Genel Değerlendirme:
Peygamberimiz zamanında müslümanların diğer milletlerle münasebetleri
anlatılıyor. Peygamberimizin (sav) elçi kabul etmesi, onlara hediye verip
onlardan hediye alması, azmi, kararlılığı, sözünden dönmemesi vb. konular
inceleniyor. Uluslararası ilişkileri İslami açıdan inceleyen ender kitaplardan
birisi.
Giriş:
Sulh kelimesi fesadın zıddıdır. İyi olarak, uygun olarak iki tarafın anlaşması
aralarının düzelmesi manasına gelir.
Musalaha ise davacı ile dava arasındaki husumeti ortadan kaldıran bir akittir.
Musalaha taraflar arasında emniyet sağlar ve her iki tarafı da birbirine
saldırmaktan men eder. Asr-ı saadette Resulullahın akdetmiş olduğu musalahalar
Kur'anda harp ve sulh hukukunu ilgilendiren ayetlerin tefsiri mahiyetinde olup
Hz.Peygamberin kavli ve fiili sünnetidir. Ahd; kökünden alınan muahede kelimesi
ahidleşmek, ahd ise yeminle teşvik edilen akit, söz verilen hususu her
halükarda korumak demektir. Muahede ise sulh şartlarını bildiren muhasim
taraflarca kabul edilerek imza edilen belgedir. Ahd ve Akid ise teşvik olunmuş
ahd yani bir şeyi diğerine sağlam surettet bağlayan düşüm demektir.
Hz.Peygamber sağlığından gayri müslim kabile veya devlet yönetimleri ile sulh
musalahaları akdederken şüphesiz ki dayandığı kaynak Kur'an olmuştur. Bununla
beraber Kur'an da olmayanlar hükümler de sünnetine göre hareket etmiştir. Asrı
saadette musalahalara esas olan sözü edilebilecek üçüncü kaynak ise örf ve
adetlerdir. Bir kısmını kaldırmışken bazılarını ise hal üzerinde bırakmıştır.
İlk etapta Resulullah'ın musalahaları bunlara dayanırken daha sonra zamanla
ilaveten İslam hukukçularının içtihat ve reyleri, icma ve kıyas, hakem
kararları, komutan, amir ve hakemlere verilen resmi talimatlarda eklenmiştir.
Musalahayı Hazırlayan Şartlar
Karşı tarafta İslam Devleti arasında musalaha yapılması için bazı şartlar
vardır ki onlar; Gayri Müslimlerin sulh ve barış yoluyla bir musalaha akdederek
İslam Devletinin hudutları içinde yaşamak zorunda kalmaları. Bir gayri müslim
devletin İslam Devleti ile harbe girip harbin neticesinde teslim olması ve
boyun eğmesi. Hiçbir zorlayıcı bir sebep olmaksızın sırf İslam Devletinin
himayesi altına girmesini kabul ederek kendisiyle bir sulh muhadesi akdetmesi.
Şu hususa dikkat etmek gerekir. ki bu hükümler zamana ve zemine göre ele alınan
hükümler bir kendi isteğiyle sulh isteyen ve bir de savaşta yenilen bir devlet
için aynı muamele yapılmaz. Bu hususlarda hangisi olursa olsun Himayeyi kabul
eden devlet zımmi sayılır. Bu durumda can ve malları korunur ve karşılığında
cizye ödemek zorunda kalır. Musalaha unsurları ise; İslam hukukunda muahedeni
şartları yani akd açık ve belirli manaya sahip olup yapılan anlaşmalarda
tamamen her iki tarafın rızası öngörülür. Muahedenin taraflarından birinin
muvaffak ettiği karşı tarafa ulaşırsa buna "icap", diğer tarafın buna
muvaffak etmesine "kabul" denir. Denildiği üzere rıza, şarttır bu
ister sulh yoluyla ister zorlayıcı yollarla olsun önemli olan rızanın
varlığıdır. Rızanın varlığının yanı sıra imzanın da çok büyük önemi vardır.
Tastik yetkisi olanlarca imza edilmedikçe anlaşma hiçbir hüküm ifade etmez.
Nitekim Hz.Peygamber yabancı hükümdarlara mektup göndermeye karar verdiği vakit
H 6. senesinin sonlarına doğru mühür kullanmaya başladığı ittifakla ifade
edilir. Hz.Peygamber Dümet-ül Cendel Reisi Ukeydir ile bir muahede akdettikleri
zaman muahede metninin altına parmağı ile mürekkepten bir çizgi veya işaret
koyduğu nakledilen rivayetler arasındadır. Şeybani ve diğer İslam hukukçuları
Bakara suresinin 282. ayetinde ve Hz.Peygamberin sünnetine dayanarak sulh
muahedesinin yazılı olması gerektiğine kani olmuşlardır. " Birbiriniz,
emin bulursanız kendine güvenilen kimse üzerindeki emanet borcu sahibine
ödesin." Ayetinin ibaha ve irsat için olduğunu beyan etmişlerdir.
