21 Aralık 1997
Bozkırkurdu ve arka sıradaki öğrenci
--------------------------------------------------------------------------------
"Bir zamanlar, Bozkırkurdu denilen Harry adında biri vardı.
İki ayağı üzerinde yürürdü, giysileri de vardı yani
insandı; ama aslında bozkırlara ait bir kurttu." (Herman
Hesse, Bozkırkurdu).
Böyle başladınız Bozkırkurdu'nun işaret ettiği kimlik bölünmelerine.
Kurşun gibi bir akşam üstü omuzlarınıza çökmüştü.
Sonra kendi kimlik bölünmelerinizi merak ettiniz.
Harry Haller içinde biri kurt, biri üst insan olmak üzere iki
kimlik taşıyordu. Aslında o öyle zannediyor, taşıdığı
kimlik sayısı binleri buluyordu. İçindeki kurt Harry'nin, özgürdü,
saldırgan ve kabaydı. İsteyici ve yıkıcıydı. Ama "giysileri
de vardı, yani insandı". "Üst insan" olarak tanımlanan
kimliği ise Harry'nin, incelmişti, imbikten geçirilmiş duyuşların
sahibiydi. Mozart ve Beethoven'a muhataptı. Üstelik bu iki uç
arasında Harry'nin burjuva olan yanı yer alıyordu. İtidaldi
burjuva. Sistemle barışıklık anlamına geliyordu, memnuniyet
demekti. Dengeydi, güvenceydi. Sıcak bir yataktı. Tam orta
yoldu. Ve hangi uçtan bakarsanız bakın burjuva, onanmayan,
olumlanmayan bir duyuşun ifadesi oluyordu. Çünkü burjuva olanın
gerçek kurtuluşa götürme olasılığı, kurdun götürme olasılığından
bile azdı. Bu yüzden zaten, Harry'nin kurtuluşu,
Dostoyevski'nin pek çok kahramanı gibi (Dimitri Raskolnikov)
batakhanelerden başlıyordu. Bu yüzden kurt da burjuvayı küçümsüyordu,
üst insan da. Yani apartman aralığına konuverilmiş bir saksı
araukaryanın vaat ettiği ev içi sükunetini özleyen Harry'yi.
Harry Haller şimdilerde ne kurt, ne üst insan, ne de burjuva.
Hepsini aşmış, o bir bilge. Kainatı "bir"den ibaret
görüyor, kutupları birleştirmiş içinde.
Peki ya sizin kaç kimliğiniz var, henüz birleştirilmemiş?
Sanırım çok değil. Teniniz parlak, saçlarınız da.
Pantolonunuz daima ütülü, kravatınız özenle bağlanmış.
Kalbiniz kadar itidal üzre seyretmektesiniz. Sade ve açık. Sıcak
ve yumuşak. Fırtınaya ilişkin sözcükleriniz var sizin; ama
fırtınalarınızın var olduğunu iddia edebilir misiniz? Fakat
içinizdeki kurdu da insanı da feda edemiyorsunuz. Onun için bu
kadar çok oynuyor, bu kadar çok uyduruyorsunuz. Onun için tüm
hikayelerin sonunda sıcak yuvanıza ve hoş kokulu araukaryanıza
dönüyorsunuz. Salt bir burjuva, baskın olan. Peki bu kurt, bu
üst insan kandırmacaları da neyin nesi öyleyse?
Söyleyin bakalım, hangi öğrenciyi istiyorsunuz.
Ön sıradakini mi, arka sıradakini mi?
Ön sıradaki, iyi öğrenci. Derslerine vaktinde gelen. Kitapları
defterleri kaplı. Üstelik etiketli. Notları tamam. Boşluğunu
anlattıklarınızla dolduran.
Kırtasiye ile barışık.
Bir de arka sıradaki öğrenci var. Dersleri "asan". Sınavları
kötü. Kitap defter taşımayan. Boşluklarını doldurmak için
anlattıklarınızla yetinemeyen, yollara dökülmüş, kendisini
arayıp duran. Hangisini istiyorsunuz, ön sıradakini mi arka sıradakini
mi, karar verin.
Buna hiç karar veremeyeceksiniz korkarım. Hiçbirini tek başına
istemeyi göze alamıyorsunuz çünkü. Çünkü her göze alış
bir feda içeriyor. Üstelik en kötüsü, siz tam orta yerde
durup hepsini istiyorsunuz. Kurtsa kurt, insansa insan. Ama hep
araukaryanız yerinde dursun istiyorsunuz. Aklınız arka sıradaki
öğrencide. Ama hala iyi notları ön sıradaki öğrenciye
veriyorsunuz.
Ne kalıyor geriye?
Bilgeliğin vaat ettiği dinginlik. Ona henüz hazır değilsiniz.
Fırtınaya ilişkin sözcükleriniz var sizin, fırtınalarınız
değil. Bir de araukaryanız.
Aklınız arka sıradaki öğrencide.
Ama iyi notları ön sıradaki öğrenciye veriyorsunuz.
Hangisi sizin hayatınız? Sizin olan mı, sizin olmayan mı?
Bu hayat benim hayatım değil diyorsunuz. Ne kötü.
Benim değil dediğiniz bu hayat sizin hayatınız oysa, ne kadar
daha kötü.
Keşke sizin olmayan hayatları yaşamaya hakkınız olsaydı.
"Uçta bir ruhla bir burjuva yaşantısı içinde tutunmaya
çalışmak, bu bir trajedi", yalan! "Bunun ciddi ciddi
böyle olduğunu sanmak", "bu işte asıl trajedi. Kurşun
gibi bir akşam üzeri. Acaba not almış mıydınız?