Meşhûr Arab dâhîlerinden: AMR BİN ÂS
Önceleri kabîlesine uyarak, İslâm aleyhinde çalışan Amr
bin Âs, sonra yaptıklarına pişman olarak Müslüman oldu.
Yaptıklarını ve Müslüman olmasını kendisi şöyle anlatır:
Hendek savaşından döndükten sonra, ba'zı ileri gelen
kişileri topladım. Onlara dedim ki:
- Muhammed aleyhisselâm gün geçtikçe kuvvetleniyor. Kısa
zamanda Mekke'yi ele geçirir. Bu yüzden sizlere Habeş hükümdârı
Necâşî'ye sığınmayı teklif ediyorum. Biz, Necâşî'nin
yanında bulunduğumuz sırada, Muhammed aleyhisselâm kavmimize
galip gelirse, bizim, Necâşî'nin yanında olmamız, O'nun eli
altında bulunmamızdan daha iyidir. Şâyet kavmimiz savaşı
kazanırsa, geri döneriz.
Necâşî'den onu isteyeceğim
Bu teklifimi beğendiler ve Necâşî'ye vermek üzere hediyeler
hazırladık. Necâşî'nin huzûruna vardığımızda, bizden
önce Necâşî'nin yanına, Resûl-i ekremin elçisi Amr bin
Ümeyye girdi. Resûl-i ekremin , Ümmü Habîbe binti Ebû
Süfyân'ı kendisine nikâhlaması için gönderdiği bir
mektubunu sundu.
Amr bin Ümeyye dışarı çıktıktan sonra Necâşî'nin yanına
girdim. Necâşî bana dedi ki:
- Merhabâ! Hoş geldin ey dostum! Bana memleketinden bir şeyler
hediye edecek misin?
- Ey Hükümdâr! Sana çok miktarda deri getirdim, diyerek
hediyeleri önüne koydum. Deriler, Necâşî'nin çok hoşuna
gitti. Bu durumdan faydalanarak dedim ki:
- Ey Hükümdâr! Huzûrundan çıkan birini gördüm. Onu teslim
et, öldüreyim. O, bize düşman birisinin elçisidir ve eşrâfımızdan
ba'zı kişileri öldürmüştür.
Necâşî, benim bu sözlerime çok kızdı. Eliyle burnuma öyle
bir vurdu ki, burnum kırıldı sandım ve fışkıran kan
üzerimi berbat etti. Zillet ve mahcûbiyet içinde kaldım. O an
yer yarılsaydı, utancımdan yerin dibine girerdim. Daha sonra
kendimi toplayarak;
- Ey Hükümdâr! Kızacağınızı bilseydim, böyle
söylemezdim, dedim.
O zaman bana dedi ki:
- Ey Amr! Sen, Mûsâ ve Îsâ aleyhimesselâma gelmiş olan Cebrâil'in
kendisine gelen bir zâtın elçisini, öldürmek üzere sana
vermemi mi istiyorsun? Eğer onu öldürmüş olsaydın, vallahi
sizden kimseyi sağ bırakmazdım. Hiç Resûl-i ekremin elçisi
öldürülür mü?
Kalbimi İslâmiyete açtı
O anda, Allahü teâlâ kalbimi İslâmiyete açtı. Kendi
kendime, "Arablar ve Arab olmayanlar bu gerçeği kabûl
ettiği hâlde, sen hâlâ muhâlefet etmekte ve karşı
koymaktasın. Yazıklar olsun sana" dedim. Sonra da Necâşî'ye
sordum:
- Ey Hükümdâr! O gerçekten bir peygamber midir? O'nun
peygamber olduğuna şehâdet ediyor musun?
- Ey Amr! Sana yazıklar olsun. Ben O'nun Allahü teâlâ tarafından
gönderilmiş bir resûl olduğuna şehâdet ediyorum. Sen
sözümü dinle, hemen O'na tâbi ol! Zîrâ O, vallahi hak
üzeredir ve Mûsâ aleyhisselâmın, Fir'avna ve ordusuna galip
geldiği gibi, kendisine karşı koyan herkese galip gelecektir.
- Öyleyse, benim O'na bî'atimi kabûl eder misin?
Bu sorum üzerine "Evet" deyince, elimi eline uzattım
ve Kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldum.
Müslüman olmanın verdiği bir haz ile kendimi kuş gibi hafif
hissederek ayrıldım. Arkadaşlarımın yanına döndüm ve
Müslüman olduğumu sakladım. Onlar bana sordular:
- Dostun Necâşî'den istediğini alabildin mi?
- Kendisiyle ilk görüşmemde bunu dile getirmeyi uygun
bulmadım. Daha sonra gittiğimde söyleyeceğim.
