23 Ocak 2000

Sır Katibi



Osmanlı teşrifatında daha
adından itibaren garip
bir masalsılığın kışkırtıcılığını
vaad eden meslek grubu:
                   Sır Kâtibi.
 
Ben bir sır katibiyim. Katib-ül-esrar.

Sırlar yazarım. Ne geçerse bir padişah yüreğinden onu yazarım.

Görevim, yerine hissettiğim bir padişah da olsa, başkalarının kalbiyle hissetmek olur böylece. Başkalarının yerine sevmek. Kimi bir padişahın esrarını yaşarım bu yüzden, kimi bir padişahın yerine ölürüm.

Sırrım ben. Başkasının yerine ölümüm gün gibi ortadadır da, kendi adıma varlığım ancak karanlık gecenin içindeki siyah nokta kadardır. Görülmeyen varlık, sesi varsa var. Kalbin nesi var? Kalbin sesi var. Benim olmayan sesi kuşanır o sesi sahiplenirim. Bu yüzden hiç yaşamaz ama hep dinlerim. "Ey kalpleri evirip çeviren Allah'ım", ben de senin yarattığın bir kalp değil miyim? Demedim, demedim. Hayır, hiç şikayet etmedim, hiç böyle demedim.

Teşrifatta adım aşikar olarak geçse de, bilinmeyen bir yanı vardır sesini sahiplendiğim kalbin sahibiyle aramızdaki rabıtanın. Onlar benim isteyip de yaşayamadığım hayatları yaşarlar hep, bense onların yerine yanarım. Çünkü ben bir sır katibiyim. Katib-ül-esrarım.

Bana sırrını verecek olanların kalbini kuşanırım önce. Kalplerindeki her tabakayı. Sevdanın indiği o en içteki fuadı. Hemen yanı başındaki günahın çıktığı kara beneği, süveydayı. Kiminin, günah işleyecek kadar çok sevmektir aşkının ölçüsü; kiminin, günah işlemeyecek kadar çok sevmektir muhabbetinin temeli. Her hal ile olsa onların kalbiyle ve onların yerine sever, onların yüreğiyle günah işlerim.

Sonra ruhlarının rengi sirayet eder gizlice ruhuma. Sessizce. Onların tekneleriyle yanaşırım kışkırtıcı limanlara, onların denizleriyle dalgalanırım, onların rüzgarıyla bulanırım. O kadar ki onların sözcükleriyle konuşmaya başlarım günü gelince.

Onların gözlerini takınırım sonra. Onların rengiyle bakarım onların dışındaki hayata. Üstelik gözlerini yumduklarında ne geçiyorsa göz kapaklarının ardından o hayalleri de işte, şu gördüğünüz gözlerimle görürüm. Ve onlar kendi göz kapaklarının arkasına çekildiklerinde kim oluyorlarsa, o da ben olurum.

Sonra rüyalarını verirler bana. Onların rüyalarını görmeye başlarım. Bir rüya görücüyüm ben, tabirci değilsem de. Ne gördüğüm rüyaları unuturum onların yerine, ne de unutacağım rüyaları görürüm, yine onların yerine.

En sonunda öyle bir an gelir ki, padişahım sırrının katibinde, yani bende; ben yani katip, yazdığım sırrın padişahında oluruz artık. Bir padişahın yazdığı kağıdı okurken kendi yazdığım bir kağıdı okur gibi olduğumda, kalbimin de onun kalbi olduğunu anlarım. Ne sır vardır artık ne katip ne de padişah. Bir tek kalp vardır o zaman. İşte o zaman onların yerine ölen de ben olurum. Aramızda muhteşem bir güle benzeyen bir kalp yer değiştirip durur. Ve onların ölümünü kendi gövdemde duyarım. Beni öldürecek olanın öldürmesini yaşamadan önce, ona sen kimsin ve neden, diye de sormam. Çünkü ben katib-ül-esrarım.

Sabahı, ateşler içinde bulan hastanın yalnızlığı kadar gerçektir benim resimlerden görüp de kalbime ithal ettiğim yangınım. Yangınım o kadar ki yangın. Ve ben, gerçek olmadığım kadar gerçeğim.

Öyle ki kendi derinliğinde boğulan ırmakları ve kendi kurağında kavrulan çölleri de; ancak kendi zenginliğinde yoksul düşen kadınları ve kendi gecesinde yiten kentleri bildiğim kadar iyi bilebilirim.

Çünkü ben sırların katibiyim. Katib-ül-esrarım. Kalplerin sırrını yazarım. Sırrını kuşandığım kalbin yerine yaşıyor olmayıp da ölüyor olmam bundan.

Sırrını kuşandığım kalbin aşkını da kuşanırım. Güvenilirliğim, kalbi kuşandığımdan.

Güvenilmezliğim, kalbi kuşanırken aşkı da kuşandığımdan.

Ben ki, yaptığım işin çoğulluğundan sıyrılıp da kendi tekilliğimin çekimine büründüğüm anda, aşkını kuşandığım kalp, o da artık tekil bir padişahtır. Bir gece çok ağlarsa tarihler bunu yazar. Ben bir sır katibiyim oysa. Cismim gibi adım da sır. Bir gece çok ağlasam tarihler yazmaz bunu.

Tarihler yazmasın. Ben kendimin tanığıyım. Hep başkalarının kalbiyle sevdim. Başkalarının yerine hissettim. Lisan bilmez bir mütercim ya da büyülenmiş bir büyücü olmadığım bunca ortada iken sırrımı henüz kimseler yazmadı benim. Sağımdaki ve solumdaki melekler, yani ki sırrımın katibi olan ve bir gece çok ağladığımda bunu yazan meleklerin dışında.

Ben sırlar katibi, katib-ül esrar. Yıl iki bin İsa'dan sonra, bu gece çok ağladım, mevsim ocak, gün unuttum.

-- o --