KİTABIN KONUSU:
Kelimelerin zaman içerisindeki mana değişiklikleri yani semantik ilminin
verilerinden de istifade edilerek Kur'an'daki inançla ilgili temel kavramların
incelenmesi ve açıklığa kavuşturulmasıdır. Kur'an-ı Kerimi doğru biçimde
anlayabilmek için, yüce Kur'an'ın edebi incelikler taşıyan metnindeki
kelimeleri, onların tarihi seyrini ve onlarda, zaman içinde meydana gelen
değişiklikleri tam bir şekilde göz önünde bulundurmamız gerekir. Aksi taktirde,
Kur'an metnini yorumlarken hataya düşebiliriz.
Bu kitap yazarının araştırmaları neticesinde doktora tezi olarak hazırlanmış ve
1994 yılında kabul edilmiştir.
Araştırmanın asıl amacı, yüce Kur'an'ın doğru bir şekilde anlaşılmasına
yardımcı olmaktır. Kur'an-ı Kerim'in Arapça indirilmiş olması, onun için
Arapça'nın anlaşılmasıyla İslami kavramların ne anlamlara geldiklerinin bütün
yönleriyle bilinmesiyle mümkündür. Bu çalışmada Kur'an-ı Kerim'deki inançla
ilgili temel kavramları ele alarak, onların Kur'an konteksi içerisinde
kazandıkları manaları tesbit edip, böylece Kur'an'ın Arapların inanç
sistemlerinde ne gibi köklü değişmeler ve düzenlemeler yaptığını ortaya koymaya
çalışılmıştır.
1. ARAŞTIRANIN METODU:
Önce semantik tahlilini yaparak Kur'an-ı Kerim'deki inançla ilgili temel
kavramları seçerek başlıyor. Semantik tahlil için birinci bölümde dört temel
kavram seçilmiş. Bunlar sırasıyla İman, Küfür, Şirk ve Nifaktır. İkinci bölümde
ise iman esaslarını göz önünde bulundurarak inancın konusu olan, Allah, Melek,
Kitap, Nebi, Resul, Ahiret, Kaza ve Kader gibi temel kavramları ele almıştır.
Kelimelerin Kur'an öncesi anlamları açığa çıkarıldıktan sonra, bu kavramları
Kur'an'ın edebi metni içinde araştırıp nerelerde ve hangi anlamlarda
kullanıldığı tesbit edilmiştir. Kur'an'ın kendi düşünce sistemi ve semantik
alanı içerisinde bu kavramlara yüklediği yeni anlamları da belirtilmiştir.
Semantiğin Tanımı ve Tarihi: Yunanca, semantikos'tan gelen ve "manalı,
manidar, gizli anlamı olan"bir kelimedir.
Anlambilim, anlam öğretisi ise, şu manada tanımlamaktadır: "Göstergelerle
yada sözcükler ve önermelerle, onların dile getirdiği anlam arasındaki
bağıntıyı inceleyen bilgi dalı"na semantik denmiştir.
Kelimelerin Semantik Yapısı Nasıl Oluşuyor? Tanımlar bazen soyut olarak ortaya
atılırlar. Bu gibi tanımları anlamak oldukça zordur. Modern dilciler dilin
yaşayan bir canlı gibi yenilendiğini kabul ederek yeni manalar kazandığını ve
bir kelimenin manasında değişiklikler meydana geldiğini ileri sürerler. İşte
kelimelerin yeni manalar kazanmaları ve manaların değişmesi semantik ilmine
girer. Semantik kuralının gereği olan mananın zamanla değişmesiyle dilde
eşanlamlı kelime çoğalmaktadır.
Anlam Değişmeleri: Mantık açısından anlam değişmeleri başlıca şu üç türde
toplanabilir.
a) Anlam daralması;
b) Anlam genişleme ve genelleşmesi,
c) Başka anlama geçiş (yada anlam kayması),
Netice olarak diyebiliriz ki semantik; bir dilin anahtar terimleri üzerindeki
analitik çalışmadır. Yani kelimelerin tarihi seyir içerisinde kazandığı manalar
bakımından yapılan bir incelemedir. Daha sonra bu kelimelerden hareket ederek
kavrama, kavram çekirdeğine ulaşmağa, anlam değişikliklerini ve bunların
nedenlerini belli etmeye çalışmışlardır.
