Genel Değerlendirme:
Yazar, İslam tasavvufunu temelinden alarak inceliyor. Sufi ve tasavvufun
tanımlarını vererek tasavvufa dair meseleleri anlatıyor.Elde bulunan
kaynaklardan ve kendi eserinden anlaşıldığına göre Serrac hicri 378 yılında
İran'da doğdu. Tam adı Abdullah b. Ali b. Muhammed b. Yahya'dır, lakabı
tavusu'l-fukara şöhreti Serrac'dır. Ebu Nasr Serrac hakkında tarihi
kaynaklardaki bilgilerin azlığı eserin yaygın bir biçimde tanınmasına engel
olmuştur. Bu bir talihsizliktir. Çünkü eseri şer'i ölçülere uygun çizgidedir.
Bütün bunlara rağmen Serrac ve eserini ilim dünyasına tanıtan, İngiliz
müsteşrik Reynold Alleyne Nicholson'dur. Eseri 1947'de tekrardan 5 bablık eksik
bölümlerini de tamamlayarak A. J. Arbey Londra'da neşretmiştir. Bu sayede eser
ilk defa tam olarak basılmış oldu.
Peygamberimiz (sav)'in "Alimler peygamberlerin varisleridir."
Buyurduğu rivayet edilmektedir. Ayette geçen "doğruca şahitlik eden ilim
erbabı" peygamberlerin varisi olmaya layık kimselerdir. Çünkü onlar,
Kitabullah'a sarılan, Resulullah'a uyan, ashab ve tabiinin yoluna giren, takva
ehli salih kişilerin usulünü benimseyen kimselerdir. Bunlar da üç gruptur.
Hadisçiler, fıkıhçılar ve tasavvuf erbabı. İşte bu üç grup Allah'ın
vahdaniyetine şahitlik eden ve peygamber varisi olmaya layık olan kimselerdir.
Nitekim Kur'an-ı Kerim de "Kendilerine ilim verilenler derece
derecedir." "Herbirinin yaptıkları işten dolayı dereceleri
vardır." "Bak nasıl onların kimini kiminden üstün yaptık." gibi
ayetlerle ilim ve amel konusunda bu üç gurubun durumları anlatılmaktadır.
TASAVVUF İLMİ VE SUFİLER
Sufiler inanç konusunda hadisçiler ve fakihlerle aynı görüşü paylaşan,
onların ilimlerini benimseyerek onların esaslarına karşı çıkmayan kimselerdir.
Çünkü sufiler, bid'atlerden ve nefsin kölesi olmaktan kaçınan, güzel örneğe
bağlı ve ona uymaya hazır, her türlü bilgide fakih ve muhaddislerle ortak
görüşlere sahiptirler. Sufilerden bilgi ve anlayışta muhaddis ve fakihlerin
derecesine ulaşamamış olanlar, ahkam-ı şer'iyye ve hudud-u islamiyye konusunda
karşılaştıkları müşkillerin halli için mutlaka muhaddis ve fakihlere
başvururlar. Alimlerin icma ettikleri konuda sufilerde icma ederler. Ulemanın
ihtilaf ettiği konularda ise sufiler, ihtiyatlı olmak için en güzel, en evla ve
en mükemmel olanı seçerler ki böylece Allah'ın kullarına emrettiği şeyi
yüceltmiş, nehyettiğinden de sakınmış olurlar.
"SUFİ" ADI NEREDEN GELİYOR?
Sufilerin diğer ilim erbabından farklı ilk özellikleri, farzları yerine
getirmekten ve haramlardan kaçınmaktan başka malayani denilen boş ve anlamsız
meşguliyetleri terk etmek, maksadları ile aralarına giren her türlü alakadan
sakınmaktır. Onların Allah'dan başka gaye ve maksadları yoktur. Sufilerin
bundan başka muhtelif adabları vardır. İşte bunlardan bazıları: "Dünya
nimetinin azına kanaat etmek; zaruri olan yani olmazsa olmaz ölçüsündeki bir
azıkla yetinmek, zaruri olan giyim-kuşam, yiyecek ve istirahat imkanını
sağlayacak bir şeyle iktifa etmek, iradi olarak fakirliği zenginliğe tercih
etmek, aza koşup çoktan kaçmak, açlığı tokluğa tercih, üstünlük ve büyüklüğe
rağbet etmemek, itibar ve makamda feragat gösterebilmek, yaratıklara şefkat ve
merhamet, büyük-küçük herkese tevazu, ihtiyaç anında bile başkalarını kendine
tercih etmek (isar), dünyaya dalanlara aldırış etmemek, Allah hakkında daima
hüsn-ü zan sahibi olmak, taate koşarken ve hayırda yarışırken daima ihlas üzere
bulunmak, her şeyden kesilip Allah'a yönelmek, O'nun kazasına rıza, belasına
sabır göstererek nefsindir." Buyurmuştur.
