Genel Değerlendirme:
İslam toplumunun iktisadi yapısı hakkında yazılan klasik eserler günümüzde
bilinmediğinden iktisadi yapı Batıya endekslenmiştir. Bundan dolayı yazar,
Medine devletindeki iktisadi yapı ile başlayarak liberalizm ve komünizm ile
kıyaslayarak İslam toplumunun nasıl olması gerektiğini anlatıyor.
İslam toplumunun iktisadi yapısı hakkında İslam düşüncesinin altın döneminde
yazılan klasik eserleri günümüz literatürüne getirememiş bulunduğumuzdan bugün
İslam ülkelerinin üzerinde durulan iktisat ilmi, doğrudan doğruya, batı iktisat
teorilerinin bir tekrarı olmaktan, iktisadi olayları batı iktisat
postulatarıyla inceleme ve yorumlamadan öteye gitmemektedir. Bu metot ise, her
şeyden önce, sosyal hayatı öbür alan ve görüşleriyle iktisadi yaşayış
arasındaki bağları hiçe saymakta ve batının tecrübesinden doğmuş kavramları
doğu ve İslam deneyine uygulama gibi kavram ve realite kopuşuna sebep olmuş ve
olmaktadır.
Halbuki, İslamın getirdiği iktisadi perspektif, Medine'de İslam devletinin
kuruluşundan başlayarak bugüne kadar gelmiş İslam toplumuna uygulanmış,
iktisadi olaylar akıntısı içine yerleşerek belli başlı bir iktisadi strüktür
doğmuştur. İktisadi yapının İslam dışı sistemlere kaydırmak istendiği ve bir miktarda
gerçekleştirdiği bu- gün bile İslam ülkelerinde iktisat hayatı bütün bütüne,
İslam etkisinden sıyrılmış değildir. Demek ki İslamın iktisat tarihi, sadece,
iktisadi düşünce tarihi ele aldıkça, hem gerçeği tespitten uzak kalır, hem de
İslama karşı, ilim ahlakı ve düşünce namusuyla bağdaşmaz bir cinayet işlenmiş
olur.
İslam toplumunda kendine mahsus bir iktisadi içyapı oluşmuştur. Bunun ana
çizgileri yakalanıp, İslam toplumunun iktisadi yapısının orjinalliği kabul
edilmektedir.
Batı bu iktisat yapısını ve kavramlarını temel alan bazı düşünür ve
yazarlar, kendi iktisadi doktrin eğilimine ve İslam hakkındaki hükmüne göre
İslam iktisat yapısını, liberal veya sosyalist bir yapı gibi görmüş ve
göstermişlerdir. İslam üzerine yazan bütün bu kişiler İslama doğrudan doğruya
bakmamışlar, katıldıkları batı doktrinlerinin açısından bakmışlar ve
değerlendirmeğe çalışmışlardır. Halbuki: İslam, batı medeniyetinden ayrı bir
medeniyet olarak ele alınmadıkça gerçeğine varılamayacak bir realitedir.
Sosyalist ve kominist yazılar içinde durum aynıdır. İslam iktisat sistemini
ise ancak, İslam düşünürleri ve iktisatçıları ortaya koyabilir. Medeniyetlerin
dıştan incelemeleri ve değerlendirmeleri mümkündür.
İslamın her cephesinde olduğu gibi iktisat görüşünün aranmasında da birinci
prensip onun İslam dışı sistemlerden farklılığını kabul etmekse, ikinci
prensipte İslamın bu cephesinin öbür cephelerinden, yani, inanç, ibadet, ahlak,
hukuk, sosyal hayat ve genel dünya görüşü cephelerinden ayrı ve bağımsız ele
alınamayacağıdır.
Göz önünde tutulması gereken üçüncü prensipte İslam ülkelerinin bugünkü
durum ve sistemlerine bakılıp İslamın iktisat sisteminin bulunamayacağı, öte
yandan İslam prensiplerinden çıkacak bir sistemin bugünkü yapıda hala bazı
faydalı etkilerinin bulunacağının hemen söylenemeyeceği ilkeleridir.
Bugün İslam toplumlarında, dini yasağın tefeciliğin etkisini azaltmaktaki
rolün tespiti için en ufak bir çalışma yapılmadığı gibi bugün verilmekte bulunan
zekatların gerçek yıllık toplamları İslamın ekonomik etkisini inceleyecek
durumda bulunan ekonomistlerin bu faktörleri de hesaba katarak teorilerini
kurmaları gerekir.