BİRİNCİ BÖLÜM
İnançla ilgili temel kavramlar:
A- İman; Arapça lügatte mutlak olarak "tasdik etmek"anlamındadır.
Çünkü tasdik eden, tasdik ettiğini yalanlamaktan emin kılmış veya kendisi
yalandan emin olmuş olur.
Kur'an-ı Kerim'de İman en çok kullanılan kavramlardan biridir. Kur'an'da geçen
iman kelimelerini teker teker incelediğimiz zaman, bu kelimenin Kur'an'da
"tasdik etmek, inanmak" anlamında kullanıldığını görürüz.
Şeriat dilinde iman: "Hz. Muhammed (sav)'in Allah'tan getirip haber
verdiği şeylerin hepsinin doğru olduğunu kabul ve itiraf etmektir".
Istılahi anlamıyla İslam, Allah'ın emirlerine tam teslimiyet ve itaattir. Yani
ne yapılacağı ve ne yapılamayacağı konusunda Allah'ın hükümleri ile hoşnut
olmak, tam kabul ile hiçbir itiraz olmaksızın Allah'ın görev dediğini görev ve
yasak dediğini yasak kabul etmektir. Bu yüzden, bir lisan meselesi olarak iman
ve islam arasında fark vardır. Çünkü iman, lügatte "tasdik" demektir.
Oysa islam, "tam teslimiyet" anlamındadır. Tasdikin özel bir mahalli
vardır ve dil onun tercümanından başka bir şey değildir. Bunun tersine
teslimiyet belli bir mahal ile sınırlı değildir, kalbi, dili, vücut azalarını
içine alır.
B-Küfür; Lügatte "bir şeyi örtmek" demektir. Bu sebepledir ki,
tohumu toprağa eken ve böylece onu örtüp gizleyen çiftçilere "küffar"
denilmiştir. Kılıcı örttüğü için kınına, karanlığı ile herşeyi örttüğünden
geceye "kafir" denilmiştir. Hurma çiçeği kapçığına "kafur",
kalça etine "kafire", tevbe ve ibadet özelliği taşıyan bazı cezalar
da, günahları örttüğü için "keffaret" diye isimlendirilmiştir.
Ayrıca küfür kelimesi, imanın karşıtı olarak "tekzib ve inkar"
manalarında kullanılmış ve bununla meşhur olmuştur. Bazen nimeti inkar
manasında da kullanılmıştır.
Küfür kavramı, Yüce Allah'ın nimetlerini insanlara bahsetmesi insanların bu
nimetlere karşı tutumu hususunda kullanıldığında kelime "ele geçen
menfaatleri örtmek" yani "bilmemezlikten gelmek ve bu suretle
"nankör olmak" anlamına gelmektedir. Demek ki küfür kavramının anlam
çekirdeğinde "nankörlük" öğesi bulunmaktadır.
C-ŞİRK; Allah'ın ortağı kabul etmek ve yaptığı ibadetine başkalarını da
ortak yapmak demektir. Bu da putlara, ağaçlara, hayvanlara, kabirlere, gökteki
cisimlere, tabiat kuvvetlerine, ruhani varlıklara ve insanlara uluhiyet vererek
tapınmaktır. Müşrik de; "ortak koşan" demektir.
Şirk, mutlak inkar anlamında da kullanılır. Çünkü Allah'a ortak koşmak şart
değildir, hatta uluhiyyette Allah'a denk bir varlığın olduğuna inanmak, mutlak
şirktir. Çok ilaha inanmak olan polietizm şirkin en belirgin şeklidir. Genel
bir tanımla şirk; Yüce Allah'ın uluhiyyetinde, sıfat ve fiillerinde, eşi ve
ortağı bulunduğunu kabul etmektir.
