Genel Değerlendirme:
Kitap ilk bölümünde, uluhiyyet, nübüvvet ve ahiret, Hz. Muhammed'in (sav)'ın
risaletini ispat konularını inceliyor. İkinci bölümde ise Kur'an'ın ikna
yöntemleri tesbit edilerek ele alınmıştır.
Kur'ân'ın ikna hususiyeti bir doktora tezi çalışmasını oluşturmaktadır.
Kitab, Yrd. Doç. Dr. Muhammed Çelik tarafından Prof. Dr. Suat Yıldırım'a takdim
edilmiş eser niteliğini taşımaktadır. Aynı zamanda, ezerin sunuşu Prof. Dr.
Suat Yıldırım tarafından kaleme alınmış.
Kitabın giriş kısmında iki hedef gözetilmiştir. Bunlardan birincisi: Kur'an
ikna üslubunun kendine has olup, felsefe, mantık ve kelam ilminin metotlarından
farklı olduğunu ortaya koymak, İkincisi; ikna ile ilgili kavramları tesbit
ederek, bu kavramların Kur'an'da kullanılışının hususiyetlerini göstermek. Bu
ikinci şık. Bir anlamda da Kur'an'ın kendine mahsus bir ikna ve irşad üslubu
olup, beşeri hemen her disiplinden farklı olduğunu göstermektir.
Birinci bölümde Kur'an-ı Kerim'in temel meseleleri olan Ulûhiyyet, Nübüvvet ve
Âhiret ile Kur'an'ın Allah katında olduğu ve Hz. Muhammed (asm)'ın Risaletinin
hakkaniyetini ispat mevzuları ele alınmıştır. Kur'an'ın indiriliş maksatları
içinde ilk sırada yerini alan bu konular arasında benzeşme vardır yani bunlardan
birinin ispatlanması diğerlerinin varlığına delil teşkil eder.
Kur'an, kendi nüzul maksatlarını gerçekleştirmek için fıtrata münasip bir
tarzda insanın akıl, şuur, irade, kalb, vicdan, his vb. insanın hareketleri
üzerinde tesirli olan dahili kuvvetlerinin her birine hitap ederek hepsini
tatmin eder, hiçbirini ihmal etmez. Yine muhatabına akli ve hissi deliller ve
hem de nakli deliller getirerek onun her iki nev'i gözünü; hem baştaki
gözlerini hem de kalb gözlerini açmasını temin eder. O, akl-ı selim sahibi,
hakikate susamış sade insanları bedahet derecesinde açık delillerle irşad
ederken, muarızlarını da kendi hallerine bırakmaz; onları sorgulamak suretiyle
foruma çeker; başlarına bedahetler yığını yıkarak bir şey söyleyecek hal
bırakmaz. Bunu yaparken, büyük bir sadakatle muarızların iddialarını kaydedip,
bunları teker teker cevaplandırır. Böylece, bütün zamanlardaki muhaliflerin
iddialarını cevaplayıp, çürüttüğünden onlardan gerçeği arayanları ikna ettiği
gibi, inatçıların iç dünyalarını gözler önüne sermek suretiyle onları ibret-i
alem yapar. Bütün bunlar, aynı zamanda mü'minlerin inançlarını pekiştirmekte,
manevi güçlerini katlamakta ve onları doygunluğa ulaştırmaktadır.
Kur'an, muhatablarını ikna etmek amacıyla onlara her an, her yerde görülen
müşahhas deliller gösterir. Bu deliller o kadar kuvvetli ve kat'idir ki, bazen
hakikati, muarızlara itiraf ettirir. "Şüphesiz onlara: 'Göklerin ve yeri
kim yarattı?' diye sorsan, mutlaka 'Allah' derler." (Lokman/25).
Uluhiyyet, Nübüvvet ve Ahiret gibi inanç ile alakalı meselelerin her birini,
birçok delil getirmek suretiyle, hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak surette
ispatlar. Kur'an, inanç ile alakalı meselelerin hiçbirinde, muhataplarından
gözü kapalı bir tasdik istemez. Bedenen olduğu gibi, belki ondan daha çok
insanın zihni ve kalbi bir gayret içinde olmasını, bu iki yönlü gayret
neticesinde ancak tabii olan hakikatı bulabileceğini bildirir. Mamafih
getirdiği delillerden sadece bir tanesi bile insanı ikna etmeye kafidir.
Allah'ın varlığı ve birliği ile alakalı şu müşahhas akli delillere bir
bakalım: "Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe ha? (...)"
