O nun artık burada oturmuyor.
Gökyüzünün lacivert yorganında görünür kılınan ilk yıldız ile
ışığı ilk kaybolan yıldız arasındaki zamanda oldu ne olduysa. Varım
zannediyordu yok oldu. Suretini terk etmeye kalkıştı da en fazla
yeni bir surete kalb oldu. Bir sureti yok etmek için onun üzerine
çekilen her sütrenin yeni bir suretten farklı bir şey olmadığını bir
türlü öğrenemediğinden ve bir sureti terk etmenin yolunun yerine
yeni bir suret koymaktan geçmediğini bile bilmediğinden oldu bu.
O nun artık burada oturmaz oldu.
Eskimiş kimliklerin gömlekler gibi çıkarılabileceğini ve
yenilenmiş kimliklerin gömlekler gibi giyilebileceğini öğrenememiş
olduğundan değil ama. Yükü taşıyan, taşıdığının, yüklenebileceğinde
fazlası olmadığını fark edemediğinden belki böyle oldu. Ve bunu fark
etmenin tek yolunun da yükü altında ezilmeye rıza göstermekle eş
anlamlı olduğunu bilmediğinden. Yani kaldıramadığının altında
ezilmeye bir türlü razı olmadığından. Yani hep denediğinden, hep
denediğinden. Hiç teslim olup da yolculuğa çıkmadığından. Oysa
gidilecek yer belliyse yolu uzatmanın anlamı yoktu.
Bu yüzden işte o nun artık burada oturmaz oldu.
İki uygarlık arasında yitmenin öyküsü kadar görkemli, iki lale
arasındaki yol kadar uzun değil bu öykü. Her yitiğin yüzünden
okunabilecek kadar sade. Bir büyük sus! Sadece bu. Gün gelir mürşid
olan öğreticinin öyküsü tersine döner, aniden. Aniden, öğretici
olan, öğrettiğinden öğrenmeye başlar. Ve hiç umulmadık bir ilham
kaleme dolmaya başladığında o nun artık burada oturmamaya başlar.
Öğrencinin öğrettikleri geleceğe doğru yürürken, öğrenenin
öğrettikleri geçmişe doğru yürür. Sıddiyk olanın taşıdığı sonsuz
güvenin mahiyetini kimse bilmeyecek. Oysa başı ve sonu gibi söz
dizimi de ters yüz olmuş yazıların labirentlerinden selametle çıkmak
sanıldığı kadar zor değildir. "Kimse inanmazsa o inanır". Zamansız
ve tanımsız. Amenna!
Önce ezberlenen, sonra yırtılıp atılan ve en son ezberde kalan
haliyle yeniden yazılan, hayat bu olduğundan. Yazılacak şeylerin
hepsinin yazılması için her şey hazırlandığında hiçbir şey
yazılamadığından. Bir ışık ve kuş kanadına konup gelir balıklar.
Yırtılıp atılan çokça ırmak olsun. Balıklar sağ olsun.
Suyu esirgenen çiçeğin öleceğini bilmekle, suyunu vermeyerek bir
çiçeği öldürmenin aynı şey olmadığını fark ettiğimde, yazılması
bitmiş bir hikayeyi besleyecek kitabın okunma zamanı gelmiştir
artık. Ama son kez yazdığım şeyi ilk kez okuduğumda, okuduğumun,
yazdığımı hatırladığım şey çıkmamasından korkuyorum. Ben ki ruhum
ile cesedim arasında kaldığımda, cesedime girmekten korkan ruhumu
mest ve esir eden musıkinin hatırasıyla, Kabe ile örtüsü arasına
giren yeganenin dua ve göz yaşı olduğunu artık biliyorum.
Bana ait amel defterleri açılıp döküldüğünde geçecek adlar var.
Açılıp döküldüğünde adımın geçeceği amel defterlerinin varlığı gibi.
Kendi kaderimizi başkasına da kader olsun diye yaşadığımızdan. Hayat
bu kadar ortadayken, bir imaj kalabalığında zihni bulanan kendi
imgesiyle karşılaşır suyun kıyısında. Yazık olur sadece! Nerede
kaybettiğimi bile bilmeden onu kaybettiğim şey. Hiç uyumadan,
gecenin örtüleri kentin üzerine çekildiğinde ne olacaksa şahidi
olmaya niyet ederek başladığım gece. Ve ben şahitlik öyküleri
yazarken gecenin içinde, yitirdiğim şehadet. Sırrın aralanan perdesi
sırrımı saklamayı aklettiğim anda yüzüme kapanıyor. Aklın akçesi
geçmiyor aşk mezadında.
Yitik suhufa dair merak içe gömülmek mecburiyetinde. Bir kuyuda
yiten yüzük ki kuyuya sevinç bulana acı. Veri sayısı yeterince
girilmemiş bir denklemin ortasına düşüldüğünde çıkışlar aniden
kapanır. Geriye bir tek hayatın hükmü kalır. Cümlenin mantıki sırası
bozulduğunda noktanın hükmü kalkar. Giderek uzaklaşır bir iftar
vakti ezikliği. Ve mutena yürekte başlar bir türlü kabul görmeyen
şarkıların tercihi.
Ölümcül bir sarsıntıdan salimen çıkacak olanları bekleyen
dünyanın emniyetsizliği içinde unutulan yegane kapıdır meyyit
kapısı. Oysa kapı üzerinden isim ansızın yere düşer. Kurumaya
bırakılmış gülün yapraklarını savuran bir rüzgar değildir üstelik
isimlikleri yerinden çeviren. Yağmalandıkça azalmanız hükümdar
olmadığınızdan, hep böyle olur.
Ve o nun artık burada oturmaz olur.
Ben istemesem sesim beni böyle ele vermezdi. Böyle büyümezdi
sözcüklerim. Böyle sararmasına izin vermezdim suretimin, istemesem.
Ama olsun! Ölmeye razı olmayanın bir kez olsun, gerçek anlamda
yaşadığından söz edilemeyeceğini kestiremediğinden değil bu olmayana
ergilik, o nun'un.
Dalgalar, derinliği malum suların üzerinde kırılmaya başladıysa,
deniz diplerinin eskisi gibi derin olmadığını kestiremediğinden de
değil.
Çoktandır, O Nun Artık Burada Oturmuyor başlıklı bir yazı yazmayı
kurduğundan, bundan da değil.
Sadece ve sadece, ağyara setr olunsa da ef'ali kendi kalbine
aşikar olduğundan, sadece bundan. Öyle ki O nun artık burada
oturmadığından: O nun artık burada oturmuyor.
Ve dahi o nun burada hiç oturmadı. Dahası o nun diye birisi hiç
olmadı.
|