Sürenin Belirlenmesi:
Taraflar arasında kararlaştırılan muahedenin yazılış ve yürürlüğe giriş tarihi
ve muahede süresinin açıkça belirtilmesi ileri sürülmüştür.
Hz.Peygamberin yaptığı sulh muahedelerine de bazılarının süresinin sınırlanmış
bazılarının ise tahdit edilmeyenlerinde olduğu görülmüştür. Gayri muayyen
süreli olanlar mezkur ayete istinaden 4 ay önce haber verilmek suretiyle
feshedilmesi cihetine gidilmiştir. Müddete bağlı olan muahedelerde müddet
bitmedikçe herhangi bir husumet belirtisi gösterilmez. Bu durumda şu hadis
aktarılır; "Her kim bir kavimle anlaşma yaptıysa müddeti bitinceye kadar (
bu ipin ) üzerine bir düğüm düğümlesin ve onu çözmesin."
Musalaha Yapma Yetkisi:
Yapılan musalahalarda yetki meselesine gelince, her zaman tastik mercii hazır
vaziyette bulunmayabilir. Bu durumda mudahedeler devletlerin temsilcileri
tarafından müzakere edilecek muvakkaten karara bağlanır. Bu görüşme esnasında
salahiyet dışı mesele görüşülmez veya yetki istemek üzere ilgili makama
müracaat edilir. Heyetler verilen talimata uygun şekilde hareket etmemişlerse
ve yetki sınırlarını aşmışlarsa bu gibi durumlarda tasdik işlemini reddedilmesi
ve yapılan muamelenin hükümsüz ve geçersiz olacağı tabidir. Netice;
Hz.Peygamberin ve halifelerin seçtikleri delegelerce yürütülen sulh görüşmeleri
sonunda son şeklini alan sulh şartlarını onaylamaları vekil yada temsilcinin
yetki sınırlarını aşıp aşmadığının denetiminden ibaret bulunmasıdır ki, onun
koşul veya tasdiki musalaha onaylama anlamına gelir. Yetkili makamın onaylaması
ile de bütün müslümanları bağlayıcı nitelik kazanır.
Modern hukuk sistemlerinde de muahede yapmak yetkisi ile onay yetkisi daima
birbirinden ayrı olarak değerlendirilmiştir. Osmanlı Devletinde muahede padişah
adına vezir, sadrazam, kazasker vb. tarafından müzakere parefe edilmiştir.
Muahedenin onaylanmasında doğrudan doğruya padişaha aittir. Görüldüğü üzere
hemen hemen her devirde bir tasdik mercii söz konusu olmaktadır. Ancak bu
tasdik mercii, aynı zamanda sulh şartlarını görüşme yetkisine de sahip
olabilir. Peygamber efendimiz musalahada lisan ve yazı usulüne ayrı bir önem
vermiştir. Göndereceği elçilerin o dili konuşmalarına emniyet ederdi. Mesele
Yahudilerle yapılan muahedelerde katiplerine İbranice öğrenmelerini emretti.
Hukuki metinler beşer yapısı oldukları için zamanla taraflar arasında yeni
bir takım anlaşmazlıkların olması muhtemeldir. Mustahen tarafları onun bazı
maddelerinin kendi çıkarlarına uygun düşecek biçimde yorumlamaya
kalkışabilirler. İşte bu durumda başka isnadatına kalmasına meselenin halli
için musalaha kurulacak bir komisyona havale edilerek halledilir, veya
muahedeye dahil olması suretiyle gerçekleştirilir.
Hakemlerin Dikkat Edecekleri Hususlar:
A- Kelimelerin tek tek incelenip kelimenin tabir ve mufat arasında metinin
içinde yeni bir mana çıkmıyorsa inceleme durdurulur. Yeni manalar çıkarsa diğer
usullere başvurulur.
B-Burada sözleşmenin mahiyeti, gayesi, hükümleri, hazırlanışı ve kabul ediliş
usulü nazar itibara alınır. Yeni mana buna göre biçimlendirilmiştir.
C-Bir vesikayı batıl hale sokan yorum tarzını kusur etmemek prensibi musalahada
hal ve şartların icabına göre gerekli tadilat yapılacağına dair. Her hangi bir
kayıt ulunmayabilir. Bu gibi durumlarda tadil isteği tarafların her hangi bir
tarafından gelebilir. Bu isteğe karşı taraf rıza gösterebilir.
