Genel Değerlendirme:
Kitap konu olarak İslam’da devlet anlayışını inceliyor. Devlet nedir, hangi
özelliklere sahip olmalıdır, devlet başkanı nasıl seçilir, başkanda hangi
özellikler bulunmalıdır, devletler arası hukuk gibi konular hakkında İslam
alimlerinin görüşleri anlatılıyor. Sistem tartışmalarının yaşandığı ülkemizde
daha da bir güncellik kazanan kitap özellikle konuyla ilgilenenler faydalı
olabilir.
I. Giriş
İslam Devleti dinamik bir yapıya sahip olmasına rağmen, tarih boyunca,
İslam alimlerine göre, İslam Devletlerinde oluşan müesseseler dinin esaslarına
aitmiş gibi kabul edilmiştir. İslamiyetin temel kaynaklarında devlet başkanıyla
ilgili kayıtlar bulunmadığı halde, Maverdi'nin ileriye sürdüğü özelliklerde
kendisinin bilim seviyesinin ve yaşadığı dönemin payı olduğu gözden
kaçmıştır.Gerek batılı bilim adamları, gerekse de onların yandaşları olanlar
Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer zamanında İslam devlet anlayışında sapmaların
başladığı ve İslam devlet sisteminin uygulanmasının mümkün olmadığını
söylemektedirler. (Ridde ve Nadr Bin Haccac olayları).
İslam'ın temel kaynaklarında amme müesseselerine dair bir kaide yoktur.
Cihanşumül bir din bir millete ve bir çağa hitap ettiğinden ve her kültür ve
her çağın müesseseleri farklı olacağından herhangi bir müessese vaz'etmemesi
tabiidir. İslam devletleri dışarıdan müessese dolayısıyla amme hukuku kaideleri
almış; ama bunların islamın devlet telakkisiyle çelişkili olmamasına dikkat
edilmiştir. Örfi hukukta İslam Hukuk'unun kaynaklarından sayılmıştır.
İslam tarihinde devlet düzeninin iyice yerleşmesi için fıkıh ve şeriat
birbirinin müteradifi olarak kullanıldı. Ayet ve hadisler asıldır, anlam sebebi
ve gayeleri gereğince fıkıh hükümleri doğmuştur. Dolayısıyla bunların
birbirinin müteradifi olarak kullanılmasında bir engel bulunmadığı kabul
edilmiştir. Muhakkak ki erbabınca bir engel yoktu; fakat bu ayrımı
yapamayanların nezdinde fıkıh literatürü mukaddes bir havaya büründü. İslam’ın
temel kaynaklarının tamamlayıcı unsuru oldu. Fıkıh uzun bir süre
geliştirilemeyince ve çağın ihtiyaçlarına göre yorumlanamayınca da doğan
boşluklar dışarıdan iktibaslarla giderilmeye çalışıldı. Bu hareket fıkhın
şeriatla aynı olduğunu kabul edenlerce dinden uzaklaşmak olarak nitelendirildi.
İktibasları savunanlarda fıkhı tenkit ederken dini tenkit durumuna düştüler.
Son dönem en büyük İslam devleti olan Osmanlılarda ise İmam-ı Azam ve diğer
büyük hukuk kodifikasyonları yapanlar gibi müçtehidler, Gazali seviyesinde
alimler yetişmemiştir, Molla Hüsrev, İbni. Kemal gibi şahsiyetler orjinal
araştırmalar yerine eskilerin nakli ile yetinmişler buda İslam dünyasında ilmi
düşüncenin gelişmesine engel olmuştur.
II Devlet Felsefesi.
Kaynaklar: Kuran, Hadis, sünnet, icma, kıyas-ı fukaha. İslamiyet öncesi ve
sonrası islamiyetle çatışmayan örfler, Hulefa-i Raşidin'in uygulamaları,
sorumlu devlet adamlarınm yönetimleri, dini kitaplar, yönetime ait kitaplar vs.
III İslam'da Devletin Zarureti
İslamiyet’te insan tam ve temiz olarak yaratılmıştır. (insanı en güzel
şekilde yarattık ...) Bununla birlikte insan iyi ve kötü cephelere sahiptir.
Kur'an'ın nasihatları vaazlarıyla yok edemediği kötülükleri, fenalıkları yok
edebilmek için devlet otoritesine muhtaçtır. “Devlet başkanı Allah'ın yeryüzündeki
halifesidir. Sizlerden biri bir ülkeye varırda orada devlet başkanı olmazsa,
oturmasın çıksın.”