Hz. Peygamberimiz (sav) tasavvufla alakalı başka bir takım hadislerinde
de şöyle buyurmaktadır:
1-"Ümmetimin içinde ilham ve keşfe mazhar (mükellem-muhaddes) bazı
insanlar vardır. Ömer'de bunlardan biridir."
2-"Nice yüzü gözü tozlu, saçları dağınık, kılık kıyafeti eski kimseler
vardır ki, Allah adına yemin ederler, Allah onların yeminlerini kabul eder.
Bera b. Aziz onlardandır."
3-"Ümmetiminden bir zata vardır ki onun şefaati sayesinde Rebia ve Mudar
kabilesi kadar insan cennete girecek tir." Bu zat Üveys Karani'dir.
4-"Ümmetimden Kur'an okuduğunda huşu duyan kimseler görürsün. Talk b.
Habib bunlardan biridir."
5-"Ümmetimden yetmiş bin kişi hesap görmeden cennete girecektir."
Ashab sordu: "Onlar kimlerdir Ya Rasulullah ?" Cevaben buyurdular:
"Afsun ve dağlama gibi işlerle meşgul olmadan Rablarına dayanıp
güvenenlerdir."
"SUFİ" ADI NEREDEN GELİYOR?
Sufiler sadece bir ilimde teferrüd etmiş, sadece bir makam ve hale bürünmüş
kimseler değildir. Aksine onlar bütün manevi ilimlerin kaynağı, halleri
barınağı, eskilerin ahlakının mazharıdırlar. Onlar mahiyet-i ilahiyye sayesinde
bir halden bir hale intikal etmede ve daima daha iyi ve güzele koşmadadırlar.
Halleri böyle değişken olan ve devamlı ilerleyen kimselerin bu hallerden sadece
birinin adıyla anılması uygun olmaz. Onları sadece bir hal ve makamla
kayıtlamamak için bu hallerden biriyle isimlendirmekten kaçınmalıyız. Şayet
onları içinde bulundukları en etkili hal, makam ilim ve ahlaka izafe ederek
isimlendirecek olursak, her zaman ayrı bir isimle adlandırmamız gerekirdi. Bu
olmayacağına göre onları giydikleri şeye izafe ederek sufiyye adıyla
adlandırıyoruz. Çünkü suf (yün) giymek nebilerin adeti, peygamberlerin ve
asfiyanın şiarıdır.
Allah Teala hazretleri İsa(as.)'ın ashabını giydikleri beyaz elbiseye
nisbetle "Havariler" diye yad etmiştir. Allah Teala onları sahip
oldukları ilim, davranış ya da hal ile anmak yerine bu adla anmayı tercih
etmiştir. Sufilerin durumu da aynıdır. Sufiler zahir libasına nisbetle bu adı
almış, büründükleri bir hal ve ilimle anılmamışlardır.
BAZI TASAVVUF TARİFLERİ
Muhammed b. Ali Kessab: "Tasavvuf, seçkin bir toplulukla birlikte
seçkin bir adamdan güzel bir zamanda zuhur eden güzel ahlaktır."
Semnun: "Tasavvuf hiçbir şeyin sana, seninde hiçbir şeye malik
olmamandır".Amr b. Osman Mekki: " Tasavvuf kulun içinde bulunduğu
vaktin gereğine göre, o an ne yapılması gerekiyorsa onu yapmaktır."
SUFİ KELİMESİNİN ANLAMI
*Abdulvahid b. Zeyd: "Üzüntü ve tasalarını akılları ile çözen,
kalpleri ile onlardan uzaklaşan, nefislerinin şerrinden Efendilerine sığınanlardır."
