Genel Değerlendirme:
SSCB’nin dağılmasıyla bağımsızlıklarına kavuşan Türk cumhuriyetlerinin
yapılanma süreci tahlil ediliyor. Kitapta, Türk dünyasının yapısı, Rusya’nın buralara
yönelik politikaları, Türklerin iktisadi, dini, siyasi, sosyal ve kültürel
yönden yeniden nasıl yapılanabileceğini ve önündeki engelleri nasıl aşabileceği
anlatılıyor. Bu süreç içinde İslam dünyasının durumu, müşterek organizasyonlar
kapsamlı olarak ele alınıyor.
1. BÖLÜM: TÜRK DÜNYASININ YENİDEN YAPILANMASI
Sovyetlerin yıkılmasıyla iki kutuplu dünya oluşumu sona erip A.B.D.’nin
liderliğinde yeni bir dünya düzenine gidilmektedir. Bununla beraber eskiden
beri var olan Güney İslam dünyasının yanısıra Bosna’dan Çin’e kadar uzanan
topraklarda yeni Türk devletlerinin ortaya çıkmasıyla kuzey
Türk-İslam dünyasından söz edilir olmuştur.
Bugün dünyada yaşayan Türk boylarının nüfusunun 210 milyon olduğu göz önünde
bulundurulursa Türkiye dışında 150 milyon soydaşımızın olduğunu görürüz. Toprak
olarak %75’inin bağımsız olduğu düşünülürse azımsanmayacak bir potansiyele
sahip olduğumuz görülür.
A)Türk Dünyasının Yapısı:
Günümüzde Bosna’dan başlayıp Sancak, Kosova, Makedonya ve Türkiye üzerinden
Kafkasya ve Türkistan nihayetinde Moğolistan ve Çin’in içlerine kadar uzanan
sahada Türkler yaşamaktadır. Sayıları 26’yıbulan Türk kökenli halkların toplamı
116 milyon, yerleştikleri coğrafyanın büyüklüğü 7.8 milyon km' yi buluyor.
Türk dünyasında Türkiye dışında iki büyük merkez Türkistan ve Kafkasya’dır.
Sovyetler Türkistan’da bulunan kabile şuurunu devamlı tahrik etmişlerdir.
Mesela; Özbeklerde bu kabile anlayışı bir etnik milliyet duygusu haline
gelmiştir. Halbuki Özbek ismi miladi 10. Asırda Müslüman olan Altınordu Han’ı
Özbek Han’dan gelmektedir. Diğer devletler içinde de etnik milliyet düşüncesi
hakimdir. istikbalde Türk dünyasının selameti adına bu problemin aşılması
şarttır. Türklük duygu ve düşüncesi bugün için Azerbaycan’da hakimdir.
Türkistan’ın büyük ve tarihi şehirleri Fergana vadisi boyunca uzanan
Maveraünnehir bölgesinde serpilmiştir. (Aşkaabat, Buhara, Semerkant, Duşanbe,
Taşkent, Bişkek, Almaata, Kaşkar, Yarkent, Urumçi) Fakat maalesef bu medeniyet
merkezleri müstevli Çin ve Ruslar tarafından herbiri ayrı bir devlet olarak
dağıtılmıştır.
16. Yy. da Türkler Türkistan’dan taşıp Dünyaya yayıldılar. 16. yy.da kanuni
Don-İdil nehirlerini bir kanalla bağlayıp Türkiye-Türkistan su yolunu açmak
istemiş ancak hayata geçirememiştir. Bunu Ruslar 1952’de becerebilmişlerdir
İkinci merkez Kafkasya; Türkler genelde Asya’dan Hazar Denizi üzerinden
Kafkaslara inip yerleştiler. 7. Ve 8. asırda Güney Kafkasya Emevilerin
hakimiyeti altına girdi. Ve hazar Türkleri islamiyeti kabul etti. 1514’de
Çaldıranla Osmanlı Kafkasya’ya girdi. 1864’de bölge Rusların İşgaline uğradı.
Başlıca Türk Boyları Dağistan, Çerkezistan, Aphazya, Karatay, Azerbaycan
Gibi yerlerde toplanmıştır. Stalin döneminde Ahiska Türkleri Sovyetler
Birliğinin çeşitli yerlerine çil yavrusu gibi dağıtılıp yerlerine Hristiyan
gürcüler getirilmiştir.
Rusların Kafkasya Politikası: Türkiye sınırında Hristiyan Gürcü ve
Ermenillerden oluşan gayri müslim bir halka oluşturarak Türkiye’nin Türk
Dünyası ile irtibatını kesmek bunun için Kafkasya dışından Ermenileri getirip
yerleştirmiş, suni bir devlet olan Ermenistan’ı bir kama gibi bölgeye
saplamıştır.
Rus Federasyonundaki Diğer Türk Devletleri: Sovyetlerin petrol üretiminin
%40’ından fazlasını üreten Tataristan ve Başkırdistan, Kırım ile Kafkasya ve
Sibirya’daki özerk cumhuriyeti gelmektedir.
B) TÜRK CUMHURİYETLERİNİN YENİDEN YAPILANMASI
1- İktisadi yapılanma: Marksizmden ayrılıp pazar ekonomisine geçme.
2- Dini yapılanma: Ateizmden ayrılıp inanç özgürlüğüne geçmek.