IV İslam Devletinin Doğuşu
Akabe Biadları ile başlar. 620 yılında 12 Medineli Müslüman şöyle yemin
ediyorlardı “gerek sıkıntı ve gerekse müzayaka ve gerekse sevinç ve sürur
halinde dinlemek ve itaat etmek başta gelir. Ve sen bizim üzerimizde tercihe
sahip olansın. Ve biz emretme yetkisi taşıyan emire itiraz ve muhalefette
bulunmayacağız. Allah yolunda bizi küçük gören ve horlayan kimsenin ayıplamasından
çekinmeyeceğiz. Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmayacağız. Aramızda hiçbir iftirada
bulunmayacağız ve senin hiçbir iyi hareketinde sana karşı itaatsizlik
etmeyeceğiz.” Hz. Peygamber Medine'ye göç ettiğinde siyasi ve sasyal hayata
kabile anlayışı hakimdi. Her kabile ayrı bir hukuki birlik teşkil ediyor ve
kendileri dışında hiçbir otorite tanımıyordu. (Gerek Yahudiler' de gerek
Araplar arasında 6000 müşrik Arap'a 4000 Yahudi 50 Hıristiyan): Hz Peygamber
sahabeleri ve diğerleri ile görüşerek dünyanın ilk anayasası diyebileceğimiz
Medine vesikasını ortak karar olarak bir metin haline getirdi. Yapılan anayasa
ile fertlerin ve kabilelerin kendi haklarını kendilerinin koruma usulü
kaldırılıyor, merkezi bir otorite yani devlete tevdi ediliyordu. Eğer
topluluklar arasında bir anlaşmazlık çıkarsa Hz. Peygamber yetkili merci kabul
ediliyordu. Anayasanın en önemli özelliği sadece Medine şehrindeki Müslümanlara
münhasır olmasıydı. Medine'ye ilave olunan bir araziye hatta ilerde doğacak
olan Büyük İslam Devletine de tatbik olunabilecek yumuşaklıkta bir anayasa
oluşturuldu. Gelişen şartlara göre eski hükümlüleri kaldırma ihtiyacı olmadan
yeni idari kaide ve nizamlar ilave edilebilmiştir.
V İslama Göre Devletin Unsurları
1. İ. Ülke unsuru: İslam Hukukuna göre ülkeler müslümanların ve gayri
müslimlerin idare ve hakimiyetlerine göre Dar'ul İslam ve Dar'ul Harp diye
ikiye ayrılır. Bu tabirler Kur'an da yoktur. Hadisten çıkarılır. Yine de Dar'ul
İslam ve Dar'ul Harp'in nasıl olacağı bahsi geçen hadislerde de tam olarak izah
edilmemiştir. Bu konu İslam Hukukçularının yorumları ile şekillenmiş ve çok
farklı nitelendirilmeler ortaya çıkmıştır. İslam Alimlerinin çoğu Dar'ul
İslam'ı müslümanların emniyet içinde yaşadığı yer olarak tarif etmiştir. Cuma
ve bayram namazlarının kılınabilmesinde ölçü almışlardır. Yinede bu hususta
mezhepler arası farklı anlayışlar vardır.
2. Nüfus Unsuru: Ekseriyetin müslüman olması.
3. Hakimiyet unsuru: İslam ülkesinde bir zulmün veya milletin iradesi değil
Allah’ın iradesinin hakimiyeti esasdır. İslam ve iman Allah'ın hakimiyetine
teslim ve kabul demektir. İnkar ise küfürdür.
VI. İslamda Devlet Teşkilatı
Kur'an da devlet şekli veya teşkilatı hakkında herhangi bir ayet yoktur.
Böylece Kur'an ve sünnete uyan zamanın ihtiyaçlarına göre ortaya çıkan bir
devlet Şekli istenmiştir. ilk İslam Devletinde devlet başkanlığına gelişler
düşünülürse bu sonuçlar ortaya çıkar. Evvela Kur'an’ı iyi bilen müslümanlar
kral seçmediler. Bu krallık rejiminin mecbur olmadığını gösteriyordu. Hz. Ebu
Bekir Hilafete çok dar bir zümre tarafından seçilmiştir. Bu klasik kamu hukuku
açısından aristokratik bir sistem olarak değerlendirilir. Hz. Ebu Bekir, Hz.
