Gülbahar Hatun; II. Bayezid'in kadını, Yavuz'un annesi,
Trabzon'da, adıyla anılan türbede bekliyor.
Henüz önündeki baharın resmini suhufunda taşıyamayacak kadar kışa dair
bir sabahtır. Nereye gideceğinizi bilmezsiniz önce. Sadece çağırırlar.
Yola çıkarsınız. Önce bir çocuk. Bir ilkokul öğrencisi belki. Bir genç kız
sonra, sonra bir kadın, bir hoca. Hepsi sizsiniz. Saklı kentlerden, yitik
kentlerden geçmiştir de yolunuz bunca, kendi kentinizden geçmek için neden
bugüne kadar beklemişsinizdir?
Yol çeker sizi. Adımlarınız itaatkar, dahası aceleci. Bildik ormanını
seke seke dolaşan ceylanın ardındaki topal avcıdan daha fazla
yorulduğunuzu kimse iddia edemez nasılsa.
Pencerelerde yaşlı kadınlar. Her biri, bir zamanlar üzerinden geçtiği
gençlik ve güzelliğin serüveninde eksilmiş gibi görünse de kendinden
ürküntülü, her birinin yüzünde bütün yaşlarla birlikte bir on sekiz yaş da
gizli değil aşikardır. Tebessüm edersiniz. İlk kez yaşlı kadınları genç
olanlardan daha fazla beğenenlere hak verirsiniz.
Hayatın yüzüyle şiirin yüzü hoşça bir uyum içindedir ilk kez. Ne hayat
şiire dönüşmüştür üstelik, ne de şiir hayata. Hiçbirinin buna ihtiyacı
yoktur. Her ikisi de kendileri olarak öylece dururken, fazla edebi olmayan
bir öykünün ölümle bitmesi kadar yerli yerindedir her şey.
Güzergah belli değildir önce. Sır katibiyle padişahın öyküsü dokunurken
hayatın üzerinde, hayret, siz onu dokuyan hayatın içindesinizdir. Genç
mezarlık bekçisini görürsünüz sonra. Öyle, mezarların arasında ölüm kadar
güzel, ölüm kadar çağırıcı. Bir yasak gibi kente süzülen, aceleyle gelen
ve aceleyle giden yolcunun, yağmurlu bir gecenin tam ortasında doğu
kapısına doğru uzaklaşması kadar kararlı. Bir sunak taşının arkasından
gizlice ve tutuklu, seyredilen bir Çeçen dansçının dansındaki siyahın
ölümü kadar tutkulu.
Bir havuzun yüzüne görüntü bırakırsınız sonra. Yolun sonudur. Şimdi
telaş bitmiş kalbe sekine inmiştir. Çağıranın çağrısı. Gülbahar türbesinin
kapısına, çağrıldığınız yere gelmişsinizdir.
Yolun sonunda ve aniden. İlk defa görürsünüz. Oysa bu yoldan kaç defa
geçmişsinizdir. Her şey gibi çağrılmanın ve çağrıya icabetin de zamanı
vardır, bir kez daha öğrenirsiniz.
Bir külliye ki medresesi yitik, kendisinden geriye kalan bir cami, bir
şadırvan. Bir avuç kuş kanadı, bir salkım su sesi. Bir de kuzey yüzünden
penceresi esirgenen bir türbe. Farsça bir kitabe. Kafesli yeşil bir kapı.
Mor bir kurdeleyle bend olunmuş kalemkari pembe bir gül buketi. Bir
sırmalı çevre sanduka üzerinde. Kaç perde, kaç örtü, kaç peçe? Kaç
karanlık, kaç sır, kaç gece? Kaç hal geçti üzerinden Gülbahar? Kaldır
kalbinin nikaabını Gülbahar!
"Padişahların Kadınları ve Kızları" arasına sıkışmış baharlardan bir
bahar. Gülbahar: "Hakkında bilgi azdır. Birbirine yakın iki Gülbahar
vardır, vesaire vesaire..." Bu demektir ki Gülbahar, kendisinden daha
ziyade, iki Gülbahar'ın (biri annesi biri kadını) ikliminde var olan bir
veli Bayezid ve iki Gülbahar'ın (biri annesi biri babaannesi) gölgesinde
boy veren Yavuz bir hükümdar anlamına gelmektedir.
Ömrünün büyük yarısı payitahtta geçmiş bir sultanın, oğulcuğunun
şehzadeliğine refakatle, bir şehzade taşrasında ölmeye gelmesinin sırrını
düşünürsünüz. Davete icabetin kuşku yok ki zamanı gibi yeri de vardır,
bunu da öğrenirsiniz.
"Yavuz" bir hükümdarın çocukluğuna değmiş bir şefkat eli ve "Yavuz" bir
hükümdar olacak selim bir çocuğun ellerini saçlarının örgülerinde gezdiren
şefkat.
Gülbahar, suyun kıyısına kurulu kentimin üzerinde, sessiz ve
gösterişsiz asılı duran şefkattir. Gülbahar, kentimi bekleyen bir kadın
kalbidir.
Bir kadın kalbinin gölgesindeki hüznün terazisinde ölçülürken her şey,
işte o her şey birden bire değişir. Bir iplik kopar gibi aniden verilir
muştu. Türbe parmaklığının önünde omuzlarınızdan yakalayıp da sarsan sırrı
biraz anlarsınız, çoğunu anlamazsınız. Sizi bu kentte en çok o anlar,
anlarsınız. Çünkü o kadındır, bütün kadınların kalbiyle birlikte içinde
giderek daha çok kalp sözcüğü geçen yazılar yazanın da kalbini bilir. Siz
de onu bilirsiniz. Çünkü onunki de sizinkine benzeyen bir kalptir.
Deniz kuzular aniden. İyi saatler geçer üzerinizden. Kentinizi
seversiniz. Birden.
Kentin anahtarları şimdi yeni sahibine devredilmiştir. Kent ona
yakışır, o da kente. Değil mi ki her kenti, sahibinin kılan bir şey vardır
ve her kent, anahtarlarının fettahına teslimi zamanına kadar
saklanmaktadır.
Gece iner. Yol biter. Gideceğiniz yer bellidir de geri dönersiniz.
Suyun kıyısında gece hiç bu kadar yağmurlu ve yağmur hiç bu kadar karanlık
olmamıştır. Bir ceylan ölürken, kendisini öldürenin gözlerine baktığında,
onu öldürenin gözlerine baktığı her ne ise işte onu öğrenmişsinizdir. Bu
kentin neden şimdiye kadar bir türlü sizin olmadığını ve fakat bu kentin
bundan sonra sizin olduğunu artık anlarsınız.
|