Kur'an, şirki, en büyük günahlardan sayar. Özellikle affedilmez olduğunu
belirterek böyle bir fiili, işlenmemesini ister. Şirkin büyük günah oluşu,
insanın yaratılmış olduğunu unutarak kendisini tesadüfün veya adi bir maddenin
icadı olarak görmesinden dolayıdır.
D-NİFAK; lügatte; tükenmek, azalmak; ruhu çıkmak, ölmek, eşyaya rağbetin
çok olması ve alışverişin artması, yaranın kabuk bağlaması gibi çeşitli
anlamlara gelir.
Kur'an'da bu kavramı, "dıştan mü'min görünüp içinden inkar eden iki yüzlü
insanlar" manasında kullanmış olarak görmekteyiz.
Ne zaman kafir bir toplumda Allah'ın daveti zafere ulaşır, Allah kelimesi
yücelir, insanlar akın akın Allah'ın dinine girer, küfrün kuvveti temelinden
sökülür, kafirlerin hükümranlığı yok olur, kuvvet ve kudret müslümanların eline
geçerse; işte o zaman mü'minlerle beraber İslam toplumunda imansız münafıkların
bulunması mümkündür. Münafıklar Müslümanların hakimiyetinden korktukları için,
kafirlerle beraber açık bir şekilde inkarları üzere kalmazlar. Küfürlerini
gizleyip, İslam'ı izhar ederler. Galibiyet, hakimiyet ve otorite kafirlerde
olduğu müddetçe münafıklık ortaya çıkmaz. Çünkü bu durumda inkarlarını açığa
vurup, İslam'a karşı direnmelerinden hiçbir korkuları yoktur. Bundandır ki
Mekke döneminde hiç münafık yoktu.
Nifağın aslı kafirlik ve korkaklıktır. Küfür, münafıkların kalplerinde
gizlediği inkar, korkaklık ise, gizlediği inkarının aksini açığa vurmasıdır.
Bundan dolayı münafık korkak, alçak ve yüreksiz olur.
Münafık kafirden daha tehlikeli ve daha zararlıdır. Çünkü inkarda kafirle eşit
olup, hile ve saptırma bakımından ondan daha ileridir. Onların kalplerinde
hastalık vardır, Allah da hastalıklarını artırmıştır. Yalan söylemelerinden
ötürü onlara acı bir azap vardır. Münafıklar, müslümanları zayıflatıp
çökertmeye, saflarını parçalamaya ve onları kendi aralarında birbirine
düşürmeye hırs gösterirler. Yalancılık ve yalan yere yemin etmek de
münafıkların sıfatlarındandır. Kötülüğü emir ve iyilikten sakındırmaları,
haksızlık ve ahde vefasızlık da münafıklık sıfatıdır.
İKİNCİ BÖLÜM
İnancın konusu olan temel kavramlar
A-Allah kavramı: Allah kelimesinin herhangi bir kökten türemiş olmayıp
sözlük manası taşımadığı ve gerçek mabudun özel adını teşkil ettiği, yahut sözlükte
bir anlamı olsa bile gerçek mebuda ad olunca bu anlamı kaybettiği fikri
benimsenmektedir. Cahiliye devrinde bütün göçebe kavimler gibi Arabistan
bedevileri de kainatı yaratan, yağmuru yağdıran yüksek bir gök tanrıya
inanıyorlar ve ismine Allah diyorlardı.
Kur'an'a göre ise Allah, varlığı gerekli olan yüce ve eşsiz olan, hiçbir şeye
ihtiyacı olmayan, bütün kemal sıfatlara sahip, herşeyi yaratan, ibadete layık
ve bütün noksanlıklardan münezzeh olan bir zattır.
Allah kavramını semantik açıdan değerlendirecek olursak; Allah, Kur'an düşünce
sisteminde en yüksek odak kelimedir. Onun için bu sistemde Allah fikri
yukarıdan aşağıya herşeye hakim olur ve bütün anahtar terimlerin semantik
yapısı üzerinde derin tesir gösterir.