3- Siyasi yapılanma: Azınlık oligarşisi veya diktatörlükten ayrılıp demokrasiyi
benimseme
4- Sosyo-kültürel yapılanma: Enternasyonallikten ayrılıp kendi öz milli
benliğine dönme
1-İktisadi Yapılanma :
Pozitif faktörler
a)Nüfus Yapısı: İnsan ve hammadde kaynaklarının bolluğu, geleneksel örf ve
adetler ve insiyaki İslami davranış tarzı ve bunun yanında genellikle Türk
boylarının zirai karakteri hakim olan kırsal kesimlerde yaşadığından dolayı
nüfus yapısı çok kuvvetlidir. Fakat Ruslar içki ve alkolü en ücra köşelere
kadar yayarak, bu nüfusu çürütmeyi amaçlamış ve kısmen başarılı olmuştur. Dağ
başındaki Kırgız köylerine hayvan ve insan sırtında içki göndermiş, Ebulfeyz
Elçibey’in dediğine göre Moskova’da şişesi 45 ruble olan içkiyi Azerbeycan’da 5
rubleye sattırmıştır.
b) Hammadde kaynaklarını bolluğu: Türklerin meskun bulunduğu yerler
fevkaladezengin tabii kaynaklara sahiptir. Toprağın altında petrol varken, üstü
yemyeşil ormanlarla kaplıdır.(genelde tersi olur.) Her tarafta petrol kuyuları
serpilmiştir. Başkırdistan ve Tataristan bu kuyularla doludur. Tataristan’ın
petrol üretimi Kuveyt’inkine muadildir. Eski Sovyetler Birliği’nin bakır
ihtiyacının %76’sı, kromun%90’ı, uranyumun %90’ı, bizmutun tamamı Türk
cumhuriyetlerinde üretilmektedir. Türkmenistan en zengin doğalgaz yataklarına
sahiptir. Kömür ve pamuk üretiminde Türkistan çok zengindir. Özbekistan meyve
cenneti diye bilinir.
Fakat ne yazık ki, imalat sanayii kasten buralarda yapılmadığı için şeker
pancarı zengini olan Türkistan’da şeker bulamazsınız.
Negatif faktörler
a) Ekonomik yapının Sovyetlere bağımlı kılınmış olması: Sovyetler sömürme
esasına göre buraları Hammadde deposu olarak kullanmış, imalatta devletleri
birbirine bağımlı hale getirmiştir.
b) Müteşebbis insan ve yönetici kadroların olmayışı: Pazar ekonomisinde en
önemli unsur inisiyatif kullanacak müteşebbis ve yönetici yetiştirmektir.
Örneğin; Kırgızistan’daki altın madenlerini Amerikalılar, Azeri petrolünü
İngiliz BP işletmektedir. Avrupalılar bu eksikliği istismar etmektedirler. Türk
müteşebbisine bu sahada büyük işler düşmektedir.
c) Çevrenin kirlenmesi: Çevre konusunda bütün Türk devletlerinin önemli
problemleri vardır. Kazakistan’da yıllardan beri sürdürülen nükleer denemeler
ekolojik dengeyi alt üst etmiştir. Aral gölü kurumak üzeredir. Kazakistan’da
radyasyon tehlikesi had safhadadır. Tarım monokültür yoluyla
dengesizleştirilmiş, Türkistan’da sömürüyü arttırmak için aşırı gübreleme
yapılmış kimyasal atıklardan Kuzey Sibirya’daki şehirlerde sanayi çölleri
oluşmuş, nehirlerin ekolojik dengeleri bozulmuş, balık avlamak güçleşmiştir.
Esasında maddi çevre kirlenmesi manevi ve kültürel kirlenmenin bir sonucu
olarak ortaya çıkmıştır.
2-Dini Yapılanma:
Ateizmden ayrılıp inanç özgürlüğünü seçmek 1915 yılında Sovyetler
Birliği’nde 30.000den fazla cami varken 70 yılda bunların hepsi yıkılmış,
1980’deki cami sayısı 200’e düşmüştür. Şu an genel kanaat şu merkezdedir:
Halkta iman ışığı vardır. Komünizme karşı imanlarını korumuşlar, fakat
İslamiyet bir sembol olarak kalmış, muhtevası kaybolmuştur. Şimdi tedrici bir
eğitimle İslamın öğretilmesi gerekmektedir. Karşılaşılan önemli bir engel KGB
ve CIA tarafından fundementalizm kavramı ile İslamiyetin karalanmaya
çalışılmasıdır. Kırgızistan’da bu kavram çocuklara kadar yayılmıştır. Bu
çarpıklığın giderilmesi için gönüllü teşekküllere büyük işler düşmektedir.
Küçük himmetlerle büyük sonuçlar almak mümkündür.
3-Siyasi Yapılanma:
Azınlık oligarşisi ve parti diktatörlüğünden ayrılıp demokrasiyi benimsemek.
Türk cumhuriyetlerinin çoğunda parti ismi değişmiş fakat yönetimin yapısı
değişmemiştir. Hatta Kırgızistan ve Kazakistan’da Lenin’in heykelleriyle orak
çekiç sembolleri bir çok yerde varlığını devam ettirmektedir.
4-Sosyokültürel Yapılanma:
Etnik arındırma ve asimilasyon, kolonizasyon, yabancı evlilikler, din, dil,
örf, adet ve kültüründen koparma işlemini uygulayarak etnik yapıyı bozmaya,
Türk boylarını birbiriyle konuşamaz hale getirmeye çalışmışlardır. Önce latin
alfabesini zorla kabul ettirmişler, daha sonra 1938’lerde Türkiye’de latin
alfabesi kültüründen uzak tutmak için zorla kiril alfabesini kabul
ettirmişlerdir. 70 milyon insanı birden cahil hale getirmişlerdi. Gürcüler ve
Ermeniler kendi alfabelerini kullanırken sadece Türkler kiril alfabesini kabule
zorlanmışlardır. Fakat Allah’ın lütfu ile Türk insanının idrakini imanını ve
Türklük şuurunu yok edememişlerdir. Bu şuuru canlandırmak için eski süreci
tersine döndürmek muhtelif boyların ve kabilelerin dilde ve yazıda birliği
sağlamaları gerekmektedir.
