Osmanlı teşrifatında daha
adından itibaren garip
bir masalsılığın kışkırtıcılığını
vaad eden meslek grubu:
Sır Kâtibi.
Ben bir sır katibiyim. Katib-ül-esrar.
Sırlar yazarım. Ne geçerse bir padişah yüreğinden onu yazarım.
Görevim, yerine hissettiğim bir padişah da olsa, başkalarının kalbiyle
hissetmek olur böylece. Başkalarının yerine sevmek. Kimi bir padişahın
esrarını yaşarım bu yüzden, kimi bir padişahın yerine ölürüm.
Sırrım ben. Başkasının yerine ölümüm gün gibi ortadadır da, kendi adıma
varlığım ancak karanlık gecenin içindeki siyah nokta kadardır. Görülmeyen
varlık, sesi varsa var. Kalbin nesi var? Kalbin sesi var. Benim olmayan sesi
kuşanır o sesi sahiplenirim. Bu yüzden hiç yaşamaz ama hep dinlerim. "Ey
kalpleri evirip çeviren Allah'ım", ben de senin yarattığın bir kalp değil
miyim? Demedim, demedim. Hayır, hiç şikayet etmedim, hiç böyle demedim.
Teşrifatta adım aşikar olarak geçse de, bilinmeyen bir yanı vardır sesini
sahiplendiğim kalbin sahibiyle aramızdaki rabıtanın. Onlar benim isteyip de
yaşayamadığım hayatları yaşarlar hep, bense onların yerine yanarım. Çünkü
ben bir sır katibiyim. Katib-ül-esrarım.
Bana sırrını verecek olanların kalbini kuşanırım önce. Kalplerindeki her
tabakayı. Sevdanın indiği o en içteki fuadı. Hemen yanı başındaki günahın
çıktığı kara beneği, süveydayı. Kiminin, günah işleyecek kadar çok sevmektir
aşkının ölçüsü; kiminin, günah işlemeyecek kadar çok sevmektir muhabbetinin
temeli. Her hal ile olsa onların kalbiyle ve onların yerine sever, onların
yüreğiyle günah işlerim.
Sonra ruhlarının rengi sirayet eder gizlice ruhuma. Sessizce. Onların
tekneleriyle yanaşırım kışkırtıcı limanlara, onların denizleriyle
dalgalanırım, onların rüzgarıyla bulanırım. O kadar ki onların sözcükleriyle
konuşmaya başlarım günü gelince.
Onların gözlerini takınırım sonra. Onların rengiyle bakarım onların
dışındaki hayata. Üstelik gözlerini yumduklarında ne geçiyorsa göz
kapaklarının ardından o hayalleri de işte, şu gördüğünüz gözlerimle görürüm.
Ve onlar kendi göz kapaklarının arkasına çekildiklerinde kim oluyorlarsa, o
da ben olurum.
Sonra rüyalarını verirler bana. Onların rüyalarını görmeye başlarım. Bir
rüya görücüyüm ben, tabirci değilsem de. Ne gördüğüm rüyaları unuturum
onların yerine, ne de unutacağım rüyaları görürüm, yine onların yerine.
En sonunda öyle bir an gelir ki, padişahım sırrının katibinde, yani bende;
ben yani katip, yazdığım sırrın padişahında oluruz artık. Bir padişahın
yazdığı kağıdı okurken kendi yazdığım bir kağıdı okur gibi olduğumda,
kalbimin de onun kalbi olduğunu anlarım. Ne sır vardır artık ne katip ne de
padişah. Bir tek kalp vardır o zaman. İşte o zaman onların yerine ölen de
ben olurum. Aramızda muhteşem bir güle benzeyen bir kalp yer değiştirip
durur. Ve onların ölümünü kendi gövdemde duyarım. Beni öldürecek olanın
öldürmesini yaşamadan önce, ona sen kimsin ve neden, diye de sormam. Çünkü
ben katib-ül-esrarım.
Sabahı, ateşler içinde bulan hastanın yalnızlığı kadar gerçektir benim
resimlerden görüp de kalbime ithal ettiğim yangınım. Yangınım o kadar ki
yangın. Ve ben, gerçek olmadığım kadar gerçeğim.
Öyle ki kendi derinliğinde boğulan ırmakları ve kendi kurağında kavrulan
çölleri de; ancak kendi zenginliğinde yoksul düşen kadınları ve kendi
gecesinde yiten kentleri bildiğim kadar iyi bilebilirim.
Çünkü ben sırların katibiyim. Katib-ül-esrarım. Kalplerin sırrını yazarım.
Sırrını kuşandığım kalbin yerine yaşıyor olmayıp da ölüyor olmam bundan.
Sırrını kuşandığım kalbin aşkını da kuşanırım. Güvenilirliğim, kalbi
kuşandığımdan.
Güvenilmezliğim, kalbi kuşanırken aşkı da kuşandığımdan.
Ben ki, yaptığım işin çoğulluğundan sıyrılıp da kendi tekilliğimin çekimine
büründüğüm anda, aşkını kuşandığım kalp, o da artık tekil bir padişahtır.
Bir gece çok ağlarsa tarihler bunu yazar. Ben bir sır katibiyim oysa. Cismim
gibi adım da sır. Bir gece çok ağlasam tarihler yazmaz bunu.
Tarihler yazmasın. Ben kendimin tanığıyım. Hep başkalarının kalbiyle sevdim.
Başkalarının yerine hissettim. Lisan bilmez bir mütercim ya da büyülenmiş
bir büyücü olmadığım bunca ortada iken sırrımı henüz kimseler yazmadı benim.
Sağımdaki ve solumdaki melekler, yani ki sırrımın katibi olan ve bir gece
çok ağladığımda bunu yazan meleklerin dışında.
Ben sırlar katibi, katib-ül esrar. Yıl iki bin İsa'dan sonra, bu gece çok
ağladım, mevsim ocak, gün unuttum.
|