Bu başlangıç prensiplerini tespit ettikten sonra, sonraki bölümlerde, İslamı
iktisat görüşü ve ondan ayrılmayan İslam toplumlarının iktisadi yapısını ana
çizgileriyle göstermeye çalışacak.
İslam yaşadığımız hayatı ebediliğe göre ayarlar. Ekonomi, bu hayatın
çerçevesini doğrudan doğruya aşma durumunda değildir. Ancak ebediliğe aday olan
insanın çalışmasında dünyayı yorumlamasında ve kullanmasında önemli bir yeri
olmak bakımından, dolaylı olarak, ebedilik problemine ilişir.
İslamın ekonomik anlayışında, ne Marksist altyapı teorisi, ne
liberalistlerin homoekonomikus modelleri geçerlidir. Toplum olaylarının alt
yapısını ekonomi teşkil etmez ve insanda sadece bir homoekonomikus olamaz.
Dinlerde, insan veya toplum için çizilen hayat tarzları veya insan ve toplum
için çizilen hayat tarzları veya insan ve toplumun bir yanının ortaya
konmasında değişmez bir tablo ortaya konulabilmiştir. Filozofların doktrinleri
ise ne kadar insanın gözlenmesinden doğarlarsa doğsunlar, büyük bir ölçüde
yaratılışın dışına çıkmakta ve kaçmaktadır.
Liberalizm bu serüveni geçirdi. Kapitalizmin başına geldi. Sosyalizm ve Kominizmin
başına da kaçınılmaz bir şekilde gelecektir. Aslında sosyalizm ve liberalizm
sıkı bir uygulama doktrinleri değildir. Daha çok farklı doğrultular belirten
prensip yığınlarıdır. Sosyalizm ve liberalizm ne bir ekonomik yapı şeması, ne
bir ekonomik sistem, hatta nede bir ekonomik doktrin olma durumundadır.
Kominizm ve kapitalizm ise uygulanan ekonomik sistemler, tutturulmaya çalışılan
ekonomik yapılardır.
Bu iki yapıda iddia ettikleri liberal ve sosyalist prensiplerine rağmen
insanları ve toplumları eritmiş, çürütmüş, köreltmişlerdir. İslam ne
kapitalizm, ne kominizm gibi, donmuş, katı, kısa bir dönem uygulanıp sonra terk
için savaşılacak, insan ve topluma enerjisini yutan, emen, akıtan ve kurutan
bir yapı teklif etmiş, nede liberalizm ve sosyalizm gibi tamamen havada kalan,
aldatıcı oyalayıcı bir kaç prensibi söylemekle yetinmiştir.
İslam ekonomisinin çöküşü ve yoksulluğun gelişi hiçbir zaman içten ve sistem
gereği olmamış, hep dıştan gelen saldırılardır. Son dönemde uygulanan batı tipi
ekonomilerin başarısızlığı da İslam'dan değil, İslam prensip ve yaşayışlarının
terkinden olmuştur. Kapitalizm, temelde insana değil ekonomik gelişmeye, eşyaya
bakar. Tekniğe, kütle halinde istihsale dönüktür. Kapitalizmin bütün gücü ve
isteği, sonuç olarak `istihsal' çerçevesinde toplanıyor. İstihsalin kollektif
artış yönünde. Ancak, bu istihsal düzeni, parasızlık ve alıcısızlık yüzünden
çöküntüye uğrar.
İstihsal, istihlakın, hacmini arttırmış, istihlakın artışı, istihsal hacmini
büyütmüş, bu iki artış biri birine en zaruri bağlarla bağlanmış ve bu
artışların bir birini kovalaması ekonomiyi bir artış fasit dairesine
saplamıştır.
Kominizm başlangıçta, istihlak probleminden doğuyor. Kapitalizmin sebep
olduğu dağıtım eşitsizliğinin `istihlak yetersizliği' ne yol açmasına bir tepki
olarak doğuyor. Kominist toplumun en büyük ekonomik dramı, kapitalist ülke
insanlarının istihlakla giderilecek ihtiyacının standardından farklı bir
standarda ulaşamaması kapitalist ülkelerinkinden farklı bir istihlak kavrayış
ve anlayışının bulunmamasıdır. İstihsal düzeniyle istihlak motifi arasında
böylesine soğukluk girmiş bir düzen git gide sönükleşmeye mahkumdur.
Birbirine zıt bu iki ekonomik düzen, kapitalizmin ve kominizmin iktisadi iç
burhanlarının ve yapı bozukluklarının yanında bir birbirlerini dıştanda yıkmaya
çalışıyor, birbirlerinin buhranlarını artırıyor, dünya psikolojisini
birbirlerinin aleyhine hazırlıyorlar.