Türk dünyası maalesef alfabe yönünden istikrarlı bir tarihi seyir takip
etmemiş 4 defa alfabe değiştirmiştir. önce islamiyet öncesi Orhum -Yenisey ve
Uygur alfabesi kullanmış, islamiyet döneminde Arap alfabesi benimsenmiş, Sovyet
döneminde ise önce latin alfabesini kabul etmiş Türkiye latin alfabesini
benimseyince biriliğin bozulması için Sovyetlerin zoru ile Kiril alfabesine
geçilmiştir.
İnşallah Türkiye’miz gönüllü hizmet erlerinin açtıkları okullarla bir büyük
engel olan dil birliğini sağlayacaktır. Şu an Zaman gazetesi tüm Türk
Cumhuriyetlerinde Kirilce ve Türkçe olarak çıkmaktadır.
Türklerin yaşadıkları sahalar :
1-Türkiye
2-Balkan yarımadasındaki Türkler
a-)Romanya’daki Türkler
b-)Yunanistan’daki Türkleri
c-)Bulgaristan’daki Türkleri
d-)Makedonya’daki Türkler
e-)Kosaca’daki Türkler
f-)Sancaktaki Türkler
g-)Bosna-Hersek’teki Türkler
h-)Sırbistan’daki Türkler
ı-)Hırvatistan’daki Türkler
i-)Slavenya-Karadağ’daki Türkler
3-Azerbaycan ve Kuzey Kafkasya’daki Türkler:
a-)Azeri Türkler
b-)Dağistan Türkleri
c-)Kumuklar
d-)Karaçaylar
e-)Balkarlar
f-)Nogaylar
h-)Stavrapo Türkleri
ı-)Abazalar
i-)Çeçenler
k-)İnguşlar
l-)Müslüman Gürcüler
4-Orta Doğu ve Afganistan’daki Türkler: Iraktaki, Suriye’deki,
Kıbrıs’taki, İran’daki, Afganistan’daki Türkler
5-)Batı Türkistan’daki Türkler: Kazaklar, Özbekler, Kırgızlar
Türkmenler, Karakalpaklar, Uygurlar
6-)Doğu Türkistan’daki Türkler: Uygurlar, Kazaklar, Kırgızlar, Sarı
Uygurlar ve Salurlar
7-)İdil-Ural bölgesindeki Türkler: Tatarlar, Çuvaşlar, Başkurtlar,
Tepterler
8-)Yakutistan ve Sibiryadaki Türkler: Yakut Türkleri, Altay Türkleri,
Hakaslar, Tannu-Tuva Türkleri, Tobol Türkleri, Doğu Sibiryadaki Türkler.
2. BÖLÜM:Yeni Dünya Düzenindeki Dış Politikamız
A-İhracata dönük iktisat siyaseti: İhracata dönük iktisat siyaseti
1980’lerden bu yana Türkiye’nin benimsediği temel hedeflerden biri olmuştur.
Çünkü bütün Cumhuriyet döneminde karşılaşılan başlıca iktisadi güçlükler: Dış
ticaret açığı, Cari ödemeler dengesizliği, Türk parasının değer kaybı,
enflasyon sonucunda çekilen döviz darlığı olmuştur .Bulunan çare umumiyetle
rekabete dayalı ve dışa açık bir iktisat siyaseti ve hususiyle dışa açık bir
sanayileşme ve yatırım politikası neticesinde ihracatı arttırmaktır.
Evvelce Avrupa bizden yalnız istediği ham madde ve tarım mallarını alırken
bu gün Türkiye Batıya istediği ve işlediği malları satabilir hale gelmiştir. Bu
sonuca takip edilen dışa açık bir iktisat siyaseti ile varılmıştır. Fakat
ihracatımız miktar olarak artarken değer olarak aynı oranda artmamış yani aynı
miktar emtiayı satın almak için gittikçe daha fazla Türk malı verilmiştir. Bu
sebeple dolar bazında kişi başına düşen milli gelirimiz yıllık iktisadi
büyümemizin gerektirdiği ölçüde artmamıştır. Diğer yandan takip edilen serbest
piyasa ekonomisinin tabii seyri içinde ülkede gelir dağılım dengesi
bozulmuştur.
Alınacak tedbirler:
1-İktisadi istikrarın muhafazası iktisadi siyasetimizde enflasyon hızının
yavaşlatılarak gelir dağılımındaki çarpıklığın hafifletilmesi.
2-Sanayileşme sürecine hız verilmesi:
3- Çok yönlü bir dış siyasetin takip edilmesi
a-)Türkiye’nin Avrupa ile münasebetlerinin arttırılması (AT’ ye girilmesi)
b-)İslam dünyası ile münasebetlerimizin arttırılması.