(İbrahim/10). "Eğer yerde, gökte Allah'tan başka tanrılar olsaydı, ikisi
de (yer de gök de) bozulup gitmişti (...)" (Enbiya/22). Birden çok ilahın
olması halinde, yerin ve göklerin dengesinin bozulacağı anlaşıldıktan sonra, bu
kainatın işlerini yönetmek için Kadîr, Kahhâr, Kerîm Yaratıcı'nın varlığının
elzem, zaruri olduğu anlaşılmış olur.
Kur'an "gaybî" meselesi hakkında bile, öyle deliller getirir ki, bu konuda
muhataplarına yakin derecede bilgi kazandırır. Ahiret inancını kökleştirmek
için öyle kat'i bürhanlar sunar ki, insan bunlardan ir kısmını her an (yeryüzü
ve gökyüzü gibi), bir kısmını har gün (uyku ve uyanıklık halleri gibi), bir
kısmını senede birkaç defa (yeryüzünün ölümünden sonra dirilmesi, mevsimlere
göre değişik şekillere bürünmesi gibi) tecrübe edip bizzat yaşamaktadır.
"Gökleri ve yeri yaratan, bunları yaratmakla yorulmayan Allah'ın ölüleri
de diriltmeğe de kadîr olduğunu görmediler mi? Evet O her şeye kâdirdir"
(Ahkâf/33). "O'dur ki geceleyin sizi öldürür gibi uyutur, gündüzün ne
işlediğinizi bilir; sonra belirlenmiş bir süre geçirilip tamamlansın diye
gündüzün sizi diriltir. Sonra dönüşünüz O'nadır; sonra O, dünyada yaptıklarınızı
size haber verecektir." (En'am/60). "O'nun ayetlerinden biri de
şudur: Sen, toprağı boynu bükük (kupkuru) görürsün. Onun üzerine suyu
döktüğümüz zaman titreşir ve kabarır. Onu dirilten Allah elbette ölüleri de
diriltir. O, her şeye kâdirdir." (Fussilet/39). "Allah'ın rahmetinin
eserlerine bak ki, nasıl yeri ölümünden sonra diriltiyor? Kesinlikle, O,
ölüleri de diriltecektir. O herşeye kâdirdir." (Rûm/50). İnsanın kendi
yaratılışı bile haşir inancının bir delilidir. "İnsan, bizim kendisini
nasıl bir nufteden yarattığımızı görmedi mi ki, şimdi apaçık bir hasım kesildi?
Kendi yaratılışını unutarak bize bir mesel verdi: "Şu çürümüş kemikleri
kim diriltecek?' dedi. De ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her
yaratmayı bilir. O, size yeşil ağaçtan ateş yaptı da siz ondan
yakınıyorsunuz." (Yasin/77-80). Bilhassa hayvanlarda ve bitkilerde daima
meydana gelen haşirlere dikkat edip düşünen kimse, elde edeceği çeşit çeşit
işaretlerle haşrin vukuuna süratli bir şekilde intikal edecektir ki bunda, hem
aklî hem naklî deliller mevcuttur.
Allah Teâlâ, bu kadar muazzam kainatı insanın istifadesine vermiştir; elbette
insanın ilahi tevcihlere mazhar olmadan bu büyük emanetin hakkını vermesi, ona
gereği gibi riayet etmesi düşünülemez. Hâlık Teâlâ, insanı, hayattaki işlerini
yürütmesi için sadece kendi aklına bırakmamıştır; çünkü iyilik veya kötülük
kişilere göre değişebilmektedir. Birine göre iyi olan bir şey, başkasına göre
kötü olabilir. Sûri değil, gerçek iyiliğin ortaya konması ancak ilahi ölçülere
muvafık hareket etmekle mümkün olur. Bu bir realitedir. Binâenaleyh. Nübüvvet
insan için zaruridir.
İknâ konularından biri de, Kur'an'ın Allah tarafından gönderildiği
vakıasıdır. "Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah'tan başkası
tarafından indirilmiş olsaydı, onda birbirini tutmaz çok şeyler
bulurlardı" (Nîsâ/82). "Biz onlara, ufuklarda ve kendi canlarında
ayetlerimizi göstereceğiz ki o Kur'an'ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun
(...)" (Fussilet/53). Buna göre; ilmin verileriyle ünsiyet kesbetmiş her
mü'mine bir vazife düşmektedir: Ruhun iki esası olan bilgi ve imanı vahyin
verileriyle ünsiyet kesbetmiş her mü'mine bir vazife düşmektedir: Ruhun iki
esası olan bilgi ve imanı vahyin verileri ile, alimlerin ispat edilmemiş veya
ispat edilemez iddialarını değil, fakat tecrübelerinin müsbet neticelerini
karşılaştırmak ve bu karşılaştırmanın neticesini de ortaya koymak. Zira iki
gerçek olan bilgi ile imanın birbirini tekzip değil, ancak teyid etmeleri
gerekir.