Ömer'i tayin etmiştir.
Hz. Osman'ı ise bir şura seçmiştir. Hz. Ali ve Hz. Muaviye dönemi halk
demokrasisi niteliğini taşımak tadır. Devlet başkanlığına gelişlerde biata
riayet edildiği için İslam Devletini despotizme kapalı olduğunu rahatça
söyleyebiliriz. Netice olarak denilecek şey İslam devleti insan idrakinin
anlayamayacağı ölçüde bir elastiki yapıdadır. Devlet şekli devrin icaplarına
ümmetin durumuna kültür seviyesine, siyasi şartlar coğrafyanın ve zamanın imkan
ve zaruretlerine göre belli edilir.
İslaın Devletinde Müesseseler.
a. Devlet Başkanı:
Haricilere göre devlet başkanı seçmemek en iyisidir. İhtiyaç duyuldukça
müslümanlar toplanarak hükümet işlerini yürütebilirler. Mutezileye göre eğer
halkın içinde ihtilaf yoksa devlet başkanına da ihtiyaç yoktur. Bir kısmı
mutezile alimleri ise imam kararlaştırmanın farz olduğunu söylerler. Ehli
Sünnet, Murcie ve Şia mezhepleri imamın lüzumunu kabul ederler.
Bazılarına göre bu aklen, bazılarına göre ise dinen vaciptir. İmamın
seçilmesi ve biat aktinin yapılması ümmet için farzı kifayedir. Hal ve akt ehli
imamı seçince, bütün halka için bu imam vacip olur. Ehli Sünnete göre iyi veya
facir mutlaka bir imam olmalıdır. Hz. Peygamberin naaşı defnedilmeden önce
hilafet tartışmalarının başlaması ashabın bu husustaki hassasiyetini gösterir.
İslam devletinin başkanlığı için kullanılan ünvanda birlik yoktur. Halife,
melik, imam denebileceği gibi çağımız yazarlarına göre devlet başkanı tabiride
denilebilir.
Halifenin Kureyş'ten olacağı mevzuuda tartışmalıdır. İbni Haldun, Meverdi,
Muhammed El Mübarek, Gürcani ve bazı alimler Kureyş'ten olmasının şart
olmadığını söylemişlerdir.(Allah katında üstünlük ancak takva iledir.)
Devlet başkanlığına geliş yolları 3 tanedir. Seçim(Biat), tayin veya önceden
kabul(akt) ve zorla devlet başkanı olmak.
a. Biat: Biat etmek için halkın tamamının biat etmesinin şart olmayıp
ehli hal ve aktin biatını yeterli görenler çoğunluktadır. Biatte aleniyet şartı
aranmıştır. Aynı zamanda seçmen şartının en az 5 olması gerektiği ileri
sürülmüştür.
b. Tayin veya önceden kabul: Tayin (ve Süleyman Davut'a mirasçı oldu)
ayetinden ve Hz. Ebubekir'in ölmeden önce Hz. Cimer'in halife olmasını
istemesiyle doğmuştur. İslam devletlerinde irsiyet usulüde kaynağını bunlardan
alır. İslam hukuk doktrininde devlet başkanının birbiri ardından sıra ile 3
kişiye veliaht tayin etmeside kabul edilmiştir. Halife sağken ancak onun izni
ile veliaht seçilebilir. Ve yeni bir halife seçimine gidilebilir.
c. Zorla devlet başkanı olmak: Kaderiyye, Hariciler ve Mutezile
mensuplarının göre işlerince zor kullanılarak devlet başkanı olunamaz. İmam-ı
Azamda bu görüştedir. Fakat isyan etmek mümkün değilse ve isyanla muvaffak
olunamayacaksa itaatte mahzur yoktur. Ehli Sünnet Alimlerinin çoğu zorla
başkanlığı ele geçirmeyi zaruret imamı adı altında ayn bir bölümde ele
almışlardır. Zaruret imamlarında ilim, adalet ve diğer özelliklerin yokluğuna
bakılmaz. İslamın temel kaynaklarında devlet başkanları o mevkiiye nasıl
geleceği belirtilmediğinden zanni şartlar altında zorla başkan olmakta caiz
görülmüştür. Fakat asıl olan ırsiyet ve seçim usulleridir. İslama en uygun
olanı ise her zaman olmamakla birlikte seçim usulüdür.
Hukuki nitelik bakımından devlet başkanlığı bir çeşit mukavele olarak
değerlendirilmiştir.
