Ben'im. Hani o mavi lâle. Bir kapının üzerinde
sülüs hurufattan arda kalan boşluklarına dolduğum çini kitabede. Her
şeyin, arkasındaki hayatla birlikte yükseldiği devirden kalma bir
külliyede. Duvarlarından en rutubetlisine servi fidanı işlenmiş bir
türbede. Sayamadığım kadar çok yüzyıldır ki bir şehzadenin ölüsünü
beklemekteyim.Sessizlikte. Eylemsizlikte.Refakat. Mavi lâle.
Ve ölü şehzade.Düşüncenin yoğunluğunda bir burguyla oyulur gibi
oyulurken içim. Alınlığında yer aldığım kapının dışında neler olup
bittiğini başlangıçta hiç merak etmedim. Her şey bir gölge gibi
geldi ve geçti yüzümü döndüğüm duvarın üstünden. Bütünün bilgisi
içinde olması gereken bir parça idiysem de bütüne dair bir şey
görmedim. Refakatteydim. Eylemsizdim. En fazla ölü bir
şehzadeydim.Mavi bir lâle olarak sahip olduğum kimliğimde ölü
bir şehzade kadar eylemsizken, düşüncelerimde, yazgısına baş
kaldıran bir kahraman kadar hareketteydim. Garip çelişki yaman
kader. Çinilerin sessizliğini beklediğime göre sessizliğin ta
kendisiydim. Ne çok sorularım vardı oysa cevaplarını beklediğim.
Üstelik hangi sorulara karşılık olduğu bir türlü kestirilemeyen
cevapları olan da bendim. Zihnimde çok şey vardı da onları ne
yapacağımı hiç bilmedim. Ne yapacağımı bilmeyerek sahip olduklarımın
ağırlığı altında ezilmekten korkmaya başladığımda kitabesinde yer
aldığım kapının dışında neler olduğunu ilk kez merak ettim.
Merak suretinde serildi başkaldırının örtüsü üzerime. Var olduğunu
bildiğim halde bir türlü bulup çıkaramadığım yazı, okunması
gerektiği halde okuyamadığım metin, ya da söylenmesi gerektiği halde
söylenmeyen söz; bütün bunları merak edebileceğim kadar dışarıda
neler olduğunu merak ettim. Gece midir gündüzleri yutan, gündüz
müdür gecelerden sıyrılan? Aslolan gelmekler midir, yoksa gitmekler
midir? Görüp de unuttuğum rüyaları değil gördüğümü bile bilmediğim
rüyaları merak ettim.Hep merak ettim. İşleme yönü değiştirilmiş
bir zihin, akış yönü değiştirilmiş bir yürek. Süveydası iptal
edilmemiş bir merakın sancısı. Bana öğretilen anlam katmanlarının
dışında farklı anlam katmanlarını öğrenmenin şaşkınlığı. Günleri
sayarken bir şehzadenin ölüsüne refakatte, bitmek ve tükenmek
bilmezmiş gibi görünen günleri, aslında azalmadığımı çoğaldığımı
öğrendim.Şaşılacak derecede bana benzeyen gölge kahraman ile
karşılaştığımda gördüm ki ne kadar hoşça kal dediysem o kadar geri
dönmüşüm. Kaç kez geri döndüysem o kadar hoşça kal demişim.
Eylemsizmişim. Sadece refakatçiymişim. Bir kez olsun pencerenin
dışındaki dünyanın oluşlarına katılabilseymişim düşüncelerimi eyleme
dökmeyi başarabilecekmişim. Oysa ben sadece içi boşaltılmış monolog
cümleleri ile konuşup yangınların üzerinden karanfil tütsüsü
geçirmişim. En büyük eylemim eylemsizliğim.Dışarıda, küçücük
sebepler için alınan büyük kararların kılavuzluğunda muhteşem
fırtınalar kopardı. Dağ lâleleri. Her bahar kıyamet bir kez daha
kopardı. Ne güzel! Ben? Düşünüp de eyleyememekten neredeyse taş
kesilecektim. Öyle ürktüm ki kendi hareketsizliğimden elimden gelse
bir daha düşünmeyecektim.Ama yine de hep düşündüm. Yazılması
gerektiği halde, yazılması için yeterli zaman kalmayan cümlelerimin
telâşında kendisi için hazırlanan ziyafete daveti unutulan çocuğun
hüznü vardı. Geç gelse de uzun süren bir kışı da, erken gelse de
çabuk biten bir yaz'ı da sadece fark ettim. Sadece duvara düşen
gölgelerinden onları tanıdığımı nasıl iddia edebilirdim? Bu yüzden
sahici değildim. Ama çevirdikçe sayfaları arasından kurumuş gül
yaprakları çıkan bir kitabın şaşırtıcılığından daha fazla şaşırtıcı
olan hayatı istedim. Giderek örselenen bir yüreğin taşımakta
zorlanacağı kadar hayat, dedim. Razıydım.Çünkü gölgenin yerini
bulduğumda sebebini de merak etmem gerektiğini anladım. Sesim bu
yüzden boğuk, bakışlarım muğlaktı. Aklım dışarıda, kalbim kendisini
beklediğim ve bana hiçbir şey öğretmeyen şehzadede. Refakatle ihanet
arasında kaldığımda ilk ölümcül yarayı aldım. Bir mesnevinin
sıyrılıp satırlarından, sessiz sedasız çıkıp gitmenin tam zamanıdır,
anladım.Ben, onca zaman bana ayrılmış olan yeri bırakıp da
giderken. Ne kadar meşakkatle sözcükleri bulunup da zahire
çıkarılmış bir mesnevinin hâtimesi yazılırken duyulan hüzne benzedi
hüzünlerin alâsı. Çünkü tetimme deyince bir kere, kendi
mesnevisinden sessiz sedasız çekip giden ilk kahramandır onu yazan.
Geride kalan: Her biten şeyin ardından geriye kalan; hüzünlerin
leylâsı. Bir zamanlar bir boşluğu doldurmuş olan ve gerçek hayattaki
lâlelere benzemeyen garip ve mavi bir lâlenin hatırası.Ben,
bütün bunları merak ettim. Önündeki ve arkasındaki mevsimin resmini
aynı anda içinde taşıyan bir mart serinliğinde ölüme tarih
düşürüldüğüm kapının alınlığından indim. Sabaha karşı değil, düpedüz
geceydi. Son bir çığlık. Son bir sancı. Ama o da sessiz. Son
sessizliğim. Yumdum gözlerimi. Bir kurgudan hayata düştüğüm yerde
aldığım ilk nefesi iliklerime kadar içime çektim. Beni elbette
yağmur karşıladı. Kendimi dışarıda, gölgelerin sebebi olan asılların
arasında bulunca, dönüp de geriye baktığımda. Artık ben de duvara
düşen gölgelerden biriydim. Gülümsedim. Arkamda bir mesnevi kaldı.
Önüm hayattı. İçimi dolduran sesi ve nefesi sonuna kadar salıverdim.
|