Bu konuda son aşamalarına gelmiş olan 4 önemli proje şunlardır:
1-İslam ülkeleri arasında tercihli tarifeler sisteminin uygulanması
2- Ticari bilgi akışı merkezinin kurulması
3- İhracat sigortasının tesisi
4- İslam kalkınma bankası içinde kurulan orta ve uzun vadeli kredi
mekanizmasının işletilmesi
5-Demokratik sürece riayet edilmesi
6-Siyasi istikrarın muhafazası
3. BÖLÜM: İYENİDEN YAPILANMA SÜRECİNDE iSLAM DÜNYASININ DURUMU
Bu gün dünyada hakim olan kuvvet batılı güçler ve batı medeniyetidir.
iletişim ve ulaşımdaki gelişmeler dünyayı çok küçültmüştür. Bu imkanları
kontrol etme, omların dünyaya hulul etme imkanlarını ve müessir olmalarını
arttırmıştır. Başka bir ifade ile ham maddesi insan beyni olan sektör topluma
hakim olmaktadır. Çünkü bu bitmeyen bir kaynaktır. Diğer bir gelişmede
ideolojik alanda meydana gelmiş olup Marksizm ve onu temsil eden Sovyetler
çökmüş ve hegemonyası altındaki büyük bir dünya parçasının da hüviyeti
değişmiştir. Kuzey islam dünyasının islam dünyası diye bilinirken Sovyetler
birliği dağılmış güney islam dünyası gerçeği ile yüz yüze gelinmiştir.1991 yılı
islam dünyasının bağımsızlığının başlangıç yılıdır.
Güney islam dünyasına mevcut otoriter kabile rejimleri zahiren çok fiilen
tek parti yönetimi rejimler halen devam etmektedir. Batı Arap dünyasını kontrol
altında tutmaktadır. Filistin meselesi Lübnan’nın parçalı hali Müslüman
Hristiyan çatışması devam etmektedir.
Global olarak organizasyonlara baktığımız zaman islam konferansı teşkilatı
hızı ve heyecanı azalmış, dinamiklerini biraz kaybetmiş görünümündedir, yan
kuruluşlar da aynı durumdadır. Bunun sebebi liderlik mekanizmasından
mahrumiyettir.(Türkiye lider olmaya namzettir ve dahi mecburdur.)
Burada müşahhas olarak üzerinde durulacak olan husus Türkiye, İran, Pakistan
işbirliği organizasyonu olan ECO’ ya Özbekistan; Afganistan, Tacikistan,
Türkistan, Kırgızistan ve Azerbaycan’ın da katılımı sağlanıp hilal durumundaki
organizasyon tam bir daire haline getirilirse Kuzey islam dünyası önemli bir
güç merkezi oluşturabilir. Dolayısı ile burada Türkiye Pakistan ve İran’a
önemli görevler düşmektedir. İslam dünyasının silkinebilmesi, kalkınabilmesi
için globalleşen dünyada önce bölgesel sonrada makro seviyede birlik
imkanlarını elde etmesi gerekiyor.
İslam ülkeleri diş ticareti kendi aralarında fazla arttıramamışlardır.
Sebepleri :
1-Bu ülkelerin kendi bölgelerinde ve çevrelerinde başka organizasyonlara üye
olmaları.
2-İslam Konferansı Teşkilatı’na rakip olarak Arap birliğinin kurulması.
3-En önemli sebep: Bu ülkelerde hakim olan siyasi kadrolar eski yapıyı devam
ettirdiği ve islami şuurla hareket edecek kadrolar yönetimlere hakim olamadığı
için kitlelerin zoru ile birşeyler yapılmaya çalışılmakta ama sonuca
ulaşılamamaktadır. Şu anda halktan kopuk yönetimler yabancı güçler tarafından
bloke edilmekte, ve kendi menfaatlerine uygun bir şekilde yönlendirilmektedir.
İslam Konferansı Teşkilatı da ülkelerin içyapı farklarından dolayı başarılı
olamamaktadır. Entegrasyon hareketlerinin islam ülkeleri arasında
gerçekleşebilmesi için mevcut iş birliği organizasyonları çoğaltılmalı ikili
münasebet ve çok yönlü anlaşmalarla iş birliği arttırılmalıdır.
İslam ülkeleri arasında ulaşım, haberleşme, finans müesseselerinin eksikliği
ciddi problem teşkil etmektedir. Orta Asya ülkeleri içinde en büyük problem
ulaşımdır. İslam ülkeleri arasında vizeler hala kaldırılamamıştır, ama
Avrupalılar kendi içlerinde vizesiz dolaşabilmektedirler.
İ. K. T.’ ye katılan her ülke bir başka dış güçten direktif alma durumunda
olunca tabiatıyla kendi başlarına hareket edemiyorlar. Eğer hedefimiz İslam
ülkelerinin islami çerçevede bir iş birliğine kavuşturmak ise o zaman islamın
sosyo ekonomik modelini ortaya koymak gerekir. Bu sahada iki türlü çalışmak
gerekmektedir: Birisi, teorik olarak islamın emirlerini günümüzde nasıl anlamak
gerektiğine dair çalışmalar yapılmalıdır. Önce akademik ve ilmi sahada islami
modeller geliştirmek, insan yetiştirmek, araştırma yapmak, binlerce mastır,
doktora tezi hazırlamak gerekmektedir. Müslüman insan modelinde yönetici
kadrolar yetiştirilmelidir.
“Türkiye redd-i miras yaptığı Osmanlı’nın mirası ile karşı karşıya
kalmıştır. Balkanlarda kardeşlerimiz var. Bosna’dakiler ve diğerleri çeşitli
Türk boylarındandır ve müslümandır. Türkiye Balkanlardaki insanların
hürriyetlerini sonrada aralarında kültürel, iktisadi iş birliğini sağlamak
bakımından bu bölge ile ilgilenmeli ve kalıcı politikası olmalıdır.”
4. BÖLÜM: TÜRK DÜNYASINDA YENİDEN YAPILANMA KONUSUNDA MODEL TARTIŞMASI
Batıda ve Türkiye’de öteden beri “Türkiye’nin Müslüman Türk ülkelerine bir
sistem ihracı” söz konusu edilmektedir. Son zamanlarda kamuoyunda özellikle
Sovyetlerden bağımsızlığını kazanan Türk Cumhuriyetleri için “Türk modeli” bir
yapılanma tartışmaları yapılmaktadır.