Devlet Başkanlarında Aranan Şartlar. Her ne kadar islam bilginleri belli bir
devlet şekli vaz edilmemesinden amme hukuku üzerinde çok durmamışlarsa da
devlet başkanlarının hangi özelliklere sahip olması gerektiği titizlikle
incelenmiş, ümmetin kaderi devlet başkanlığı makamında bulunanın şahsiyetine
sıkı sıkıya bağlı olduğu kabul edilmiştir. Ehli Sünnet alimlerinin çoğu devlet
başkanlığına fazilet ve liyakatçe en ileri olması gerektiğini söylemişlerdir.
Taftazani eftal varken meftulün imametini ancak bazı durumlarda din ve mülk ile
ilgili nasihatları yürütmede daha kuvvetli ise kabul etmişlerdir.
Harici, Mutezile, Murcie ve Şia'nın çoğunluğu eftal varken meftulün
imameti caiz değildir der. Ehli Sünnet ise meziyetlerin şartlarına göre
değişeceğini ve kimin daha iyi olduğunun bilinemeyeceğini söyler. Maverdi
seçilecek kişilerin özelliklerini şöyle sıralamıştır.
a. Adaleti mutlaka
b. Devlet resinde bulunması gereken vasıfları temyiz edebilecek kadar bilgi.
c. Rey ve hikmet
d. Müslüman olma
e. Akıl baliğ olma
Halifelik(İmamet) makamındaki kimseler için şu özellikler bulunmalıdır.
a. Her yönüyle adil bir kimse olmalıdır.
b. Yapacağı görevlerde içtihat edebileceği bir ilmi olmalıdır.
c. Uzuvları sağlam olmalıdır.
d. Halkı sevk ve idare bilgisi olmalıdır.
Cürcani imamın Haşimi olmasını, dinin bütün meselelerini bilmesini, masum
olmasını batıl şartlardan saymıştır. Ona göre böyle bir görevde aranacak olan
ne zenginlik ne züht nede takvadır. Böyle bir görev için aranacak olan kutsal
almayan ilim ve aynı zamanda fiziki kabiliyetler ile askeri ve diplomatik
maharetlerdir. Hanefiler devlet başkanının müçtehit olmasını şart görmez. Dinin
hükümlerine ve devlet idaresine vukufiyeti yeterli görürler. İslamın temel
kaynaklarında devlet başkanlarında en çok aranan şartlar adil almak, akıllı
almak, ergin olmak ve müslüman olmaktır. Maverdi kadından devlet başkanı olamaz
diye bir şey dememektedir.
Bu hususta İmam Gazali'in ve Kadı Beydavi'nin dayandığı deliller yeterli
görülmemektedir.(kadının imam olmasında. İmam=devlet başkanı) İslam hukukunda
halifelik islam ümmeti üzerinde genel tasarrufta bulunma yetkisidir. Bunun
manası imamın Hz. Peygamber adına din ve dünya işlerinde umumi riyasetidir. Hükümdar
hatadan azade olmadığından aynen diğer tebaa gibi kanuna bağlıdır. Kişilere
verdikleri zararları ödemekle mükelleftirler.
Kaç Tane Devlet Başkanı Olabilir
İslam devletinde birlik Hz. Peygamber, Hulefa-i Raşidin dönemi ile
Emevilerin ilk yıllar ile devam etmiştir İslamın temel kaynaklarında dünyada
birtek İslam devleti olacak diye bir kayıt bulunmadığından bu konu hukukçuların
tartışmalarına sebep olmuştur. Mesela Maverdi Abbasilerin dışında müslüman
devletlerin hükümdarlarına halifeden menşur almaları gerektiğini ileri
sürüyordu. Hatta Yıldırım Beyazıt'ın da devrin Abbasi Halifesinden menşur
istediği bilgilerimiz arasındadır. İslam dünyasında bir imam olabileceğini
ileriye sürenlerin amacı fitnelerin doğmasıyla nizamın bozulmasını önlemektir.
Kopacak fitneyi önlemek için imamın birliğine dair hadislerde birliğin bir
devlette mi yoksa yeryüzünde mi olacağı lafzen belirtilmediğinden bazı yanlış
anlaşılmalar olmaktadır.
