinin maruz kalarak baskısı altında ezildiği facia ve elemleri anlatalım.
Üstad, çöküşe meyletmiş Osmanlı Devleti'nin sonlarında Sultan Abdülaziz
devrinde doğdu. Düşmanların bu devleti yok etmek için üzerine çullanmalarını
yaşadı. Sultan 2. Abdulhamid'in siyasi dehasıyla Müslümanları elinde tutmasını
başaran fakat düşmanların daha önceden başlattıkları gizli toplantılar ve
kongreler sonucu büyüyen bunalımlara engel olunamayışını ve padişahın
ittihatçılar tarafından tahttan indirilişini gördü. Sultan 2. Abdülhamid'in
meşhur yahudi Emanuel Karasso`ya karşı sıkı tutumundan dolayı `Kızıl Sultan'
'Hunhar' ve `Cellat yakıştırmalarına şahit oldu. İttihatçıların Sultan Mehmet
Reşat'ı tahta çıkarttıktan sonra istedikleri politikayı onaylattıklarına,
icraat makamı ve komutanlıklarına yavaş yavaş atılmalarına ve böylece
Müslümanları dosdoğru dininden uzaklaştırarak peyderpey Avrupalılaştırmalarına
ve daha nicelerine şahit oldu. Osmanlı yıkıldı ve hürriyet savaşıyla Türklerin
yeniden istiklallerini kazanmalarına fakat Müslümanların inkılaplarla tek
partililerin Türkleri dininden uzaklaştırma çabalarını gördü . İşte bunlara dur
diyecek birisi lazımdı. O'da kendisi idi. Milletin hayatındaki bu tehlikeli
virajda ve içtimai hayatı tamamen sarsan bu korkunç fırtınaların önünde,
Bediüzzaman da, ümmet'i islamiyenin üzüntülerini yüklenerek ve siyaset
mahfillerinden uzak bir şekilde kendisini, hayatını ve vaktinin her anını
adadığı bir yüce vazifeyi omuzlamak üzere ortaya çıktı. Gayet nazik ve zor
şartlarda Risale'i Nur'un te'lifı ve ümmetin çeşitli tabakaları arasında
yayılmasıyla meşgul oldu. Gayesi, bununla iman ve canlılık fışkıran tam İslami
bir topluluk oluşturmaktı.
ÜSTAD'IN HAYATINDAN ANEKDOTLAR
Babası Mirza efendi, haram tatmamış ve çocuklarına tattırmamış örnek bir
takva sahibiydi. Öyle ki, hayvanlarını meradan getirirken başkalarının
ekinlerini yememeleri için ağızlarını bağlardı. Annesi Nuriye Hanım'da
çocuklarını abdestsiz emzirmediğini söylerdi.
Kendisinin bir hatırasında belirttiğine göre, çocukluk dönemin bir defasına
aklına şöyle bir soru gelir:'Sana bir milyon sene dünya saltanatı ve ömür
verilmesini, fakat sonra ademe ve hiçliğe düşmesini mi istersin?
Yoksa baki fakat adi, meşakkatli bir vücudu mu istersin?' diye hayaline
sorar. Bakar ki hayalinin cevabı şu olur:'Cehennemde de olsa beka isterim.
Tenezzülü kaldırmaz, haksızlığı kabul etmez ve zulümden nefret ederdi. Üstad'a
`Bediüzzaman ` lakabı verildiği dönemlerde Van'da ikamet ederken mahalli
gazetelerde bütün vücudunu ve ruhunu sarsan bir haber okudu. İngiliz
bakanlardan Gladson, Avam Kamarasında, eline bir Kur'anı Kerim alarak şöyle
diyordu:'Bu Kur'an Müslümanların elinde bulundukça, biz onlara hakim olamayız.
Ne yapıp yapmalıyız, ya Kur'anı ortadan kaldırmalıyız veya Müslümanları O'ndan
soğutmalıyız. ` Bu sözler Üstad'ın ruhunda büyük bir feveran ve gayret
uyandırdı ve şöyle dedi:'Kur'anın sönmez ve söndürülemez manevi bir güneş
olduğunu bütün dünyaya göstereceğim ve ispat edeceğim!' `Medresetü'z Zehra `
düşüncesi bu olaydan sonra oluşur.