Tarihi tecrübe göstermiştir ki ilk çıkış noktalarındaki hedeflerin,
perspektifin aksine, kapitalizm, istihlak, kominizm ise istihsal ukdeleri
yüzünde mutlu bir toplum doğuramamıştır. İslam toplumunda istihlakle istihsal
kesimleri ne kapitalist düzendeki gibi birbirinin adeta fonksiyonudur, ne de
kominist düzendeki gibi birbirinden bıçak kesimi ayrılmış ve kopmuştur.
Özel mülkiyetin ve teşebbüsün ve ölçülü rekabetin tanımlanması, devletin
kişi hayatının yıkıcı bir baskıyla karışmasını önlüyor, kar faktörü ekonomik
şevki yansıtıyor, öte yandan faiz yasağı emeksiz kazanca bir sınır çekiyor,
zekat başlı başına sosyal bir regülatör olarak, kapitalizmde beliren sınırlar
arası uçurumun oluşumuna engel oluyor, israf yasağı istihlake bir dizgin
vururken, cihat şuuru, hayır kavramı, istihsali toplumun ve bütün insanlığın
yararına destekliyor.
Ekonomi düzeni kendi başına tam buyruk olarak bütün öbür alanları ve
faaliyetleri şartlandıracak zapdedilmez bir kuvvet olmuyor. Öbür sistemleri
diri olan hayata ölü düşünce şemaları geçirmeğe ve uydurmaya çalışırken, İslam;
diri olan hayatı diri müesseselerle kaostan kozmos haline getiriyor.
Kapitalizme göre, mülkiyet, mutlak anlamda, tek kişiye aittir. Her kişi
kendi başına (mal) ı ele geçirdikten sonrada başkasının gölgesini bile ondan
uzak tutmak ister. Bunun 'başkaları cehennemdir' görüşünden en ufak bir farkı
yok. 'Cennet benim ve başkaları cehennemdir' işte kapitalizmin ana felsefesi;
işte, güçlünün güçsüzü ezmesinin ve işte proletaryanın doğuşuna meydan
verilmesinin ve işte emperyalizme kadar varan sömürmenin temel felsefesi...
Komünizmde ise cehennem bizzat insandır. Değil toplanma tek insana bile güven
yoktur. Ona hiç bir eşya mal bırakılmaz Komünizmin diliyle mülkiyeti
reddederken, kalbiyle, mülkiyeti o kadar yüceltiyor ki tek insanı ona layık ve
ona sahip olmaya ehil görmüyor.
İslamın insan ve eşya telakkisi, mülkiyet anlayışı bu iki doktrinden de tamamen
farklıdır. İslam, gerek insana, gerek eşyaya baksın, Allah'ı, insanında,
eşyanın da yaratıcısı ve yaşatıcısını asla unutmaz. Mutlak anlamda eşyada
insanda ona aittir. Mülk mutlak anlamda sadece O'nun dur. Müslüman mülk
edinişinde ve ona tasarruf edişinde, daima asıl mülk sahibini hatırlar ve
hatırlamak zorundadır.
En geniş daire Allah'ın hakkıdır. Mutlak hak O'nun dur. Sonra insanın sonra
hayvanın bitkinin ve eşyanın hakkı gelir. İslam düzeninde, bu açıdan bakılınca,
bir taşın bile bir hakkı vardır ki o hakkı ne insan nede toplum elinden
alabilir.
Demek ki İslam toplumunda ne komünizmdeki gibi tek kişiyi mülkiyet hakkında
ehil ve layık görmemek, yani insana güvensizlik vardır; nede, kapitalizmdeki
gibi insana Allah'ı unutturan mutlak mülkiyet hakkı tanımıştır. İslam, insana
bir mülkiyet hakkı tanımıştır ama, bu hakkın üzerinde, Allah'ın hakkı birinci
sırada gelmektedir. Mülkiyet hakkı, kullanma usul, sınır ve gayesiyle birlikte
tanınmıştır.
İslam, üzerine dinin uhrevi damgasını da vurduktan sonra, kişinin mülkiyet
hakkını tanımıştır. İnsana en üstün şan olan, bu dünyada Allah'ın halifesi
olmak hak ve yetkisine bağlanmıştır. Demek ki insana en çok inan ve güven duyan
dünya görüşü İslamdır. İnsan, İslam düzeninde Allah'ın halifesi olarak bu
dünyanın gidişini yürütebilecek bir güçte kabul etmektedir.