Kur'an aynı zamanda bütün peygamberlerin hamiliğini yapan, Nübüvvet'in en
büyük delili Hz. Muhammed (asm)'ın Risaletinin hakkaniyetine de müşahhas
deliller getirir "De ki: 'Eğer Allah dileseydi, onu size okumazdım ve onu
size hiç bildirmezdi. Ben bundan önce aranızda bir ömür boyu kalmıştım,
düşünüyor musunuz?" (Yûnus/16). Bir ömür boyunca, hiç bir ilimle iştigal
etmeyen, hiç kimseden ders almayan ve bu yönde gayret içinde olduğuna şahit
olunmayan ümmî bir Zât'ın Kur'an gibi; geçmiş ümmetlerin haberlerinden,
gelecekte vuku bulacak hadiselerden, insanların tâbi olduğu
sosyolojik-psikolojik (âfâkî-enfüsî) kanunlardan, istikbaldeki ilmiş
keşiflerden; yeryüzünden, burada yaşayan enva-i çeşit canlılardan, gökyüzünden,
oradaki hadiselerden edip ve beliğlerin ağzını açıkta bırakacak bir i'câz ile bahseden,
hatta bütün bu konularda bayrağı zirveye koyarak insanlara meydan okuyan bir
Kitab'ı kendi bilgisine dayanarak getirmesi mümkün müdür? Kezâ, kendisinden
hilaf-ı hakikat en ufak bir şey sadır olmadığı, daha sonra muarızları olacak
kimseler tarafından kendisine verilen "emin" vasfından da anlaşılan
şefkat, merhamet, adalet timsali bu Zât, ölüm cihetinin daha ağır bastığı son
devrede kendine ait olan bir şeyi başkasında isnat etmek gibi fıtratına aykırı
olduğu birçok bürhandan belli olan böyle bir şeye tevessül eder mi? Kaldı ki o
şey, paha biçilmez kıymettedir.
Eserin ikinci bölümünde, Kur'an'da kullanılan ikna yöntemleri tesbit edilip ele
alınmıştır. Kur'an, kendi gerçekleri, beşer aklının tabi olduğu kanunlara göre
sunar. Gerçekte ve kanaatlerin dayandığı temel geniş olmalı. Ne kadar
güvenilirse güvenilsin, bir tek gerçek şüphe ile karşılanır. Tek gerçeklerin
genellikle "ağırlık"tan mahrum olduğu bir realitedir. Kur'an, kendi
geçeklerini ve esaslarını çeşitli üsluplarla, deliller ve bürhanlar eşliğinde
sunar. Onun için, davasını tabanı son derece geniş, yaygın ve güçlüdür. Ayrıca
getirdiği dillerin büyük çoğunluğu her zaman yeni, taze olmakla beraber, her
seviyeden insana hitap etmektedir. Kur'an, tecrübe edilmiş deliller de
kullanır. Zira, mücerret akıl ile bilinemeyecek hakikatler tecrübe ile
keşfolunabilir. Yeşil ağaçtan ateş çıkması gibi.
Kur'an'ın delilleri, her seviyedeki ve kabiliyetteki insanlara hitap eder.