Kanaatimce, bu tip yaklaşımlar Batılıların ortaya attığı fitne doğurmak ve
nifak mey
dana getirmek için vazedilen tuzak yaklaşımlardır. Mesela şunun gibi:
“Türkiye, Sovyetlerdeki Türk cumhuriyetleri için liderlik iddiasındadır.” Bu
konuda Suudi Arabistan ve İran ile çatışmaktadır. Bunlar realiteye uygun
değildir. Dolayısıyla burada istenilen hedef, bu insanların hürriyetlerine
kavuşmaları, asgari insanlık haklarına sahip olmalarıdır; kendi kimliklerini
yönetme imkanına sahip olmalarıdır. Burada amaç, onların Rus sultasında
kurtarılıp da başka bir milletin boyunduruğuna girmesi değildir. Ortada ne bir
liderlik söz konusudur, ne de bu rejim ihracı.
Hadiseyi bir de şöyle düşünmek lazım. Bu insanlar her ne kadar Müslüman
kimlikte iseler de 70 yıllık bir erozyona tabi olmuşlardır. Bu kardeşlerimiz
İslamın temel rükünlerini kaybetmişlerdir. İslam dünyasının bütününün bir çok
şeyi kaybettiği gibi. Adam kelime-i şahadet getirmesini dahi bilmiyor.
Bismillah demesini bilmiyor. Bismillah demesini bilmeyen bir müslüman kitle
var; karşımızda daha “La ilahe illallah” demesini bilmeyen bir müslüman var.
ama iman kıvılcımı var içinde. Ona buradan ne götürebilirseniz, onun için bir
katkı olacaktır. O “ben, İslam’ı öğrenmek istiyorum” diyor. Önce ilmihal,
Kur’an-ı Kerim götürmek, onlara yapılabilecek ilk hizmetlerdir. Oradaki
meseleyi bizim klasik İslami tartışmalar içinde düşünmemek lazımdır.
Binaenaleyh devletlerin resmi politikaları çok önemli değildir. Önce
milletlerin kaynaşmasını sağlamak gerekir. Devletten gidecek bürokratların pek
önemi yoktur. Devlet din adamı gönderirken İslami kurumlar da aynı şeyi
yapmalıdır.
Milletlerin yapısı aşağı yukarı aynı durumdadır. Onun için burada yapılacak
iş Müslüman milletlerin kaynaştırılmasıdır. Halbuki bizim için mühim olan Türk
milletinin bu ülkelerde dostluk sağlamasıdır.
Kaynaşmada Türkiye’nin potansiyel yapısı neyse o ölçüde onlar da o kadar
Müslüman olacaklardır. Ama tabiatıyla ileride bizi de geçebilirler. Çünkü
onların da ayrı bir bereketi vardır. İslam’ın Mekke’den sonra en çok geliştiği
yerler Maveraünnehir mıntıkasıdır. Buhari’lerin, Nakşibendi Hazretleri’nin
yetiştiği yerlerdir. Bizim Türk-İslam cumhuriyetlerindeki kardeşlerimize
yapabileceğimiz şey İslamı bir tevhid dini olarak sunmaktır.
Doğu Almanya’da eski valiler, generaller ve idareciler talebe gibi derse
giriyorlar. Çünkü piyasa ekonomisi, iktisat, işletmecilik hakkında hiçbir
bilgileri yok. Batı Almanya bugün Doğu Almanya’ya yaptırım yapmıyor. Önce
insanları eğitmeye çalışıyor ve sırf bunun için önemli miktarda bir fon ayırmış
durumda. Şimdi bizim de bu ülkenin insanlarını eğitmemiz lazımdır. Türkiye’nin
bu konuda yapacağı çok iş vardır.
Bu çözülmede bu açıklık ve yeniden yapılanma politikasıyla iki hedef
gütmüştür. Birincisi Rusya’yı çevreleyen çember içindeki ülkelerden batıda
olanların yani Avrupa’ya yakın olanların siyasi ve iktidari yükünü üzerinden
atmak. Böylece Batı ile arasında devamlı bir sürtüşme mevzuu olan bu ülkelerin
külfetinden kurtulmaktır. Bu sayede silahlanma yarışından kurtulmak, askeri
masrafları azaltarak Doğu Avrupa’daki askeri masraflara tahsis ettiği
kaynakları kendi ekonomik yapısına transfer etmektir. Doğudaki çember ülkelerde
Rusya aynı politikayı gütmemiştir. Gütmediği de Azerbaycan ve diğer Asya
ülkelerindeki tutumuyla ortaya çıkmıştır.
5. BÖLÜM: SOVYETLER BİRLİĞİNİN DAĞILMASINDAN SONRA TÜRK DÜNYASI
Doğu bloku ülkelerinden Doğu Almanya, Batı Almanya ile birleşmiştir.
Macaristan, Polonya, Çekoslovakya tedricen demokratik bir siyasi yapıya ve
serbest pazar ekonomisine doğru gitmektedir. Eski doğu bloğu ülkeleri önce
komünist partilerini tasfiye edip bu partileri sosyalist parti haline
dönüştürmekte, çok partili sisteme geçmekte, böylece demokrasinin birinci
safhası olan siyasi parti safhasını başlatmış bulunmaktadırlar. Bunu, iktisadi
demokrasi safhası takip etmekte ve serbest pazar ekonomisine geçmeye, yani
üretimde özel mülkiyete yer vermeye çalışmaktadırlar.