İslam düzeni öyle bir düzendir ki getirdiği dünya görüşü, ahlak, erdem,
toplum dayanışması, değerlendirme ve cezalandırma ölçüleri, hürlük ve kontrol
ediliş dengesi ile toplum ve kişilere öyle bir ruh ve disiplin aşılar ki, her
kişi, en küçük davranışı, düşünüşü ve duyuşunda, Allah'ın elinin üstünde
durduğunu unutmaz.
İnsan en üstün yaratık, Allah'ın halifesi, kendi başına da, şahsiyetli bir
birim olarak kabul edilmesinin bir sonucu da ona şahsi teşebbüs hakkının
tanınması olacaktır. Kapitalist düzendeki kişi devlet çatışması İslam düzeninde
yoktur. İslam'da kişininde Devletinde amacı birdir. Amaç İslamı
gerçekleştirmektir. Kişiye ve devlete sindirilen din ve erdem ruhu bu uyum ve
birliği sağlayan başlıca fondur. Kazanç İslam'da emeğe dayanır. Sermaye ancak
emekle birleşirse meşrudur. Paranın para olarak para getirmesi yasaktır.
Böylece kapitalizmin ana kaynağı böylece kurutulmuş olur. Sermaye emeğin hükmü
altında konduktan sonra sermayeye tanınan hak emeğe tanınmış bir hak olur.
'Allah, ticareti helal, faizi haram kılmıştır.'Açık nassı ile İslam'a özgü
ekonomik yapının temel prensiplerinden biri ortaya konmuştur. Kapitalizmde hem
ticaret hem faiz helaldir. Sosyalizmde ise hem ticaret, hem faiz yasaktır.
İslam getirdiği dini ruhu ve öte dünya inancı hesap verme şuuru, faiz yasağı
zekat kurumu ve devletin ölçü müdahalesi prensipleriyle serbest oluşan
piyasanın kapitalistik bir piyasaya dönüşmesini önler. Öte yandan aynı din
fonu, üretim alanından koparmayarak tüketim alanını da düzenler.
Peygamber zamanında İslam ekonomisi kuruluş durumundadır. Ekonomik kastlar
kırılmakta toplumu çökerten faiz ortadan kalkmakta, zekat kutsal buyruğuyla
yoksul halk ekonomik verim katına yükseltilmekte, zengin ve sömürücü büyük
şehirden, cihat yoluyla adeta fakir bölgelere cebri bir servet akını
sağlanmakta, böylece Asya'nın büyük ve önemli bir kesiminde yep yeni bir
ekonomik yapı temellendirilmektedir. Bu dönemde Peygamber, sahabenin büyük
çoğunluğunu cihat için hazır bulundurduğundan bunların geliri, daha çok yavaş
kazançlıdır.
Özde, anlamda,iç yapıda ve amaçta İslam yepyeni ve apayrıdır. Asıl yenilik
de bu yeniliktir. Hz. Ömer devrinde İslam toplumunun zenginliği, yeni doğan her
çocuğa maaş bağlanacak kadar efsanevi bir çapa ulaşıyor. Hz. Osman devrindeki
olaylar denebilirse birazda aşırı zenginliğin imkan verdiği olaylardır. Emevi
devri din ve siyaset alanındaki büyük facialara rağmen arka arkaya gelen
fetihlerden dolayı refah ve zenginliklerin arttığı ve eksilmediği bir dönemdir.
Abbasiler döneminde sulh ve sükun içinde zenginlik ve refahla taşacaktır İslam
dünyası.
Osmalılar dönemi başlangıçta yine fetihlerin getirdiği gelirler ve toprağın
askerliğe ayarlı olarak düzenlenişiyle yüzlerce yıl parlak bir ekonomik varlık
gösterdi.
Sonunda bugünkü din, medeniyet, kültür, politika ahlak ve ekonomi alanında
içinde bulunduğumuz iflas durumuna gelip çatarız. Bu duruma düşmemize rağmen
İslam ülkeleri bugüne kadar ekonomik benzeri, Müslüman olmayan ülkelerde
görünen komünist ihtilallerden uzak kalabilmiştir.
Ekonomiye tapışın ekonomik sefalet getirmekten başka bir şeye yaramadığı
gerçeği gün geçtikçe İslam ülkelerinde daha iyi anlaşılıyor. Kapitalist
kurumların faizin zekatsızlığın toplumu çepçevre ezdiği artık gözle görülür
hale geldi.
İslam toplumları batılıların ve komünistlerin elinden ve dilinden kurtaracak
kahraman nesil, şüphe yok ki, İslam toplumunun ekonomisini de yeni baştan
düzenlemek ve kurmak zorundadır.