Genel Değerlendirme:
Kitap değişik zaman ve zeminlerde yazılmış makalelerden meydana gelmektedir.
Konunun aynı, makalelerin ise çok olması bazı şeylerin tekrar tekrar
anlatılmasına sebebiyet vermiştir.
İslamcılık cereyanı; özelliklerini daha çok 19. yy ortalarında kazanan, Osm.
İmparatorluğunun uzak çevresinde ve Hindistan'da şekillenmiş olmasına rağmen
1870'lerden itibaren imparatorluğun merkezinde gittikçe güçlenen bir ideolojik
davranış kümesine verilen addır. İslamcılık cereyanı iki eksenlidir:
İslamcılığı bir dünya görüşü ve hayat rehberi olarak takdim eden aydınlardan
oluşan eksen. Muhammed Abduh gibi. Geniş halk kitlelerinin o kadar net ifade
edilmeyen, teorik konulardan çok "İslami Nizam" gerçekleştirmeye
çalışan arayışlar. Mevdudi buna örnek verilebilir.
İslamcılık farklı isimler altında tasnif edilebilir: Reformcu İslamcılık,
Popülist İslam vs. Reformcu İslamcılıkta; "İslam'ın müspet bilimlere karşı
olmadığı ve dolayısıyla batının fen ve tekniğinin alınmasında bir mahzur
olmadığı" düşüncesi hakimdir. Bir ulema grubu tarafından kurulan İttihad-ı
Muhammedi kendisinden bir fırka olarak bahsetmektedir. Buna göre partinin
başkanı Hz. Muhammed'dir. Bunlara göre dinin insanın hayatına tamamen hakim
olması gerekir. İslamcılık akımı Osmanlı İmparatorluğuna has değildir, bütün
İslam alemini etkisi altına almıştır.
Osmanlılarda İslamcılık akımı ilk olarak II. Abdülhamid tarafından
desteklenmiş ama asıl hüviyetini 1908'den sonra kazanmıştır. Buna göre Osmanlı İmparatorluğunun
Batı karşısında gerilemesinin sebepleri Müslümanların ataleti ve İslam'dan
uzaklaşmalarıdır. Osmanlı devletinin çöküşünü engellemenin yolu
"İslamlaşmak"tır. İslamcılık akımının mensupları Batı taklitçiliğine
karşı çıkmışlar, Batıdan sadece ilmi ve teknik bilgileri almakla yetinilmesi
gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Osmanlı devletinin çöküşünü engellemek için
ortaya atılan İslamcılık görüşü, II. Abdülhamid döneminde yararları görülmüşse
de daha sonraları etkisini kaybetmiştir.
Osmanlı Bürokrasisi ve Modernleşme
16. yy'da kemale eren Osmanlı devleti çeşitli dini cemaatlerden, etnik
gruplardan ve ulaşılması güç ekolojik oyluklarda yerleşmiş alt-kültür
gruplarından oluşan coğrafi bir çevrede etkili bir yönetim kurmuştur.
Osmanlılar kendi yönetimleri altında bulunan bu toplumları devletlerine
sadakatle bağlamayı başarmışlardır. Herkesin kendi dini inancına göre
yaşayabildiği bir özgürlük ortamı vardı. Hiçbir dinin kurumlarına
dokunulmamıştır. Mekke ve Medine'nin alınmasından sonra Osmanlı padişahları
kendilerini hilafetin varisleri olarak görmüşlerdir. Böylece Osmanlı sultanları
İslam dünyasının hamisi durumuna gelmişlerdir.
Doğuda Şiiliğin ortaya çıkmasından sonra Osmanlı devlet memurları bazı
görevler üstlendiler. İlk olarak Sünni İslam'ı anlattılar. İkinci olarak bazı
etkili isimleri uzak yerlere sürdüler. Üçüncüsü ve en önemlisi dini bir elit ve
bu elit tabakanın kontrolünde bir eğitim sistemi kurmaya çalıştılar. Yüksek
dini görevliler, maaşlarını devletten alan devlet memuru halini aldılar.
Osmanlı yönetimi hem bürokratik hem de İslami idi. Zira sultan İslam
aleminin lideri idi. Fakat bunun yanında memurlar devleti koruma konusunda
kendilerini sorumlu hissediyorlardı. Ulema ve memurların farklı eğitim almaları
sonucu Osmanlı toplumunda yeni bir sınıfın doğmasına sebep olmuştur. Bürokrasi
adını verdiğimiz bu sınıf bilhassa 19. yy'da etkisini artırmıştır.
Zamanla bürokrasi ile ulema arasında fikir ayrılıkları oluşmaya başlamıştır.
Ulema sınıfı dini önde tutarken bürokrasi sınıfı ise laik bir tutum
takınmıştır. Bu laik bürokrasi sınıfı 19. yy'ın başlarında değişimi başlatacak
güce ulaşmıştır. Bürokrasi sınıfının yaptığı değişiklikler ulemanın hem gücünü
hem de prestijini azaltmıştır. Bu bürokratik sınıfın tanzimatı
gerçekleştirmesiyle batılılaşma hareketleri hız kazanmıştır. Müsadere kanununun
kaldırılmasıyla ekonomik sıkıntılardan da kurtulan bu sınıf 19. yy'da ve 20.
yy'ın başlarında tüm gelişmelerde başrol oynamıştır.