1907 yılında İstanbul'a ikinci kez dönmüştü ve Fatih semtindeki Şekerci
Han'ına yerleşti. İstanbul'daki ikameti esnasında Üzerinde şöyle yazılı bir
levhayı kapısının üzerine asmıştı: `Burada her suale cevap verilir, her müşkül
halledilir. Fakat sual sorulmaz.' Bu, öyle garip bir ilan ve hayret uyandırıcı
bir iddia idi ki, kendisinden evvel İstanbul'a ulaşan şöhretini daha da
artırarak , birçok kimsenin kendisiyle görüşmek istemesine sebep oldu.
Üstad , Selanik'te iken `Makedonya Risorta ` mason locasının Üstad'ı azamı
İtalyan tebasından ve Osmanlı Mebusan Meclisi azası meşhur yahudi Emanuel
Karasso, Bediüzzaman'ı etkisi altına almak ve bu dahi şahsiyeti kendi safına
çekmek ümidiyle, kendisiyle görüşme talebinde bulundu. Bediüzzaman, görüşmeyi
kabul ederek, nihayet bir araya geldiler. Fakat çok geçmeden dışarı
fırlayarak:'Neredeyse bu acib adam konuşmasıyla beni de Müslüman edecekti.'
dedi. Karasso denilen bu adam, Sultan Abdulhamid'i devirmek ve hilafeti kaldırmak
konusunda çalışan ilk şahıstır.
Mısır Ezher Üniversitesi Öğretim üyelerinden ve Mısır müftüsü Şeyh Bahit el
Mutü ile Ayasofya caminin avlusunun yanındaki çayhanede aralarında şöyle bir
diyalog geçti:'Osmanlı devletindeki hürriyete, Avrupa'daki medeniyete ne
diyorsun? Bunlar hakkındaki fikrin nedir?' Bediüzzaman hemen cevap
verdi:'Osmanlı devleti Avrupa'ya hamiledir. Avrupa gibi bir hükümeti doğuracak,
Avrupa'da İslamiyet'e hamiledir o da bir İslam devleti doğuracak.' Bu kısa ve
derin cevap karşısında Şeyh Bahit şöyle dedi:'Ben de tasdik ediyorum Ben de
aynı kanatteyim. Bu gençle münazara edip galebe edemem. Fakat bu kadar veciz ve
beliğane bir tarzda ifade etmek ancak Bediüzzaman'a hastır.'
BEDİÜZZAMAN'IN HAYAT DEVRELERİ
Birinci devre: Eski Said: 1926'da Barla'daki cebri ikametine kadar
sürer. Bediüzzaman siyasi hayat ve mücadelelerine dalarak İslamiyet'e hizmet
etmeye, müspet siyasi cereyanlarda yerini alıp, İslam `a düşman akımlara karşı
mücadele edip onları defetmeye çalışıyor.
İkinci devre: Yeni Said: 1926'da Barla'ya nefy edilmesiyle başlar
ve1949'da Afyon hapsinden çıkana kadar devam eder. Bu devrede Üstad `Şeytandan
ve siyasetten Allah'a sığınırım' diyerek siyasi hayatı bütün bütün terk
ettiğini ve Türkiye'de iman kurtarma davasını omuzladığını görmekteyiz.
Üçüncü devre:Üçüncü Said: Afyon hapsinden çıkışından itibaren Urfa'da
vefatına kadar devam eder. Bu devrede Türkiye'deki vaziyetin en önemli
hususiyeti, daha önce tek partinin hakimiyeti söz konusu iken, çok sayıdaki
partilerin ortaya çıkmasıdır.
RİSALE'İ NUR HAKKINDA KISA BİR TAHLİL VE
İNCELEME
Risaleler Nasıl Yazılırdı:
Müellifin yanında Kur'an-ı Kerimden başka herhangi bir kaynak bulunmuyordu. O,
ayet-i kerimelerin manalarını kavramaya çalışıyor, atmosferlerinde, halis, ruhi
ve kalbi haletler yaşıyordu. Daha sonra Allah'ın kendisine açtığı ve kalbine
doğan mananaları bu iş için tahsis ettiği talebelerine yazdırırdı. Bu sünuhatın
ve kalbi fütuhatın belli bir vakti ve mekanı bulunmamaktaydı. Hapislerde, bazen
risalelerini bizzat kendisi yazmıştır.
RİSALE'İ NUR'UN BAZI ÖZELLİKLERİ
1- Kur'an-ı Kerim'i Üstad edinmiş olması
2- Kur'an-ı bütün berraklığı ile göstermesi
3- Müfessirin `Mücerred ` olması
4- Kur'an-ın tazeliği ve bütün insan tabakalarına hitap etmesi.