*Zünnun Mısri'sen: "Onlar o kimselerdir ki Allah'ı herşeye tercih ederler.
Allah da onları herşeye tercih eder."
*Sufi kelimesinin aslı "Safevi"dir. Telaffuz zorluğu sebebiyle
safevi, sufi olmuştur. Bir de bunlardan başka tasavvufun şu tarifleri
yapılabilir.
*İlmi Tarif: Tasavvuf kalplerin kirlerden temizlenmesi, yaratıklara karşı güzel
muamele, şer'i meselelerde Allah Resulu'ne tabi olmaktır.
*Hakikat Lisanıyla Tarif: Mülkiyet ve varlık iddiasından uzaklaşmak, göklerin
yaratıcısına bağlanarak beşeri sıfatların esaretinde kurtulmaktır.
*Marifet aslında bir Hakk vergisidir. Ma'rifet nardır, iman nurdur. Ma'rifet
vecddir, iman ihsan-ı ilahidir. Mü'min ile arif arasındaki fark şudur: Mü'min
Allah'ın nuruyla bakar, arif ise Allah ile nazar eder. Mü'minin kalbi vardır.
Arifin yoktur. Mü'minin kalbi zikr-i ilahi ile mutmain olur. Arif ise Allah'dan
başkasından itminan duymaz. Ma'rifet üç çeşittir.
1-Ma'rifet-i ikrar (söylenen ma'rifet)
2-Ma'rifet-i hakikat (gerçek ma'rifet)
3-Ma'rifet-i müşahede
Zahidler üç tabakadır:
1-Mübtediler: Elinde avucunda bir malı olmayan elinde bulunmayan malın
sevgisi gönlünde yer tutmayanlar.
2-Tahkik Ehli: Dünyanın tamamından nefsen ait hazları tektir. İşte bu tahkik
ehlinin zühdüdür.
3-İstiğna Ehli: Bu grupta yer alanlar, "dünyanın tamamı kendi mülkleri
olsa, bundan dolayı ahirette herhangi bir sualle karşılaşmayacak ve Allah
nezdinde kendilerine ayrılan ecirden de bir eksilme olmayacak" olsa bile
yine zühd içinde yaşarlar.
Tevekkül üç çeşittir:
1-Mü'minlerin Tevekkülü: Tevekkül, ubudiyette bedeni devreden çıkarıp kalbi
rububiyete bağlamak mikdar-ı kafi şeyle yetinmektedir. Böyleleri verilince
şükreder, verilmeyince kadere olan rızaları sebebiyle sabreder.
2-Havasın Tevekkülü: Allah'a bir sebep ve vasıta ile tevekkül eden kimse,
tevekkülünü Allah'a, Allah ile ve Allah için yapıp sebeplere bağlanmadan
mütevekkil olmadıkça gerçek tevekkül ehli sayılmaz.
3-Havassü'l-havasın Tevekkülü: Tevekkül, olmadan (keynuyet) önceki gibi, senin
varlığının Allah'a aid olmasıdır. Bu taktirde Allah Teala da daima senin için
olur.
"Onların yüzlerinde sevinç ve mutluluğun sevincini görürsün." Yani
ehli cennet, cennet nimetleri sebebiyle yüzlerinde meydana gelen sevinç
hanesinden tanınır. Bu ehli cennet arasında kendilerine has kılınan nimetlerden
dolayı ebrar için böylesine bir şerbetin sunulacağı anlaşılmaktadır. Tesnim
sadece mukarreblerin içtiği bir kaynaktır. Ebrarın içkisi olan rahik-ı mahtum,
bunlardan bir karışım taşıdığı için ehli cennetin diğer içeceklerine üstün
sayılmıştır.
Kitap ve sünnete uyma konusunda insanlar üç kısımdır:
1-Ruhsat, mübah, tevil ve genişlik yolunu tutanlar.
2-Farz, sünnet, dini had ve ahkam bilgisine bağlananlar.
3-Farz ve sünnet konusunu sağlamlaştırdıktan sonra, dini ahkamda hiçbir
cehaleti kalmayan, bunlara ilaveten hal, amal, ahlak ve yüce duygulara gönlünü
bağlayan, hukukun gerçeklerini araştıran sıdk ve tahkik ehli kimseler.