Bugün en azından Marksizm ve Komünizm bir slogan ve kavram olarak
taraflarına vaad ettiği komünist cennetin tahakkuku fikri açısından iflas
etmiştir. Yani o cennet gerçekleştirilememiştir. Ama Komünizm yerini nereye
bırakacaktır? Mutlak bir liberalizme mi, mutlak bir kapitalizme mi, yoksa
mutlak bir karma ekonomiye mi? Bu hususun belirlenmesi ilerideki şartlara
bağlıdır. Çünkü meseleyi geniş perspektifte ele alırsak, insanların
meselelerini çözmek bakımından kapitalist sistem zaten tek başına muvaffak
olabilseydi, sosyalizme gerek kalmazdı. Dolayısıyla kapitalist sistemin de
kendi içinde sorunları vardır. Komünist sistem kendi başarısızlığını görmüştür,
ama bundan dönüş nereye kadar gidecektir? Bu husus açıktadır.
Komünist bloktaki bu çöküşe rağmen dünyada ve ülkemizde hala marksizmin
savunuculuğunu yapanların bulunması bu şekilde açıklanabilir : Birincisi bizdeki
şahısların angaje oldukları psikolojik yapılanmadan kendilerini birden bire
kurtarmakta çektikleri zorluktur. İkincisi de bunların entellektüel seviyesi
dünyadaki şartları tam olarak takip etmeye yetmiyorsa kendilerini dünyanın
gidişatına göre ayarlamalarında çektikleri güçlüktür.
Öte yandan Doğu-Batı yaklaşmasından bahsedilmektedir. Evvela Doğu-Batı
yaklaşması derken meseleyi Batının yani Batı Avrupa’nın Doğu Avrupa ile
bütünleşmesi şeklinde alırsak, manevi açıdan da ele alırsak, komünizm aynı
zamanda ateizmi de beraber ihtiva ettiği için komünizmden vazgeçmek bir
ideoloji olarak ele alınırsa, ateizmden vazgeçmeyi de ihtiva etmektedir. Bu
durum zaten kendini göstermiştir. Sovyet Rusya’da dinlerin tekrar ortay
çıkması, kiliselerin ve camilerin açılmaya başlaması, komünizmin ideoloji
olarak ateizmden de ayrı feragat ettiğini göstermektedir, Gorbaçov’un daha
kendi döneminde Papa’yı ziyaret etmesi bunun ifadesidir. Şu ana kadar dinler
arasında çarlık dönemindeki mücadeleleri, komünizmin içindeki suni de olsa
bertaraf etmiş olan sistemin yok olması neticesinde dinler mücadelesi tekrar
başlayabilir.
Batının kendi içinde ateist ve Hıristiyan olarak ikiye bölünmesinin
kaldırılıp, Batı dünyasındaki Hıristiyanlık birliğinin yeniden sağlanması ile
Hıristiyan dünyanın İslam dünyası be diğer dinlere karşı müşterek bir tutuma
girip yeniden eski sömürgeci saldırgan durumuna dönme ihtimali mevcuttur. Böyle
bir durum tabii çok tehlikeli olur. O bakımdan İslam dünyasının bunu dikkatle
takip etmesi gerekecektir.
6. BÖLÜM: İSLAM DÜNYASININ UYANIŞI VE TÜRKİYE
Bugün dünyamızın son iki asırlık sanayileşme inkılabından sonra gelişmenin
doruğuna varmış vaziyettedir. Bu teknolojik gelişmeye rağmen içtimai sahada da,
insan ruhunda da muazzam fırtınalar kopuyor ve insanlar huzurlu değil.
İşte böyle bir bunalım halinde iken İslam dünyası içinde bir kıpırdanma
başladı. Hatırlarsak 20. asrın ilk çeyreği sonunda İslam dünyası tamamen
müstemlek haline düşmüştür. 1930’larda zahiri bakımdan istikbale sahip Türkiye,
Afganistan, İran, belki kısmen Fas gibi 3-4 ülke vardı. Aradan bir 20 sene
geçti, Batı birbiriyle çatışmaya devam etti ve “Şirden hayır doğar.” hükmünce
İslam dünyası toplandı. İkinci Dünya Harbi’nden sonra bilhassa Afrika ve Asya
uyanmaya başladı. İslam konferansına üye ülke sayısı 55’e yükseldi. Böylece 3
adedi 60 sene içince 55 baliğ oldu. Bugün aşağı yukarı Çin’deki Türk
Müslümanlar hariç, müstemleke halinde İslam topluluğu kalmadı. Azınlıkta
olanlar da birtakım statüko hakkı sağlıyorlar. Binaenaleyh Rusya gibi Çin de
yıkılırsa İslam dünyası iyice ferahlayacaktır.
Böylece İslam alemindeki bu uyanış neticesinde, İslamiyet yeniden insanlığa
bir çözüm tarzı olarak ortaya çıkma imkanlarını aramaya başladı. Akif merhumun
“Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” şeklinde ifade ettiği üzere İslamiyet
bugünkü meseleler ile bugünkü neslin anlayacağı biçimde tefsir ve izah etmek
cihetine gidildi. Tabii bu, kolay bir iş değildi.
Dünyada onlar hakim olduğu için İslam dünyasının kalkınmasını teyakkuzla ve
dikkatle takip ediyorlar. Daha 1955 yıllarında Amerika’da bir kitap
neşredilmişti. “İslam on the March” “İslam Yürüyüş Halinde” diye. Bu kitabın
yazılışındaki gaye, cemiyeti ve kamuoyunu ikaz etmekti : “Dikkat edin! Bunlar
uyanmaya başladı!” deniyordu.
Bugün umumiyetle İslam dünyasında iktisadi sahada söz edilirken “Ortadoğu
Ülkeleri” diye bahsedilir. Ortadoğu diye literatürde işlediği ülkeler İslam
dünyasıdır.