5- İspatı esas alması
6- İnsanın bütün latifelerine hitap etmesi
7- Ahlakı düzeltmesi
8- Sünnet'i seniyyeyi rehber edinmiş olması
9- Baskıların tesiti altında kalmamış olması
MEVZUYU AÇIKLAMA USULÜ
Her bir risalenin konusu, o risalenin başında yer alan bir veya birkaç ayeti
ilham alır. Sonra mevzuyu hülasa eden özlü bir mukaddime ile güzel bir şekilde
konuya işarete bulunur. Anlatılacak mevzuyu aydınlatmak ve açmak için getirilen
misallerle yavaş yavaş konunun izah ve genişletilmesine girilir. Yani, mevzuyu
sunuş usulundeki yönü, basitten kapalıya doğru derece derece açmak şeklindeki
mutad usullerden farklıdır. Okuyucu ve izleyici pasif durumda kalmaz.
Üslubu:
Risaleler, tek temel mevzu olarak imandan bahsetmelerine rağmen bu derin ve
büyük meseleden klasik bir üslupla ve tek bir tarzda bahsetmezler.
Aksine üslup, yer ve durumlara göre değişiklik gösterir. Binaenaleyh bazen
üslubu neredeyse bir kalbin fısıltıları ince ve canlı nefesler halinde
hissedilecek şekilde cidden çok yumuşak ve ince olarak görürsün. Elçi üslubunu
da aklı ve fikri dikkate davet eden dakik, mantıki ve fıtri bir tarzda
bulursun. Özellikle müdafaalarda ise üslubu deniz dalgaları misali, basıncı,
karşısındakinin hamlelerini boşa çıkancı ve sanki bir orduyu baskınla korkutur
gibi olduğunu müşahede edersin. Bu üslup ve havalar birbirinden ayrılmışta
değildir. Bazen aynı risalede onların hepsini bulur, içlerinde dolaşırsın.
Dolayısıyla tefekkürün gizli yanlarını uyandırmasının, teemmül kudretini
kurcalamasının, ince ve ilmi mizanları ortaya koymasının ve yüksek ruhi
seyahatlerin yanında, iman baharının nesim rüzgarlarını da teneffüs edersin
fakat aynı üslup mevzudan mevzuya ve muhatabına göre de değişiyor. Mesela
,'pencereler risalesi' dinsizlere hitap ederken, mü'min onun yanında dinleyici
olarak kalır. `Mi'rac risalesinde ise işin içinden çıkamayıp, Mi'racı akıldan
uzak gören mü'minlere hitap ediyor. O'nun yanında da mülltid dinleyici
durumundadır.
MUARIZLARIYLA KONUŞMA ÜSLUBU
A-Ehl'i dalalette olan konuşmaz:Risale'i Nur'un bunlara karşı olan üslubunun
özelliği şiddetli hücumdur. Risale'i Nur bu şahıslan belirlemeden,sınırlamadan
umumi olarak açıklar-ehli dalalet, ehl'i sefahat, münafıklar gibi-
B-Din Alimleri ve Tasavvuf Şeyhleri ile konuşması. Kendisine itiraz eden bu
şahsiyetlere karşı ifade tarzı, sadece ve sadece müdafaa üslubu olup Risale'i
Nur'un bakış açısının doğruluğunu beyan etmekle beraber ne hücumdur ve ne de
şahsiyetlerini rencide, reislerini tahkir ve görüşlerini hafife almadır.
Risale'i Nur bozuk şüphe ve vehimlerin insanlar arasında yayılma yollarını
tıkamıştır. Üniversiteli Nur talebelerinin 1950'de beyan ettikleri beyannamede
şöyle denir:'... Hem bir takım siyasi işler veya birtakım batıl cereyanlarla ve
fikirlerle uğraşmaya zamanımız yoktur. Vaktimiz dardır. Üstadımızın dediği
gibi- bazı şeylerle meşguliyet, fena tesir eder ve fena iz
bırakır.-Evet,menfilikleri öğrenerek mücadele edeceğim gibi saf bir niyetle
Risale'i Nur, Kuran-ı Kerim'in bir tefsiri olması cihetiyle, Oda aynı şekilde o
kadar çok misaller vermiştir ki, `misal getirme' onun ayırıcı vasfı olarak kabul
edilebilir.
RİSALELERİN TESİRİ
Ricale'i Nur'u okumava devam eden bir kisi. sadece nefsinde bir ruhani halet
vebi şeffafiyet bulmak ile kalmaz .Aynı zamanda ,lezzetli bir ruhi,kalbi
gıda,geniş bir ufuk,hayalde bir güzellik kesbeder.