Hadiste `Kim bir imama biat ederek anlaşma musafahasını yaparsa gücü
yettiğince ona itaat etsin. Bir ikincisi çıkıpta evvelkisi ile nizaya
kalkışacak olursa onun boynunu vurun. Birinci biatınıza sadık kalın, gereğini
ifa edin. Birincilere borcunuzu ödeyin" cevabını vermişşerdir. Her iki
hadiste de aynı devlet kasdedilmektedir. İki imam varsa hangisi önce seçilmişse
hak onundur. İkisi beraber seçilmişse ikisi de imam değildir. Devlet başkanının
hak ve yetkisi ulemaca şöyle formülleştirilmiştir. "Caizde Ulül Emrin
hakkı tasarrufu vardır. Şeriatın menetmediği şeyleri menedebilir."
Devletlerle ile ilgilenmiş bütün islam bilginleri imamın en önemli görevinin
adaletin tevzii olduğunda ittifak etmişlerdir. Devlet başkanı adaletin tevzi
ile bizzat meşgul olmaktan ziyade adalet tevziini yapabilecek mekanizmayı
kurmakla yükümlüdür. Zira adalet hukuk bilgisini gerektirir. Devlet başkanı bu
bilgilerden mahrum olabilir.
Ebu Hanife ve diğer Iraklı hukukçulara göre Cuma imamlığı devlet reisinin
önemli görevlerinden birisidir. Kanaatlerince Cuma namazları ancak devlet
başkanının veya onun tayin edeceği birisinin hazır bulunması ile sahih olur.
Hanefilerin Cuma imamlığına hayati önem vermeleri, devlet başkanlığı ile halkın
veya tayin edilen imamla halkın bir araya gelmesini sağlamak içindir.
Devlet Teşkilatının Oluşması.
Hz. Ömer devrinde islam devletinin o zamanki başkenti olan Medine’ye mal ve
para gelmeye başladığında bunların kontrol altına alınması için Beytül Mal
kuruldu. Diğer müesseselerin oluşmasıda ihtiyaçların zorlaması ile olmuştur.
Vezirlik müslümanların icadı değildir. İranlı'lardan alınmıştır. İki türlü
vezirlik vardır. Tefviz ve Tenviz Vezareti.
Vezareti Tefviz: Veliaht tayini, devlet başkanın tayin ettiği memuru
azletme ve devlet başkanlığı makamından isifa etme makamının dışında yekilidir.
Bunu için (seni vezirliğe tayin ettim sözü yetmez) Tam yetkili kelimesi
kullanmalıdır. Vezareti Tenfiz'de ise devlet başkanı tarafindan verilen bir
emri ifa söz konusudur. Vezareti Tenfizin sayısı birden fazla olabilir. Hz.
Ömer zamanında bir şura meclisi birde umumi meclis vardı. Umumi meclis ender
karşılaşılan meselelere dair toplanılan ve müslüman kabile ileri gelenlerinden
meydana gelen bir meclisti. Bu meclisin celseleri günlerce sürer, şahıslar
korkusuzca hür konuşurlardı. İslam Dünyasında ilk divanı tesis eden Hz.
Ömer’dir.
Rasulullah'ın eyaletlere gönderdiği valiler kazai, idari, askeri işlere
bakar, vergilerin toplanmasını sağlarlardı. Hz. Ömer zamanında valilik ve
kadılık ayrılmış, kadılar islam hukukuna vakıf şahıslardan seçilmiştir.
Kadıları valiler tayin eder fakat hüküm vermesine karışmazlardı. Abbasiler
döneminde kadıların görev ve yetkileri genişledi. Vakıflar, emniyet, belediye,
darphane, beytül ınal müesseselerinin sorumluluğunu da üstlendiler. Ülkeyi il,
ilçe, bucak gibi birimlere ayırarak ademi merkeziyete başvuran Hz. Ömer'dir.
Ömer Bin Abdulaziz zamanında müftülük kadınında başvurduğu yargı organını
tamamlayan bir unsur olarak oluşturuldu. Ümmetin fetva alabileceği makam olarak
kurulan müftülük hukuki veya dini sorulara cevap veriyordu. Hukuk bilgini
olduğuna inanılan her müslümanın müftülük haricinde bu işi yapabilme
serbestiyeti kaldırılmamıştır. İslam devletinde asıl olan teşkilat değil
devletin göreceği vazifedir. Kitabul Haraçtan öğrendiğimize göre memurlar Türk
Atına binmeyeceklerine, ince zarif elbise giymeyeceklerine kapılarında hizmetçi
bulundurmayacaklarına söz verirlerdi.