TASAVVUFTA ADAB
Allah Teala buyurur. " Ey iman edenler, canlarınızı ve ehlinizi
(çoluk-çocuğunuzu) cehennem azabından koruyunuz." İbn Abbas bu ayete şöyle
der: "Çoluk-çocuğunuzu eğiterek; edeple yetiştirerek onlara cehennemden
kurtulmayı öğretin." Efendimiz (sav) "Hiçbir baba evladına edepten
daha değerli bir armağan veremez." "Beni Rabbim terbiye etti ve
edebimi güzel yaptı." Buyurmuştur. Hasan-ı Basrı'de: "Önce dinde ince
kavrayış (tefakkuh) lazımdır. Çünkü böyle bir anlayış, taliplerin kalplerini
cezbeder. Sonra dünyaya karşı zahid davranmak, çünkü bu da insanı Allah'a yaklaştırır.
Son olarak da Allah'ın kul üzerindeki hakkını bilmek. Bu da kamil manada bir
imanı içine alır."
YEMEK, TOPLANTI VE ZİYAFET ADABI
Ebu'l-Kasım Cüneyd şöyle der: "Dervişler üzerine üç yerde rahmet-i
ilahiye iner:
A-Yemek yerken, çünkü onlar tam ihtiyaç duymadıkça yemek yemezler.
B-İlmi toplantılarda, çünkü onlar böyle yerlerde sıddık ve evliyanın halinden
başka birşey konuşmazlar.
C-Sema (güzel sesle okunan bir ilahi vs.) anında, çünkü onlar, dinlediklerini
ancak Hakk'tan dinlerler ayağa kalkacak olurlarsa da vecd tesiriyle kalkarlar.
SEMA'A DAİR MESELELER
Allah Teala buyurur: "O yaratmada (halk) dilediği arttırmayı
yapar." Müfessirler ayette geçen "Halk " ın güzel huy ve güzel
sese demek olduğunu belirtmişleridir. Nitekim Hadis-i Şerif'lerde şöyle buyurulmuştur:
1-Allah'ın gönderdiği nebilerin her biri güzel seslidir.
2-Allah, güzel sesli nebisini dinlediği gibi hiçbir şeyi dinlememiştir.
3-Allah güzel sesle okuyan kimseyi, sahibinin şarkıcı bir cariyeyi
dinlemesinden daha güzel dinler.
4-Hz. Peygamber (sav) fetih gününde Kur'an okudu ve sanki şarkı söylüyor gibi
uzatarak okudu.
İKİNCİ KISIM
* Sağlam bir tasavvuf çizgisinde hangi özellikler bulunmalıdır?
a-Ehli sünnet ve ve'l-cemaat çizgisinde sağlam bir inanç.
b-Kitap ve sünnete uygun derin bir ibadet hayatı.
c-Düzgün bir muamelat,
d-Muhammedi bir ahlak.
* Tasavvuf hangi ölçüleri içinde taşır?
a-Tasavvuf manevi tecrübe ile anlaşılan hal ilmidir.
b-Tasavvufi bilginin konusu Marifetullah'tır.
c-Tasavvuf tatbiki bir ilim olduğundan mürşid vasıtası ile öğrenilir.
d-Tasavvuf tecrübi olduğu için kitaptan öğrenilmez.
e-Tasavvufun bilgi kaynağı felsefe ve kelam gibi akılla sınırlı değildir. İlham
ve keşf de bilgi kaynağı kabul edilir.
f-Tasavvufi eğitim tarikat denilen özel yollarla katedilir.
* İslam'ı tasavvuf, cihad ve nur gibi ekol ve fırkalara ayırmak acz ifadesi
değil midir? Farklı yapıdaki bu cemaatle, birbirleri ile uğraşmadığı ve
önündeki hizmet planına göre birşeyler yaptığı sürece faydalıdırlar.
* Günümüzün bozuk şartlarında, herşeyin nefse ve şehvete hitab ittiği bir
zamanda sadece tasavvuf yeterli olur mu?Günümüzde tasavvufa belki her
zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Fakat islami ilimleri birbirine
alternatif görmek yanlıştır. Herşeyden tecrid edilmiş sırf tasavvuf diye
birşeyden söz edilmez.