Türkiye’nin en büyük kaynağı nüfustur. İşte bu sebepten dolayıdır ki nüfus
patlaması, nüfus planlaması gibi sloganlarla bu en mühim varlığımızı da
engellemeye çalışmaktadırlar. Zira nüfus artışı iktisadi hayatı kamçılamakta,
dinamize etmektedir.
İslam ülkelerinde birçok kaynaklar var. İnsanlarının hepsi tertemiz, pırıl
pırıl Müslümanlar, ama çoğu bizim hakkımızda bilgisiz, Türkiye’yi tanımıyorlar.
İstanbul’daki İslam Konferansına katılanların %70’i İstanbul’a ilk defa
geldiklerini söylüyorlardı. Çünkü yıllarca Türkiye ile İslam dünyası arasında
bir kopukluk vardı. Batının muazzam politikası, bizde onlar aleyhine, onlarda
bizim aleyhimize işlemiştir.
Önce zihniyet önemlidir. Türkiye’nin İslam dünyasında yer almayı arzu etmesi
lazımdır. İstersek gireriz. Çünkü bugün Türkiye2ye hakim olan bazı gruplar bunu
istememektedir. Önce Türkiye’nin zihniyet olarak İslam dünyasına açılma
siyasetini benimsemesi lazımdır.
Ondan sonra bu dünyaya girmek için yetişen yeni neslin ve yeni kadroların
dil irtibatıyla kendisini takviye etmesi lazımdır. Türkiye dil bakımından çok
kapalı bir ülke durumundadır. Çok içimize kapanık kaldık. Müşterek dilimiz yok.
Önce, Türk dünyasıyla müşterek dil ve alfabeyi geliştirmek lazımdır. Türkçe’den
gayrı iki dili bilemezsek, ne Asya’ya ne de Afrika’ya girmemiz kabil olur.
Arapça ve İngilizce iki gerekli dil halindedir.
Batı dünyası hep takip ediyor, adamlarını gönderiyor. Mesela Dubai’de iken
İslamı bir eğitim teşkilatına çağırdılar; gittik, görüştük, konuştuk. Çoğu
Türkiye’ye gelmiş ilgili insanlar. Konuşurken solda bir adam dikkatimi çekti.
Öyle oturuyor, tuhaf bakışlı, Arap kıyafetli. Tipi dikkatimi çekti, tamamen
İslami meselelerden bahsedilen bu toplantıdan sonra sordum : “Kim bu adam,
Müslüman mı?” “Hayır” dediler. “Bir Fransız” .“Peki ne işi var burada?” diye
sorduğumda, “Vallahi geliyor, biz de git diyemiyoruz, ama kim olduğunu da
bilmiyoruz.” dediler. Tabii adam Arapça biliyor, İngilizce biliyor ve topluma
kolayca hulul ediyor. Adamlar casus şebekeleriyle, potansiyelleriyle
giriyorlar. Kim gidiyor, ne yapıyor, ne ediyor diye merak ediyorlar.
Üçüncü mühim nokta, enformasyon, bilgi alışverişidir. İslam Konferansına
dahil ülkeler birbirleriyle irtibat bakımından çok zayıf bir durumdadır.
Türk-İslam ülkelerine güzel projeler götürmek lazımdır.
Burada iki önemli nokta var : Birisi ulaşım, diğeri haberleşmedir.
Herşeye rağmen Türkiye İslam dünyasında en büyük potansiyele sahip ülkedir.
Pakistan ve Mısır’ın yetişmiş elemanı fazla, ama bunlar dağınık vaziyettedir.
Kendi elemanını ülkesi içinde kullanan ve yetişmiş elemanı en fazla olan ülke
bugün Türkiye’dir. Onun için Türkiye’nin Orta Asya ve Ortadoğu’da yer alması,
hem de üst düzeyde yer alması imkanı vardır. Bunu istemek gerekir. Bunu istemek
demek, diğer dünya ile irtibatı koparması manasına gelmez. Cidde’deki bir
gündelik gazetenin muhabiri şöyle demiştir : “Siz İslam dünyasına dirsek
çevirdiğiniz müddetçe İslam dünyası kalkınmaz, ama siz de kalkınamazsınız.
Şayet siz el uzatırsanız İslam dünyasında yerinizi bulursunuz, biz de
kalkınırız. Çünkü bu dünyanın size ihtiyacı var.”
Türkiye’nin bunu bilmesi ve kabul etmesi lazımdır. Bugün Avrupa, Amerika,
Asya birleşmektedir. Büyük üniteler içinde Türkiye de bir çevre içinde kendini
kuvvetlendirmeye mecburdur. Bütün bunları insanlar ve yeni kadrolar yapacaktır.
O kadroların da bilgili ve İslam ahlakıyla bezenmiş olarak yetişmesi lazımdır.
Yüzlerce, binlerce doktora tezi yapmak lazımdır. Osmanlı İmparatorluğu’ndan
kalan arşivlerimizde yüz milyon vesika bekliyor.
Bir Malezyalı sendikacı 15 sene evvel görüştüğümüzde bana “Türkiye bir gün
gelecek, dünyada muazzam bir hamle yapacaktır. Bomba gibi patlayacak.” diyordu.
Demek ki dışarıdan bizi böyle görüyorlar. Kanaatimce o günler yakındır.
İnşallah 2000’li yıllarda bu hedefe ulaşacaktır.
7. BÖLÜM: TÜRKİYE’NİN İSLAM DÜNYASINA YÖNELİŞİ VE MÜŞTEREK
ORGANİZASYONLAR
Türkiye’nin İslam Dünyasına Yönelişi
1. Belli başlı İslam ülkelerinin büyük şehirlerinde daima ticaret merkezleri
kurulması.