Tayin edilen kişinin mal ve mülkünün tam listesi yapılır ve mali durumundaki
artışlar kontrol edilirdi. İslam devletinde kadınlarda devlet dışı kabul
edilmemişlerdir ve görev alabilecekleri söylenmiştir. Ebu: Hanife ve Taberiye
göre kadınlar hakim olabilirler Maverdiye göre kadınlar vezirlik yapamazlar.
Hz. Peygamber devlet işlerinde gayri Müslimlerden yararlanmakta sakınca
görnıemiştir. Maverdi'ye göre yabancılar tenfiz veziri olabilir, tefviz veziri
olamazlar.
VII İslam Devletinin Mahiyeti. Bir Hukuk Devleti mi?
Gerek akabe biatlan, gerek Medinede ilk islam devleti kurulurken
gayrimüslimlerle yapılan anlaşma İslam devletinin hukukilik esasına göre
teşekkül ettiğini bize göstermektedir. Devlet başkanı bir yana islamda bizzat
Hz. Peygamber bile başına buyruk değildir. Sünnetin mahiyeti gereğince
bilinmediğinden Hz. Peygamberin devlet hayatındaki uygulamalarında Hulefai
Raşidin Döneminde değişiklik yapılınca bu bazılarınca sapma olarak
nitelendirilmiştir. Mesalihi ammeyi idare yolunda yapılan tasarruf ve
hükümlerin hangileri olduğu ve bağlayıcılık özelliğinin bilinmesi gerekir.
Mesela peygamberimizin “Bir kimse sahipsiz ölü bir toprağı işleyerek diriltse o
yer onundur” hadisi müctehidi izma göre efendimizin İmamü-l müslimin vasfı ile
söylediği hükümdür. Dolayısı ile peygamberimizin bu sıfatla verdiği hüküm
yaptığı işin başka ferdin yapabilmesi ancak hükümetin müsaadesiyle olabilir.
Nebi (sav) sadır olan her şey ümmeti için hukuken bağlayıcı değildir. Hz.
Ömer'in yaptığı değişikliklerde dini mahiyette olmadığından dinden sapma olmaz.
İnsan hal ve hareketlerinin çoğunu meydana getiren, ne iyi nede kötü
denemeyen fiillerdir. Kanun koyucu mübah fiilleri düzene sokmak için her zaman
müdahale edebilir. Kuran ve sünnetin meşru kıldığı bazı hususları, kötü
neticeleri önlemek için sonradan men etmişlerdir. (Mesela ehli kitaptan kadınla
evlenme ve Şam ve Irak mevkiinde arazinin 4/5 inin gazilere dağıtımı) Sahabiler
daha önce benzeri geçmemiş bazı hükümlere hayırlıdır diyerek benimsemiştir.
Kur'an-ı Kerim'in mushaf halinde toplanılması fiyatların kontrolü ve Hz.
Osman’dan itibaren Cuma için minareden okunan ilk ezanı burada zikredebiliriz.
Kuran ve sünnetten sonra islam hukukunun bir kaynağıda icmadır. Hukukçular
ancak kuran ve hadisler bir konuda hüküm getirmemişse kuran ve hadiste yeralan
ifade ve terimler çeşitli yorumlara açıklık bırakılmışsa hukuk kaidesi istihraç
etmek için icmaya başvurabilirler.
İslamın temel kaynaklarına istinat eden hukukun (şeriatın) yanı sıra
genellikle kamu ile ilgili konularda olmak üzere örfi hukuk doğmuştur. Elbette
bu hukuk hakkında şeri bir hüküm bulunmayan konularda söz konusu olabilir.
Burada asıl olan unsur kamu yarandır.
Devletin veya devlet başkanının görevi kanun yapmak değil, kanuna bizzat
uymak ve tebayı bizzat uydurmaktır. İslam hukuku bize aşırı bir hukuk örneği
vermektedir. Kişinin haklan ne devletin nede halife veya hükümdarın ürünü
değildir. Kuranın, sünnetin ve meri hukukun ürünüdür.
Kanunlaştırma Hareketi: Kanunlaştırma Hareketini kamu hukuku ve özel hukuk
olmak üzere ikiye ayırmak gerekir. İlk kanunlaştırma hareketi Hz.