İslamın asıl maksadı sulh içinde yaşamak olduğu için düşmanlar akdedilmiş olur.
Musalaha şartlarına dikkatle ve titizlikle riayet edilmesi istenmiştir. Nitekim
Hz.Peygamber "İslam da Hilt yoktur, hilt cahiliyededir. buyurmaktadır ve
Cenab-ı Hak vefayı müminlerin sıfatlarından saymıştır. Ve ters düşen herhangi
bir hususta ise yüz tane şart kılınmış olsa bunun batıl olacağını haber
vermiştir. Efendimizin işte bu madde daha başlangıçta batıl olacağından Hukuki
bakımdan bağlayıcı niteliği yoktur. Bunun dışında bile aleyhte bile olsa
uyulması vecibedir.
İslam dini ahde vefa görüşmelerini sülalelerden ısrarla istemiştir. Ancak
öyle durumlar olur ki bu vaziyette hala musalaha şartlarına bağlı kalmak büyük
bir haksızlığa sebep olabilir. Bunun için karşılıklı hak ve mesuliyet ihtiva
eden muahede de çeşitli sebeplerle fesh edilebilir.
1-) Musalahadan Makzi; bir müslüman devlet hiçbir zaman karşı taraftakilerin
gayri müslim olduğunu ileri sürerek eline fırsat geçtiği zaman sulh akanı bozma
cihetine gidemez. Çünkü onun ahdi Allah içindir ve ona sadık kalmalıdır. Hatta
müslüman devletin zaruret altında İslam nizamına aykırı olarak akdetmiş olduğu
muahedeler zaruret devam ettiği müddetçe muteber sayılır. Akit tarafın ihaneti
her zaman açık olmayabilir. Fakat hal ve davranışlardan onun muahede bozma
eylemi olduğu sezilebilir. Bu durumda kendilerine yazılı veya sahafi olarak
önceden haber verilmek suretiyle belirli bir süre içinde aralarındaki sulh
akdine son verilebilir.
2-) Belirlenen müddetin sonunda fesh hakkı ; taraflar arsında yapılan muayedeler
belirli bir süre ile sınırlı olamaya bilir. Bu gibi hallerde muayedeyi sona
erdirmeksizin tarafların muahadenin şartlarına riayet etmesi kaydıyla müddetin
itamını beklemek gerekir.
3-) Müddete bağlı olamaksızın fesh hakkı; İslam devleti ile diğer haşim taraf
arasında sırf muahede yapıldıktan sonra akdin tarafları kim olursa olsun onu
haber vermeksizin bozmaya kalması ve muahedeyi feshetmesi taraflardan diğerine
ihanet olacağı için haramdır. Ancak muahedeler esnasında istendiği zaman
muahedenin tek taraflı olarak belirli bir süre önce haber verilmek suretiyle
feshedileceğine dair hüküm yer alabilir. Bu durumlarda bir mesuliyet söz konusu
olmamaktadır. Diplomasi ; gerek Resulullah (sav) gerekse diğer devrelerde bir
yardımcı unsur olarak müracaat edilmiştir.
4-) Elçiler: İslam devletide diğer gayri müslüman devletler ve kabileler
arasında münasebetler genellikle elçiler vasıtasıyla görülmüştür. Resulullah'ın
göndermiş olduğu elçilerine gelince bunların hadis yanılmasına katkıları
oldukça fazladır. Çünkü onlar daha ilk devirlerde gitmiş olduğu ülke
liderlerine ve halkına sadece Hz.Peygamberin hususi bir mesajını iletmekle
kalmamış aynı zamanda onun kavli, fiili ve hatta taktiri sünnetine ilişkin pek
çok hususlarını da nakletmişlerdir.
5-) Peygamberin seçtiği elçiler halim, selim kimselerdi. Hitabet kabiliyetleri
çok fazla, belagat ve fesehat sahibi idiler. Hasmını ikna kabiliyeti kuvvetli
deliller getirme özelliklerine sahip gönderildikleri ülkenin lisanına vakıf
idiler. İslamda " elçiye zeval olamaz" sözü devlet politikası haline
gelmiştir.
a- Elçilerin can ve mal emniyeti; elçiler sadece kendi can ve mal emniyeti
temin etmekle kalmamakta aynı zamanda beraberinde bulundukları kimselerinde
şahsi masuniyetten faydalanırlar ve asla öldürülmezler ve ancak fevkalade
hallerde ( casusluk şüphesi ) göz altında tutulabilirler.
b- Elçilere iyi muamele edilmesi
c- Elçilerin din ve vicdan hürriyetleri
d- Elçilerin gümrük muafiyeti
Elçilerin kabulü; Sahabelere bir elçinin nasıl ağırlanmasını öğretiyorlardı.