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra dinin tüm kurumları kapatılmış ve dinin
sosyal hayattaki rolü tamamen ortadan kaldırılmıştır. 1937'de laiklik ilkesinin
anayasaya konmasıyla devletin tüm kurum ve kuruluşları dinin etkisinden
arındırılmıştır. Bütün bunlar "muasır medeniyet seviyesine çıkmak"
amacıyla yapılmıştır. Toplum hayatında dinin yerini bilim almıştır. Düşünce
sistemine ise pozitivizm egemen olmuştur.
Tüm bu gelişmeler karşısında dini hayatta 1945'lere kadar bir gerileme
görmekteyiz. Bu arada dini faaliyetler gizli yürütülmüştür. 1950'den sonra dini
akımlar ortaya çıkmıştır. Siyasi yönlü dini akımlara da rastlamaktayız. Bunlar
arasında MSP önde gelir. Belli bir taban da bulan bu siyasi akım felsefi
düşünce sisteminden yoksundur. Daha çok devletin bazı konularda kontrol
sistemini kullanmasını talep eder. İçki yasağı, büyüğe hürmet, tesettür ve
vatandaşların cinsel hayatı üzerinde kontrolün olması gibi.
Bediüzzaman Said Nursi (1873-1960)
Bir Tebliğin Şekillenişi
Türkiye Cumhuriyetinin en ısrarcı gülyabanilerinden birisi ve Türk
ilericilerini sürekli bilgisizlik, batıl inançla suçlayan şahsiyet Bediüzzaman
Said Nursi'dir. Bediüzzaman Said Nursi 1872-1960 yılları arasında yaşamıştır.
1925 Kürt isyanı yüzünden Isparta civarına mecburi ikamete tabi tutulmuştur.
Said Nursi burada imanla alakalı eserler yazmıştır. Çevresinde taraftar
toplamıştır. Said Nursi hayatının ilk günlerinden itibaren mücadeleye
hazırlanmış bir şahıstır. Küçük yaşta bile çok değişik tartışmalara girmiş, bu
yüzden eğitim gördüğü birçok medreseyi değiştirmiştir. Fakir bir ailenin
çocuğuydu.
Bitlis'te valinin evinde kalırken fen bilimlerini okuyor, bu arada İstanbul'dan
gelen gazete ve dergilere de bakma imkanını buluyordu. Bir gün İngiliz
Parlamentosundan birinin, Kur'an'ı Müslümanların elinden almadıkça Osmanlıların
medeni milletler safına alınmayacağı şeklinde bir ifadeye rastlar, bu ifade
Said Nursi'ye çok ağır gelir. Said Nursi bundan sonraki hayatını Kur'an'ın
mucizevi yönönü anlatmayla geçirmeye karar verir.
Bediüzzaman 1920'lere kadar birçok siyasi faaliyete katılmışsa da, bu tarihten
sonra siyasetten elini eteğini çekmiş, kendisini tamamen iman ve Kur'an
hakikatlerini anlatmaya vermiştir.
İmanla alakalı meseleleri bilimsel verilerden yararlanarak çözmüştür. Böyle
bir yol seçmesi onda bilimsel gelişmelere karşı derin bir ilgi olduğunu
gösterir. Hatta o, bu ilgisini daha da ileri götürecek ve II. Abdülhamid'den
doğuda fen ve din ilimlerinin beraber okutulduğu bir üniversitenin kurulmasını
isteyecektir.
Bediüzzaman Said Nursi'nin başlattığı hareket (Nur Hareketi) bugün de etkili
bir şekilde devam etmektedir. Yazdığı eserlerin çok derin felsefi temellere
dayanması bu hareketin devamında şüphesiz derin bir etkiye sahiptir. Yazdığı
eserlerle modern bilimin izleyicileriyle yumuşak bir bütünleşmeye yol açmıştır.
Osmanlı devletinin çöküşü ve batılılaşma çabalarına rağmen Anadolu halkı
dinine-bildiği kadar bağlıydı. İslam'ın toplum hayatında derin etkileri vardı.
Kurtuluş savaşında Anadolu insanını motive eden unsurların başında dinin ve din
adamlarının gelmesi bu görüşü teyit etmektedir.
* * *
Cumhuriyetin kurulmasından sonra devlet laikleştirilmiştir. Bunun sonucu olarak
toplum hayatında dinin ve din adamlarının rolü çok azalmıştır. Bu durum
1940-45'lere kadar sürmüştür. Bu ara dönemde din üç odak tarafından etkisini
sürdürmüştür. Bunlar muhafazakarlar, tarikatler ve İslami cereyanlardır.
Tarikatler hem kurtuluş savaşında hem de sonrasında günümüze kadar gelen bir
etkinlik alanı oluşturmuşlardır. Bu konuda Mehmed Zahid Kotku (MSP önderlerini
ciddi etkilemiştir), Süleyman Hilmi Tunahan (Süleymancılar adında bir grubun
çıkması) ve Mahmut Sami Ramazonoğlu önemli isimlerdir. Bunlar günümüzde de
etkinliklerini sürdürüyorlar.
* * *
Türkiye'de Din ve Laiklik
Laiklik, devletin herhangi bir dini mezhep ve sınıfa dayanmamasına verilen
isimdir. Türkiye'de laiklik bir devlet politikası haline geldiğinde devletin
bir uzvu vücudundan koparılmış oldu. Zira Osmanlı devletinde din devletin en
başta gelen organıydı. Bu yönüyle Türkiye laikliği başarılı kabul edilmektedir.
Batıda zaten din ve devlet iki kurum halinde işlemekteydi ve laikliğe geçiş zor
olmamıştır. Türkiye'de ise durum bunun tam tersiydi.