Peygamberimizin Medine'ye Hicreti ile başlamıştır. Hz. Ömer diğer devletlerin
teşkilatlarını ve bu devletlerdeki yönetimleri ve bu yönetimdeki usulleri
inceletirdi. Kabule şayan bulduklarını almaktan imtina etmezdi. Arazi ve gümrük
vergileri, devlet memurluğu, murakabe ve muhaseb hakkında düzenleme yapan
kanunları İran ve Suriye'den almıştır. Cizye'ye atıf yapan Taberi (bunlar
Ömer'in İran’ı fethettiği zamanki kanunlardır) diye yazar. Dolayısı ile yabancı
devletlerin kanunlarını ve müesseselerini almakta, ideolojik bir mahiyet
taşımadığı müddetçe mahsur görülmemiştir.
Abbasiler zamanında kamu hukuku ile alakalı kitaplar yazılmaya başlanmıştır.
Kanuna ihtiyaç gösterdiği durumlarda yetkili organlar kanun vazedebilmekteydi.
Yazılan kitaplar, çıkarılan kanunlar devlet müdahelesinden uzakta engin bir
hürriyetle özel hukuku gelişmiştir. Durum böyle olmasına rağmen hicri 3. yy'dan
son islamda içtihat kapısının kapandığı belirtilmiştir. Oysaki mezhep imamları
dahil kendi görüşlerinden daha iyisine ulaşılabileceğini söylemiş, hatta
bazıları aynı mülahaza ile talebelerinin önünü tıkamamak için derslerinde
onları not almaktan menetmiştir. Bazı bilim adamları ile içtihat kapısı
kapanmamıştır. Ama o kapıdan geçecek insan yetişmemiştir şeklinde açıklamalar
yapmak zorunda kalmışlardır. Bilhassa batılı bilginler islamiyetin Hristiyanlık
gibi teokratik bir düzen getirdiğine inanmışlardır.
Oysaki din adamları sınıfı islamiyette mevcut değildir. Din bir zümrenin
hukuk anlaması ve yorulmaması için değil bütün insanlık için nazil olmuştur.
Bunun yanında devlet başkanlığı ile dini liderliğin ayrı elde toplanacağına
dair islamın temel kaynaklarında bir hüküm yoktur. Ayrıca İslamda
Hristyanlık'ta olduğu gibi dini liderlik gibi bir müessese söz konusuda
değildir. Zaman zaman Hz. Süleyman ve Hz. Muhammed'te olduğu gibi peygamberlik
ve devlet başkanlığı bir yerde toplanmış ve zaman zamanda ayrılmışlardır. (Hz.
İsmail ve Harut olayı) Kur’anda geçen bu yorumlara dayanan islam hukukçuları,
islam devlet başkanını dünyevi, uhrevi olarak ayırmışlardır. Teokratik devlet
yanılgısının bir kaynağıda sultanların bazılarının devrin halifelerinden menşur
olmalarıdır. Halbuki bunun en büyük sebebi islam dünyasında sayısı artan
devletlerin aralarında bir karışıklık doğmasına engel olmaktır. Böylece nüfuzu
korunan halifelikle islam birliği sağlanmış oluyordu. Teokrasi iddiasının başka
bir kaynağıda islam hukukunun ilahi kaynaklı olmasıdır.
Ancak daha öncede belirtildiği gibi islam devlet düzeninin diğer devlet
düzenlerinden farkı islam devletinde insanların kaderinin yöneticilere
bırakılmamasıdır. İnsanı realist olarak ele alan islamiyet zulümlerin önüne
geçmek için hukuka kaynaklık etmektedir. İnsan haklarının subjektifliği insan
iradesinin kararsızlığı düşünülürse akıl ve iradenin yegane kaynak
olamayacaklarına rahatlıkla varılır. İslamiyetin temel kaynaklan kamu hukuku
alanında geçerli olan yasalar getirmemiştir. Genel olaraktan bu hususların
düzenlenmesi yönetenlere bırakılmıştır. Temel kaynaklar incelendiğinde
hukukçulara bazı sınırlamalarda getirilmiştir. Bu sınırlamalar zina, katl,
kısas, hırsızlık, miras gib belli olan hususlardadır. İslam hukukunda insan
hayatını esas kuşatan tavsiye edilen fiillerle tavsiye edilmeyen mekruh
hareketlerdir. Mübah sayılan fikirler ise bundan daha geniş yer kaplar. İslam
hukukunda bu mübah dairesini daha geniş yapan bir hüküm de zaruretin mahzuratı
mübah kıldığı hükmüdür.