Çünkü gelen elçiler çoğunluğu putperest yada ehli kitap idi .Ancak her ikiside
kendi ananelerine göre amirlerin önünde secde ederlerdi durumu bilmedikleri
için aynı şeyi Hz.Muhammed'in(sav) huzurunda da yapmakta idiler. Bunun
bertarafı için önceden büyük çaba harcamak gerekliydi ve bu çaba harcanırdı.
Kabul yeri ve kıyafeti; Hz.Peygamber'in diplomatik manada elçileri kabulü
Medine devletinde başlamıştır. Kendisi Medine'de bulunduğu zaman utadı üzere
Cami-i Kebirde elçileri kabul ederdi. Karşılama sırasında daima güzel elbiseler
giyerdi.
Resulullah'ın elçilerinin hediyelerinim kabulü;
Nasıl kendisine gönderilen elçilerin getirdikleri hediyeleri kabul etmiş ve
kendilerine hediyelerini takdim etmiştir. Ama asla sadaka kabul etmemiştir.
Ayrıca kabul ettiği hediyelere doğrudan doğruya devlet hazinesine giderdi.
Resulullah'ın elçilere hediye takdimi:
Resul hususi elçiler vasıtasıyla İslam'a çağırdığı yabancı hükümdarlar kendisi
hiçbir suretle hediye göndermemiştir. Nebi (as)'in vefatı sırasında vasiyet
ettiği ilk şeyden birini ise benim kendilerine hediye verdiğim gibi hediye
veriniz şeklindeki tavsiyesi olduğunu bildirmiştir. Genellikle çeşitli
vesilelerle kendisine hediye gönderen devlet ricalinin hediyelerinden diğer
ülke elçilerine hediyeler verirlerdi. Devam edegelen kin ve husumet ortadan
kaldırarak savaş etmemiştir. Çünkü kurmayı tasarladığı şehir devleti ancak bu
şekilde vücut bulabilirdi. Bu maksatla çeşitli etnik gruplarla müşaverede
bulundu. İkili ayrıklıklara önem vermedi. Bu birliği sağladıktan sonra
muhacirler Evs ve Hazrec kabileleri ile Yahudi kabileleri arasın federatif bir
devlet kuruldu. İdare edenlerle edilenlerin hak ve vecibelerini teferruatıyla
açıklayan bir vesikayı da bu devletin ilk anayasası olarak ilan etti. İbn-i
İshak bildirdiğine göre Resulullah(sav) Medine 'ye hicret ettikten sonra ilk
önce ensar ve muhacirler arasında bir sözleşme addetmiştir. Daha sonra ise
Yahudilerle müslümanlar arasında kardeşiliğe ilişkin hususlar görüşülüp kesin
olarak karara bağladıktan sonra diğer gayr-i müslimlere karşı hak ve
vecibelerin müzakeresi yapılmıştır.
Hukuki Durumu:
Pek çok müellif bu vesikanın dünyada vücuda getirilen ilk anayasa olduğunu
savunmaktadır. Bu incelendiği zaman bu modern bir hukuk sistemidir. Anayasa
düzenlemesine ait temel esasları eksiksiz olarak ihtiva etmektedir. Yahudi
kabilelerinin başına gelen hadiselerde askeri ve hukuki bakımından aşağıdaki
neticeleri çıkarmak mümkündür.
a-Ahd yapılan devletin sulh bozmasına ilişkin haberlerin öğrenilmesinden sonra
kendisine karşı düşmanca tavır takınılması
b-Bir ordu kumandanı harb esnasında gelebilecek her türlü tehlikeyi gözden
geçirmesi ve gerekli tedbirleri zamanında alması
c-Her elçinin yetki verilen hususlarda konuşması diğer hususlarda susması
d-Hakem kararını verirken hukuk prensiplerine bağlı kalması tarafların kesin
muvafakatını ve rızasını almayı ve diğer musalahalarda sulh önünde bulundurmayı
ihmal etmeyecek.
e-Bu nazik durumda ve maslahatın gerektirdiği hallerde karara merciği karara
verme yetkisini taraflarda güvenini kazanmış olan bir zata veya heyete
devredebilecek
f-Muahedenin ahdi bozulduğu vakitte harb olduğunu ve onlara karşı ehli harbe
ait ahkamın uygulanacağına dair bir tebligat müşahede edilmektedir
g-Ahdi bozana karşı imamın tam bir serbestiyete sahip olduğunu dilediğini
sürebileceğini, öldürebileceğine cevaz olduğuna şahit oluyoruz.