B-Melek kavramı: Bunlar Allah'ın emirlerini eksiksiz yerine getiren
itaatkar mahluklardır. Allah'a karşı gelmezler. Allah'ın emirlerini yerine
getirirler, insanlara yardımcı olurlar, onun iyi ve kötü bütün davranışlarını
tesbit ederler.
Araplar Kur'an'ın nüzulünden önce melek kelimesini, "Allah'ın risaletini
tebliğ eden ve O'nun katında şefaat eden ruhani varlıklar" anlamında
kullanmışlardır.
Kur'an'ı Kerimi baştan sona dikkatli bir şekilde incelediğimiz zaman melekler
hakkındaki cahiliye devri Araplarının önce zikretmiş olduğumuz inançlarında çok
büyük değişiklikler getirmiştir. Melekler kendi aralarında çeşitli sınıflara
ayrılmıştır. Bu suretle üniversal varlık hiyerarşisi içinde bir melekler
hiyerarşisi de kurulmuştur. En önemli husus ise meleklerin tanrılık vasfını
kaybetmeleridir. Onlar da insanlar gibi Allah'a ibadet ve itaat etmek için
yaratılmış Allah kullarıdır. Bu hususta cinlerin durumu da meleklerin ki
gibidir.
C-Kitap kavramı: Kur'an'ı Kerim'den iki şekilde tefsir edilmiştir:
Birincisine göre kitap, arşta saklanan, kainatın ahvalini içeren kitaptır,
Allah'ın ezeli ilmidir. Diğer tefsire göre kastedilen kitap, Kur'an'ı
Kerim'dir. Allah Kur'an'da insanlar için lüzumlu olan herşeyi açıklamış, hiçbir
şeyi eksik bırakmamıştır. Kur'an din kitabıdır. İnsanların dinde muhtaç
oldukları herşey Kur'an'da vardır.
D-Nebi ve Resul kavramı: Resul; kendisine vahiyle şeriat verilen ve onu
tebliğ ile görevlendirilen peygamberdir. Nebi; kendisine şeriat verilmeyip, bir
önceki şeriatla amel etmesi ve onunla toplumu, yani gönderildiği kavim veya
milleti eğitmesi emredilen peygamberdir. Bu tarife göre, her resul aynı zamanda
nebidir, ama her nebi resul değildir.
Araplar beşer cinsini, Allah'ın risaletini taşıyacak güçte görmemişlerdir.
Araplar üstünlüğü mal ve mülkten ibaret görüp, insanın manevi yönünü inkar
etmişlerdir. Hastalıkta, sıhhatte, fakirlikte ve zenginlikte peygamberle
beraber olmalarından dolayı, Allah'ın elçileri olduklarını uzak görmüşledir.
Zira cahiliyye dönemine göre; peygamberlerin herşeyde ileri olmaları gerekirdi.
Prof. Dr. Süleyman Ateş tefsirinde şöyle demektedir: "Resul ile nebinin
aynı anlama gelip gelmediği üzerinde ayrı görüşler vardır. Genel kanıya göre
resul, insanları irşad için gönderilen ve kendisine vahiy gelen peygamberdir.
Haber veren anlamındaki nebi ise vahiy değil, sadece ilham alan, ya da rüyada
kendisine ilahi düşünceler verilen peygamberdir.
E-Ahiret kavramı: Kur'an-ı Kerim'de ahiret günü, ahiret yurdu gibi
isimlerle isimlendirilen ahiret; kıyametle birlikte başlayan yeni yaşantıya
verilen genel bir isimdir. Bu dünya hayatından sonra başlayacak olan yepyeni
bir hayattır ki mü'minler buna kesin olarak inanırlar. Dünyaya neş'e-i ula(ilk
yaratma), ahirete neş'e-i saniye(ikinci yaratma) denir.