Bu deliller dış alemde, insanın iç aleminde, ruhta, akılda, vicdanda
sergilenmektedir; hülasa her şeyde O'nun birliğine delalet eden bir ayet, bir
işaret vardır ancak her insan, ikna olmak için, bütün bu delillerden her birine
karşı aynı derecede hassas değildir. Kimisi içe dönüktür; dış uyarıcılardan
çok, içe yönelik uyarıcılardan etkilenir. Bir başka grup insan ise bunun
aksinedir. Kimisi gördüğü dış manzaralar karşısında ihtizaza gelir. Kimisi de
korku ve dehşet halleri karşısında intibaha gelir. Kimi insan bir bakışla, bir
göz kırpmasıyla uyanırken, kimisi de katı bir darbe ve şiddetli bir sarsıntı
ile ancak kendine gelir. Kimilerinin inancı bir çok faktörlerin üst üste
yığılmasıyla oluşurken, kimileri de yığınlarca delili gördüğü halde hiç bir şey
anlamaz, gaflet eder. Yine Kur'an, insanın hareketlerinin istikametini tayin
eden başlıca amil olan sevkedici kuvvetleri (sevinç, emel, istek gibi) ve
yüceltici kuvvetleri (beğenme, hayranlık, takdis gibi) muvazeneli bir şekilde
besler, uyarır ve harekete geçirir. Bu kuvvet çeşitlerinden herhangi birinin
lehinde veya aleyhinde, denge muhafaza olunmadığı taktirde müsbet sonuç
alınamayacağında şüphe yoktur. Binaenaleyh bir eğitimcinin talebelerini korku
ile irade etmesi onu kaybetmesi için yeter bir sebeptir. Sadece sevdirme
amiliyle onul eğitmeye kalkması onun bozulmasına yol açacak tehlikeli bir yoldur.
Duygularını sadece hayranlıkla doldurmak ise ne ondaki durgun bir hissi
harekete geçirebilir, ne de bir eğriliğini düzeltebilir.
İnsanlar dış görünüşleri itibariyle farklı oldukları gibi, iç dünyaları
itibariyle de çeşit çeşittirler. Bazı nefisler sağlam ve oturaklıdır, bazısı
bunun tersine hafiftir, oynaktır, bir orda bir burdadır, kararsızdır. Bazısı
günahkar, bazısı dinden çıkmış sert ve katıdır. Bunlar birbirine taban tabana
zıt ve değişiktir. Kur'an'ın, bunların her bir nev'i için özel bir ilacı
vardır. Kur'an'ın ehemmiyetli ikna usullerinden olan meselelerde bulduğumuz
zengin üslubunun bir faydası da budur. Bu meseller, envai çeşit ruh hallerine
sahip bütün insanlara hitap ederler. Keza, akıl kendisinin de doğruluğunu
kabulleneceği dış alemden bir şahit kendisini desteklemedikçe, tek başına
nefsin güvenini kazanamaz. Bu şahit, Kur'an'ın ayet dediği tabiat hadiseleri
ile dersleri ve ibretleri ile kıssadır.
Kur'an, kendi gayelerini gerçekleştirmek için bir çok usul ve üslup kullanmış,
muarızları ile mücadele etmiştir. Lakin mücadeleyi, mutlak olarak bırakmamış,
"en güzel şekliyle" kayıtlamıştır. Mü'minlere de bu yönde; en güzel
sözü söyleme inkarcılara, Ehl-i Kitaba karşı "güzel söz, yumuşak söz"
söylemeleri yönünde onları irşad etmiştir. Münafıklara bile güzel söz ile hitap
emredilmiştir. (İsra/53; Nahl/125; Ankebut/46). Şu kadar var ki, bir inat eseri
olarak, ne kadar delil gösterilirse gösterilsin, hatta elleriyle bunlara
dokunsunlar, kendilerine melekler inse, onlara ölüler bile konuşsa bazı kimselerin
-Allah dilemedikçe ikna olamayacaklarını, imana gelmeyeceklerini ve
inkarcıların her zaman olabileceğine dikkat çeker. (En'am/7, 111, 124). Lakin
şuna da işaret eder: Sel gider kum kalır; hak sabittir, köklüdür, galiptir,
batıl ise tabansızdır, zayıftır, yok olucudur (R'ad/17)
Netice itibariyle Kur'an, sadece imanın dışarıdan empoze edilemeyeceğini
ilan etmekle kalmamış, üstelik akla dayanmayan bir otoritenin muhtemel
tehlikelerini hesaba katarak (Bakara/170; Maide/104), gözü kapalı bir
muhafazakarlığı, şiddetle suçlamış ve insanı ucuz edinilmiş fikirlerden, peşin
hükümlerden, muhitlerinin tesirinden, atalardan kalıp körü körüne taklit
fikirlerinden azade bir tefekküre davet eder (Sebe/46). O, sırf inanmış olmak
için inanmayı da istemez. Fakat sıklıkla tekrar eder: Düşününüz, tefekkür
ediniz, teemmül ediniz, tahkik deniz der ve bu emirleri tecrübe ötesinde olan
Allah'ın varlığı, ölüm sonrası dirilişe inanç gibi iman mevzularına da teşmil
eder. "Ta ki helâk olan açık delille helâk olsun, yaşayan açık delille
yaşasın" (Enfal/42).