e-Nihayet İslamı kabul edenlerin İslamın himayesi altına girdiklerinde can ve
mal emniyetlerini sağladıklarını görmek mümkündür.
i-İster kadın isterse kadın olsun yenilen tarafın katledilebileceğine bunların
dışındakilerin çocukların, masum kadınların, yeni harbe iştirak etmemiş olanlar
katledilmeyecek, esir edilebileceklerine müşahede etmekteyiz.
j-Yahudiler Resulün şahsına kastetme girişimleri olmasına rağmen onları sürgün
etmemeleri fakat İslam devletine kastetmesi söz konusu olduğu zaman
affedilmemeleri dikkat çekicidir.
Hudeybiye:
Hudeybiye'de imza edilen musalaha dış görünüşü itibariyle bir takım ağır
şartlar ihtiva ediyordu. Peygamberimiz ashabı kiramın hoşnutsuzluğuna sebep
olan böyle bir musalahayı kabul edip imzalarken kendi iradesiyle mi hareket
etmişti. Çoğu alime göre musalahamenin kabulü ve imzalanması vahye
dayanmaktaydı ve Hz.Peygamber ashabının üzüntüsünü görünce; Hz.Osman Mekke'ye
elçi gider. Şehit edildiği haberi gelince Mekke'deki müslümanlar toplanıp
Resullullah'a biat eder; bu vaka İslam tarihinde Beyat-ı Rıdvan diye bilinir ki
Cenabı Hakk'ı bile Mehtü senasına mazhar olmuşlardır "müminler ağaç
altında sana biat ederlerken Allah o mü'minlerde razı oldu" bu beyat
Kureyş tarafında duyulmuş ve sulh müzakerelerine Resul davet edilmiştir.
Şartlar ise hicret eden kadınların iadesi gibi çok ağır şartlar içermekteydi.
Sonuçları, ise Resulullahın Hudeybiye'ye 400 kişi olarak girmesine karşılık
Mekke'ye 10000 kişiyle girmiştir.2 sene içinde artış hızını görmek mümkündür.
İşte bunu için Fetih suresince Cenab-ı Hakkın müessir kıldığı Fethi mübin
Hudeybiye zaferinin ta kendisidir denilebilir.
Çünkü Hz. Peygamberin silahsız, mühimmatsız bir kısım ashabı ile birlikte
Mekke'nin harimi dahiline varıp Hudeybiye'yi karargah seçmesi, en azılı
düşmanına karşı Beyat'ı Rıdvan yapması ve onları sulh istemeye bırakması en
parlak bir zaferdir, kan dökülmeden kazanılan gerçek bir zaferdir.
a-Rasul'un(sav) azim ve kararlı tutumu
b-Sahabenin Rasul'e sadakatle bağlılığı
c-Resul'ün kesinlikle harp etmemek niyetinde bulunması
d-Kureyş'in göndermiş olduğu temsilcilerin önünde sahabe bağlılığının
gösterilmesi
e-Beyat'ı Rıdvan hadisesi
f-Kureyş'in daha önce harplerde müslümanların gücünü bilmeleri
g-Yapılan harpler neticesinde Kureyş'in zayıf düşmüş olması ve ticaret
yollarının kapanması
h-Ebu Cehil ve Ebu Leheb gibi elebaşılarının ölmüş olmaları
ı-Kureyş kabileleri arasında hoşnutsuzluk baş göstermesi ve Resul'ün Kureyş'e
yapmış olduğu yardımı ve tutumu Hudeybiye anlaşmasına zemin hazırlayan
sebeplerdendir.
Resul'ün Hudeybiye barışından sonuna kadar değişik tavırlar içinde
görmekteyiz. Kureyş tarafından gönderilen delegelerin mizacına göre tavır
takınmakta kimisine karşı sert, kimisine karşı yumuşak davranmakta ve kararlı
tavırlarıyla tam bir şecaat örneği göstermesine rağmen İslamın temel
prensiplerini zedelemeden gerekli esneklik göstermesi takdire şayandır.
Resulullah'ın Kureyş ile olan münasebetleri siyasi bir vesika ile karara
bağlandıktan sonra siyaset ve harp meydanında tam bir canlılık baş
göstermiştir. Kısaca söylemek gerekirse Hudeybiye musalahası büyük bir
fetihtir. Siyaset sahasında elde edilen fetih ise harp sahasındakinden daha
büyüktür. Bunun için cenab-ı hakkın övgüsüne mazhar olmuştur