VIII İslam Devletinde Hürriyetler.
İslam Devletinde kişi doğuştan getirdiği esaslı ve ezeli haklarla mücehhez
olarak devletin karşısında yer alır. Devlet kişilerin refah ve saadetlerini
temin, hürriyetlerini korumak bakımından vasıtadır. Kişi suçu ispat edilene
kadar masumdur. İslamın temel kaynaklan hürriyeti tahdit etmemiş sadece
sınırlarını çizmiştir. Yeni hürriyetler söz konusu olunca islamda yerlerinin
olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Çağımız anayasa ilmine göre islamın
getirdiği hürriyetleri şöyle tavsif etmek mümkündür.
Kişi güvenliği
Mesken dokunulmazlığı
Seyahat Hürriıyeti
İnanç hürriyeti
Grörüş ve düşünce hürriyeti
Çalışma ve kazanma hürriyeti
Mülk edinme ve yerleşme hürriyeti
İslam hukukunda herhangi bir fiil kanunlarda suç olarak yer almıyorsa faili
cezalandırılamaz. Yine işlemde asıl olan hürriyetlerdir. Yasaklar hayatta
bulunanın neneline göre arizi sayılmıştır.
IX. İslam Devletinin Esasları
1. Kuvvetin kanunda toplanması
2. Adalet
3. Dayanışma (Müşavere)
4. Liyakat
5. Sosyal dayanışma
Cemiyet halinde yaşamanın asgari şartlarını düzenleyen vahiyler sınırlıdır.
Bunlar daha ziyade hayatı düzenleyen hukuka kaynaklık etmektedirler. Temel
kaynaklarda en çok adalet üzerinde durulmuştur.
İslamda en kutsal değer. Hakkı sahibine ulaştırmaktır. Adalet ancak kanun
önünde eşitlikle mümkündür. Bu hususta Hz. Peygamber'e bile bir ayrıcalık
tanınmamıştır. İslamiyet Müslümanlarla gayrimüslimlerle bir arada yaşamalarını
ve zımmilerin hukuklarını gözetmeyi temel bir ilke olarak kabul etmiştir. Cezai
ve medeni kanunlar nazarında müslüman, zımmi farkı yoktur. Zımmiler kendi
yaşadıkları bölgelerde kendi kanunlarını uygulamakta serbesttirler. Şayet
zımmiler mecbur olmadıkları askerlik hizmetini yaparlarsa cizyeden vazgeçilir
ve kendilerine hizmetinin bedeli ödenir. İslam ceza hukukunda suçların
şahsiliği ilkesi vardır.
Devlet hayatında müşavere mevzuu üzerinde de çokça durulmuştur. İstişare
sonucu varılan karara devlet başkanının veto ile karşı gelme hakkı bulunması
devir ve şartlara göre halkın tercihine bırakılmıştır.
Kuranda 20 ayrı yerde namazdan sonra zekat zikredilerek sosyal dayanışmaya
verilen önem anlatılmıştır. Sadaka ve zekat aynı prensipten doğmakla beraber
fiilen ayrılmaktadırlar. Sadaka şahsi ve vicdanla Allah arasındadır. Zekat ise
mecburi karakterdedir. Vergi veya iane şeklinde devlete veya ictimai müesseseye
zekat verilmez. Zekat sadece üretken mallardan alınır.
Toprak ürünlerinden alınan zekata öşür denir.
X. İslam Devletinin Diğer Devletlerle İlişkileri
İslam barış anlamına gelen selamdan türemiştir. Barış islam devletinin en
önemli amaçlarından birisidir. İslam telakkisine göre devletler arasındaki
ilişki politik, askeri menfaatlere dayanmayıp ahde vefa ilkesini esas
almaktadır. Karşı taraftaki müslümanların menfaati olsa bile yapılan ahdin
bozulmasına cevaz verilmemiştir. Hz. Peygamberin “İnsanlarla Allah'tan başka
ilah yoktur, demelerine kadar savaşmakla emrolundum” sözü pek çok islam
hukukçusuna göre müslümanlara yapılan tecavüze karşı koymak, islam
davetçilerini himaye müslümanlara yardım etmek, din hususunda düçar oldukları
fitneyi izale etmek için savaş yapılmalıdır şeklinde yorumlanmıştır. Ayrıca
Şafiilerin bazıları savaşın asıl amacının kafirleri öldürmek değil onları
hidayete ulaştırmak olduğunu söylemiştir.