* İlmiye sınıfı tarikatlara itiraz ediyor veya soğuk bakıyor avam hemen
teslim oluyor ve mesafe katediyor. Sebep ve hikmeti ne olabilir? İlmiye
sınıfının tamamen karşı çıktığını söylemek yanlış olur. Bazıları kişisel
hataları genelleştiriyor. Bazıları ise enaniyetin altında kalıp eziliyor.
* Bugün tasavvufi cemaatlerde görülen sarığın hizmete engel olduğunu
söyleyenler var. Düşünceleriniz nelerdir? Tasavvuf grupları arasında sosyal
olaylara ve kılık-kıyafete bakış farkı vardır. Sakalın, cübbenin ve sarığın
sünnet olduğu unutulmamalıdır. Kılık-kıyafetle nefse bir pay çıkarılmamalı.
Sakalsızlarla da "bunların bu hali müslümanlara zarar veriyor" diye
uğraşılmamalıdır.
* Bediüzzaman hazretleri "üveysi" olarak yaşamıştır. O'nun gerçek
şakirtleri de bilerek ve bilmeyerek "üveysi-meşreb" midirler?
Üveysilik: Bir mürşidle görüşmeden manevi yolla, rüya tarikıyla yol almaktır.
Üveys Karani'ye nisbetle ortaya çıkmıştır. Bediüzzaman'ın bazı tarikat
şeyhlerinden ders aldığı bilinmektedir. Bütün Risale-i Nur şakirtlerini üveysi
saymak doğru değildir.
* Bediüzzaman Risalelerinde tasavvufu bir meyve; tasavvuf ehli ise
Ankara'dan İstanbul'a gitmek için bir vasıta olarak tanımlıyor ve bu zamanda
kişinin mutlaka bir yere bağlanması gerektiğini savunuyor. Ne dersiniz? İkisi
çelişkili değildir. Bakış açılarının farklılığından kaynaklanmaktadır.
Tasavvufun iki boyutu vardır; biri tahalluk (eğitim ve terbiye) diğeri tahakkuk
'(ma'rifet ve bilgi)'tur. Bediüzzaman tahakkuk tarafına bakmıştır.
* Bir cemaat: "Zaman; tarikat zamanı değildir, imanı kurtarma
zamanıdır." diyerek tarikat ve tasavvufa karşı çıkıyor. Ne söylersiniz? Bu
söz XX. Yy. ın ilk yarısında söylenmiştir. O yıllar pozitivist ve materyalist
düşüncenin egemen olduğu yıllardır ve ülkemizde bu rüzgarların tesirinde kalmıştır.
Din, devlet eliyle toplum hayatının dışına itilmiş ve tekkeler tarikatlar
kapatılmıştır. O günün öncelikli konusu iman idi.
* Şeyhin sahtesi ile gerçeği nasıl ayırt edilir? En önemli ölçü şeriata
riayet ve İslami esaslara bağlılıktaki hassasiyettir.
* "Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır" sözünü izah eder misiniz? Bu
söz Beyazıd-ı Bestami'ye atfedilir. Bir üstadın yanında tasavvufi eğitim
görmeden kendi kendine sufilik yapmaya kalkışan bir kimse mutlaka yanılır ve
şeytanın oyuncağı olur.
* Kadınlar da intisab etmeli midir? Kur'an da kadınların İslam, iman, taat,
sıdk, sabır, huşu, tasadduk, oruç, namusu koruma ve zikir konusunda erkeklerle
aynı olduğu vurgulanmaktadır. Cihad dışında erkeklerin muhatab oldukları bütün
konulara onlar da muhatabdırlar.
* Salik ve meczub kime denir? Salik: Seyr-u süluk'a girmiş, riyazat,
mücahede ve muamele ile nefsini arıtıp ruhunu yüceltmeye ve müşahedeye eremeye
çalışan kimse. Meczub: Hakk'ın tecellileri kendisine seyr-u süluksuz olarak
zuhur eden kimsedir.
* "Peygamber dururken mürşide rabıta yapılmaz, biz peygambere rabıta
yapıyoruz" diyenler var. Bunların durumu nedir? Zaten Peygambere rabıta
yapacak seviyeye gelmiş bir kimsenin şeyhe rabıta yapmada ısrar etmesi şirk
sayılır. Esas olan peygambere yapılan rabıtadır.