2. Gelişme imkanı olan sektörler içinde taahhüt ve proje işleri, gıda
maddeleri, et, taze meyve ile su ve meyve suları ihracatı başta gelir. Canlı
hayvan ihracatı gelişirken, helal kesilmiş olması bakımından et ihracatı
rahatça gelişebilir.
3. Müteahhitlik sahasında başlamış olan işler gelişebilir ve yeni ihaleler
alınabilir.
4. Türk - İslam ülkelerinde çalışan işçilerimizin para transferinde
karşılaştıkları müşkülleri çözebilecek tedbirleri çoğaltmak gerekir. Ayrıca İslam
ülkelerinde çalışan işgücünün sosyal sigorta kapsamına alınması, bu ülkelerle
sosyal güvenlik anlaşmalarının yapılması lazımdır.
Kısa vadeli olarak düşünülebilecek bu tedbirlerin yanında uzun vadede de
bazı önemli unsurların üzerine eğilmek gerekir. İşbirliğini engelleyici konular
giderilmelidir. Bunların önemlileri şunlardır :
A. Ulaşım güçlükleri
B. Haberleşme güçlükleri
C. Finans güçlükleri
D. Pazarlama güçlükleri
E. Kültürel sahada işbirliği yapılamayışı.
Müşterek Organizasyonların Kurulması
İlk önce RCD, şimdi ECO denilen bölgesel iktisadi işbirliği çerçevesinde
İran ve Pakistan ile iktisadi, sosyal ve kültürel sahada başlayan bu
yakınlaşma, 1976’da Türkiye’nin İslam Konferansına üye olmasıyla bütün İslam
dünyasına yayılmıştır.
Bugün sayıları 61’e ulaşan İslam ülkelerinin teşkil ettiği topluluk,
Endonezya’dan Fas’a, Türkiye’den Uganda’ya, Bosna’dan Moğolistan ve Çin’e kadar
dünyanın ortasını bir kuşak gibi sarmış bulunmaktadır. 1.5 milyardan fazla
insanın yaşadığı 30 milyon km2 ‘lik bu alan zengin petrol ve maden yatakları,
çeşitli ürünler bakımından dünya potansiyelinin beşte üçü ile beşte biri
arasında değişen bir imkana sahiptir.
Şayet İslam ülkeleri bu kaynaklarını geliştirip ticaretle bütünleşebilir ve
yek diğerini tamamlayabilirse, hem iktisaden süratle gelişir, hem de refah
seviyesini arttırmış olurlar. Bunu idrak eden İslam ülkeleri 1969’da İslam
Konferansı’nı kurarak bunun etrafında birleşmiş ve Türkiye’de 1976’da bu
konferansa katılmıştır.
Dağınık ve parçalanmış olan İslam ülkeleri ilk defa 1969 yılında Fas’ın
Rabat şehrinde devlet reisleri seviyesinde toplanmış ve bu birinci zirve
toplantısında daimi bir İslam Konferansı teşkilatının kurulması
kararlaştırılmıştır. Bu organ, İslam ülkeleri arasında her sahada işbirliği
sağlamakla görevli en büyük kuruluş olmuştur.
8.BÖLÜM: MEKKE DEKLARASYONU VE HAREKAT PLANI
Bu anlaşamaya dayanarak 1981’de Mekke’de toplanan 3. Zirve toplantısında
iktisadi işbirliği planı kabul edilmiştir.
Bu planda ticaret sektörüyle ilgili olarak ileri sürülen tedbir ve
tavsiyeler arasında şunlar vardır
1. Üye ülke grupları arasında ticari sahada uygulanmakta olan tercihli
şartların bir envanterini çıkartmak, sonra bunları kuvvetlendirip yaymak
suretiyle kademe kademe üye ülkeler arası tercihli bir ticaret düzeyine ulaştırmak.
2. Ulaşım sahasında üye ülkeler arasında bir koordinasyon mekanizması kurma
imkanlarını araştırmak ve bu yolla üye ülke müteşebbislerinin sanayici
ülkelerdeki rakipleriyle rekabet etmelerini sağlamak.
İslam ülkeleri arasında İslam Konferansı dışında kurulan diğer bazı
kuruluşlar da vardır
9. BÖLÜM: TÜRK VE İSLAM DÜNYASI ARASINDAKİ TİCARETİN GELİŞTİRİLMESİ
İslam Ülkeleri Arasında Ticaretin Önemi :
Dünyanın ortasını bir kuşak gibi saran İslam dünyası gerek jeopolitik durum,
gerekse iktisadi kaynaklarının zenginliği itibariyle önemli bir güze sahiptir.
Esasında İslam dünyasının merkezini teşkil etmektedir. Yeryüzündeki semavi
dinlerin hepsi eski medeniyetlerin en önemlileri bu kuşakta doğmuş ve
serpilmiştir.
Bu durum tesadüflerin sonucu değildir. Bölgedeki ülkeler zengin
medeniyetlere sahne olmuşlardır.İslam ülkeleri arasındaki iktisadi bağları
süratle kuvvetlendirmek ve dar pazarlardan büyük imkanlar getirecek olan geniş
pazarlara geçmek zaruretiyle karşı karşıya bulunmaktadır.
1. Allah’ın lütfettiği tabii kaynakları değerlendirmek
2. Üretim kaynaklarının finans, ticaret ve turizm sektörleriyle takviye etmek
3. Sanayileşme yoluyla birinci grupta elde edilen ürünlerin katma değerlerini
arttırmak.