Ahiret ebedi hayattır. Ahiret hayatını, bilginlerden kimi tamamen ruhani, kimi
de hem ruhani, hem cismani kabul eder. Fakat Kur'an'ın ruhundan anladığımıza
göre bu hayat, hem ruhani hem de maddi ve hissidir. Ancak ahiretteki maddi
hayatı, bildiğimiz şu dünya maddesinden mahiyet itibariyle farklıdır.
Ölüm, İslam öncesi Araplar arasında bir yok oluş olarak kabul edilmiştir.
Onlara göre ölüm bir sondur. Ölüm ötesi onları hemen hiç ilgilendirmemiştir.
Onların çoğuna göre bu dünya hayatından sonra hiç birşey olamaz. Vücut toprağa
gömülünce çürür toz toprak olur, ruh ise bir rüzgar gibi uçup gider.
Kur'an öğretisinde ahiret kavramı insanın ölümünden sonraki ebedi, sonu
olmayan, gelecekteki bir hayatı ifade etmektedir. Ahiret kişinin ölümü ile,
başka bir deyişle dünyadaki hayatının sona ermesiyle başlayan yeni, ancak bu
defa sonsuz bir hayat dönemidir.
Kur'an ahireti anlatırken, kullandığı üslup dikkatleri çekici, muhatapta
vicdani tepkiler uyandırıcı, onun iç hayatında bir hareketlenme meydana
getirir. O alem sanki bizzat muhatabın gördüğü bir resim, adeta bir canlı, bir
şahıs haline gelmiştir. Böylece bu ayetleri okurken, muhatap kah son derece
heyecanlanır, kah tüyleri ürperir, kah korkuyla dolar, kah huzur ve güven
duyar, kah ateşin yalımları ile sarılır, kah cennetin latif rüzgarlarını
hisseder. Böylece vaadedilen günün gelmesinden önce, onu bu dünyada tanır.
F-Kader ve Kaza Kavramı: İnsan hayatının en önemli çağı, son çağıdır.
Yani ölümüdür. Cahiliyye insan düşüncesine göre ölüm, en önemli meseledir.
İnsan hayatının başlangıç çağına fazla ilgi göstermemiştir. Şayet düşünülseydi,
normal olarak başlangıç Allah'a bağlanırdı… Onlara göre insan da varlığını
Allah'ın yaratmasına borçludur. Ancak burada dikkat edilmesi gereken önemli bir
nokta var: İnsan yaratılınca, Yaradanıyla bütün bağlarını keser. Ve yeryüzüne
geldiğinden itibaren varlığını, çok daha kuvvetli bir patronun eline koyar onun
yönetimine girer. Bu diktatör patronun yönetimi, ta insanın ölümüne kadar
sürer. Ölüm de hayatı boyunca zulmü altında inlediği bu zalim diktatörün son
darbesidir.
Allah kainatta ne olacak ise onların hepsini vukuundan önce bilir. Allah'ın
bildiği şeyler de zamanı gelince olur. Bunlardan kaçmak mümkün değildir. İşte
İslam'da kader budur.
Prof. Dr. Süleyman Ateş tefsirinde ; "Müfessirler, bazı rivayetlere
dayanarak kader meselesine girmişlerdir. Kader Allah'ın ezeli ilmidir ve Allah
zamansız olduğu için O'nun ilmini bizim ölçülerimizle değerlendirip o bilginin
mahiyeti hakkında bir hüküm vermemiz yanlış olur.
Kaza'nın anlamı ise, yapmak yerine getirmek, tamamlamaktır. İrade ve karar
verme anlamı mecazidir. Bir şeyi tamamlamak demek olan icad, önce onu istemekle
olur. Bu istek sonucunda iş yapılır. Bundan dolayı işi yapmak, tamamlamak
anlamındaki kaza, mecazen irade(istemek) anlamında kullanılmıştır.
İbnu's-Seyyid'e göre kaza ve kader aynı anlamdadır. Fakat genellikle kaderi,
bir şeyi yapmazdan önce takdir etmek, kazayı da planlanan şeyi uygulamak,
yoktan varlık alanına çıkarmak şeklinde ayırmışlardır.