11 Ocak 1998
İş olsun

--------------------------------------------------------------------------------


Pazardı. Erkenden kalktım. Çayı ocağa, öğleyin yenecek yemeği fırına, çamaşırı makineye koydum. Evin bütün halkını uyandırdım. Güzel bir kahvaltı yaptık. Yatakları topladım. Çamaşırları makineden, yemeği fırından çıkardım. Çamaşırları astım. Bulaşıkları yıkadım, kuruladım, kaldırdım. Küçük kızın üstünü değiştirdim, büyük kızın ödevine yardım ettim. Büyük oğlanın derdini dinledim, daha büyük oğlanın neşesini paylaştım. Dışarda güzel bir hava. Kaldırdığım tabak çanağı tekrardan masaya koydum. Öğle yemeğini yedik birlikte. Tabak çanakları yıkadım, kuruladım, kaldırdım. Çamaşırlar kurumuştu. Ütüye başladım. Bitirdikten sonra bütün evi sildim, süpürdüm. Toz aldım, cam parlattım. Akşam yaklaşıyordu. Yeniden yemek yaptım. Tabak çanağı masaya dizdim. Yedik birlikte. Masayı topladım. Yeniden yıkadım. Tesadüf, o gün nüfus sayımı vardı. Henüz dikişe başlamamıştım ki, geç de olsa kapımız çalındı. Yaşlı memur yanında genç bir katiple içeri girdi, yardımcısıymış. Salonun baş köşesine buyur ettim, çay yapayım dedim, taze açkı da vardı. Nüfus sayım memuru öfkeli bir sesle, olmaz öyle şey, dedi. Hiç olur mu, hem de görev başında? Utandım, bir köşeye büzüldüm. Ne güzel şeyler soruyordu. Hayranlıkla dinledim. Hepimizin adı soyadı, doğum yeri ve yılı, anne baba adı, sormadığı bir şeycik kalmadı neredeyse. Evin beyinin mesleğini sordu, çocuklarımın öğrenci olduğunu kaydetti teker teker. Küçük kızla daha da küçük olanı sormadı tabii. Kedi miyavlayıp duruyordu, çekil git, dedim, görmüyor musun? Sonra bana döndü yaşlı nüfus memuru; bayan, dedi, sizin mesleğiniz nedir? Ne demek istiyordu şimdi bu? Anlamamış gözlerle gözünün içine içine baktım. Ne iş yaparsınız bayan, diye açıkladı sert bir sesle. Ha o mu dedim. Yemek, temizlik ve ütü yaparım, süpürürüm, toz alırım, bulaşık yıkarım, dertleri ve neşeleri paylaşmada üstüme yoktur. Can yoldaşı, hayat arkadaşıyımdır. Pasta çörek pişiririm. Daha neler sıralamaya hazırlanıyordum ki ters ters baktı kalın mercekli gözlüklerinin arkasından. Sanki deminki memnuniyetsiz sesi bir daha çıkardı. Bayan, dedi, bütün bunları nerede yaparsınız? Nerede olacak, dedim evde. Genç katip mor yazan sabit kalemi sabırsızca çeviriverdi parmaklarının arasında. Yaşlı nüfus sayım memuru, yine aynı şey, der gibilerinden genç oğlana baktı. Bana döndü sonra ve böyle bir meslek yok, dedi bizim listemizde. Nasıl olur, dedim ağlamaklı. Ben şimdi bir iş yapmıyor muyum? Bir de şuna bakalım, dedi başını sallayarak. Kocaman meşin kaplı bir defter çıkardı kocaman meşin çantasından. Bütün masayı kapladı defter. Açtı. Hep birlikte üzerine eğildik. Hakim, savcı, doktor, öğretmen, öğretim üyesi, hemşire, hizmetçi, ütücü, bulaşıkçı, garson, daktilo kız, muhasebeci, şarkıcı, türkücü, oyuncu, sanatçı filan. Ne çok meslek varmış. Yaşlı nüfus memuru siz de görüyorsunuz ya bayan, dedi, bütün bu yaptığınız işlere uyan bir meslek adı yok, üzgünüm. Yaz dedi oğlum, hanımın hanesine, işsiz. Birden o aksi ihtiyar üzülmüş gibi hissettim. Gönlünü almak istedim. Üzülmeyin bayım, dedim, zaten ben de bütün bunları iş olsun diye yapmıyorum.

Aradan yıllar geçti. Çocuklarım büyüdü tümden. On parmak daktilo kurslarına gittim bir ara. Ailece oturduk, konuştuk. Bir işe girebileceğime karar verdik. Oydu buydu derken bir mahkemede kendimi katibe olarak buluverdim. Eve-işe yetişebilmek için artık sabah beşlerde kalkıyordum, akşam birlerde yatıyordum. Pişiriyor, ütülüyor, siliyor, süpürüyor; yazıyor, dosyalıyor, imzalatıyor, daha neler neler yapıyordum.

Günlerden bir gün, yine pazar. Erkenden kalktım. Güzel gündü. Kahvaltıyı hazırladım. Herkesleri uyandırdım. Yatakları topladım. Yemeği fırına, çamaşırları makineye. Büyük kızın derdine, küçük kızın neşesine ortak oldum. Sildim, süpürdüm, toz aldım, cam parlattım. Tabakları masaya koydum. Yedik içtik, yıkadım, kaldırdım, kuruladım. Biraz zamanım arttı. Eve getirdiğim işlere baktım. Yani bir elimle çorba karıştırırken diğer elimle beş parmak daktilo bir şeyler yazdım.

Tesadüf bu ya, yine nüfus sayımı vardı. Geçten geç kapı çalındı. Gelen aynı yaşlı sayım memuruydu. Yanındaki genç katip epey büyümüştü. Ama hala yardımcı konumundaydı. Salona aldım, terlik verdim. Şey, dedim, çay içer miydiniz, açkı da vardı. Yaşlı nüfus memuru eskisinden de hırçın, olur mu öyle şey, diye homurdandı. Sonra bir yığın şey sordu yine, genç katip yazdı. Soru sayısı daha bir artmış gibi geldi bana. Merakla dinledim. Mesleklerin sorulmasına sıra geldi. Çocuklarımın, evin reisinin mesleklerini bir bir yazdılar. İçim heyecandan kıpır kıpır. Gözüm yaşlı adamda, bana da sormasını bekliyorum. Defterlerini, kağıtlarını, meşin çantasını toparladı. Gidiyor. A, dedim unuttunuz galiba, bana mesleğimi sormadınız. Ne iş yaptığımı yani. Ters ters baktı yüzüme. Bu defa, dedi, sadece evin reisinin mesleğini soruyoruz. Gözlerim dolu dolu, ya, dedim öyle mi? Yüzüm bir hal almış olmalı ki o aksi ihtiyar, üzülmeyin bayan, dedi. İnşaallah bir daha ki sefere sizi de sayarız. Yok dedim, üzüldüğüm filan yok. Benimkisi de iş mi yani? İş olsun işte.