Müslüman olmayan kalmadı
Sonra Amr bin Ümeyye'nin yanına gittim ve onunla kucaklaştım.
Bir işimi bahâne ederek, geldiğim kişilerden ayrıldım.
Limana giderek Şuaybe'ye giden kereste yüklü bir gemiye
bindim. Şuaybe'ye gelince, gemiden inip, bir deve satın alarak,
Medîne'ye gitmek için yola koyuldum. Merruzzahrân'ı geçtikten
bir süre sonra yolda, Hâlid bin Velîd ve Osman bin Talhâ ile
karşılaştım. Hâlid bin Velîd'e sordum:
- Ey Ebû Süleymân! Nereye gidiyorsun?
- Ey Amr! Tutulacak yol belli oldu. İş aydınlandı. Bu zât
muhakkak Allahın resûlüdür. Ben hemen gidip Müslüman olacağım.
Aklı başında olan kimselerden Müslüman olmayan kalmadı.
Bunun üzerine;
- Ben de O'nun yanına gidiyorum, dedim.
Hep birlikte orada konakladık. Sabah olunca Medîne'ye gitmek
üzere yola çıktık. Ebû İnâbe kuyusunda bulunan bir zât;
- Yâ Rebâh! Yâ Rebâh! diye bağırdı.
O zâtın bu sözlerini hayra yorarak yolumuza devam ettik. O
zât bize tekrar bakarak;
- Mekke artık bu ikisinden sonra hâkimiyetini kaybetti, dedi.
O zâtın bu sözüyle, beni ve Hâlid bin Velîd'i kasdettiğini
anladım.
Şartın nedir?
Harre mevkiinde develerimizi çöktürdük. Üzerimize temiz
elbiseler giydik. O arada ikindi ezânı okundu. Resûlullahın
yanına gittik. Yüzü ayın on dördü gibi parlıyordu. Mü'minler
etrafını sarmışlardı. Önce Hâlid bin Velîd bîât ederek
Müslüman oldu. Sonra Osman bin Talhâ bîât ederek Müslüman
oldu. O sırada kendimi birden Resûl-i ekremin önüne oturmuş
buldum. Utancımdan dolayı yüzüne bakamıyordum.
- Yâ Resûlallah! Sağ elinizi açınız da, size bîât edeyim,
dedim.
Server-i âlem elini açınca, ben elimi çektim. Bunun üzerine
buyurdular ki:
- Yâ Amr! Sana ne oldu?
- Bîat için şart koşmak istiyorum.
- Şartın nedir?
- Yâ Resûlallah! Ben geçmişte olan günâhlarım
bağışlanmak şartıyla size bîat edeceğim.
Gelecek günâhlarım için magfiret taleb etmek aklıma gelmedi.
Bunun üzerine Fahr-i âlem efendimiz buyurdu ki:
- Ey Amr! Bîat et! Hiç şüphesiz ki, Müslüman olmakla, İslâmiyetten
önce yapılanların hesâbı sorulmaz.
Bîat ettiğim anda insanlardan hiç biri bana, Resûl-i ekremden
daha sevgili ve O'ndan daha yüce olmamıştı. Vallahi, Müslüman
olduktan sonra önemli işlerde Server-i âlem beni ve Hâlid bin
Velîd'i diğer Eshâbından ayırmadı.
Bir gün Amr bin Âs, Peygamber efendimize arz etti ki:
- Yâ Resûlallah, nice müddettir, İslâmiyet sarayını
yıkmaya kasdettim. Şimdi murâdım odur ki, İslâma geldiğim
belli ola.
Beyaz sancak bağladı
Habîb-i kibriyâ buyurdu ki:
- Yakında seni bir hizmete gönderirim.
Bir süre sonra Resûl-i ekrem, Amr bin Âs'a;
- Elbiseni giy, silâhını kuşan ve yanıma gel, buyurunca,
derhal bu emri yerine getirerek huzûra vardı. Resûlullah
efendimiz buyurdu ki:
- Ey Amr! Seni ordunun başında gazâya göndereceğim. Allahü
teâlâ sana selâmet ve ganîmet versin ve çok sâlih mal ile
dön.
- Yâ Resûlallah! Ben mal kazanmak için Müslüman olmadım.
İslâma olan sevgimden dolayı Müslüman oldum.
- Ey Amr! Sâlih mal, sâlih kimsede ne güzeldir.
Server-i âlem, Amr bin Âs için beyaz bir sancak bağladı ve
ayrıca siyah bir bayrak verdi. Babasının dayıları olan Belî
bin Ömer bin Lihaf kabîlesini İslâma da'vet etmesini,
Müslümanlığı kabûl etmedikleri takdirde savaşmasını emir
buyurdu.
Amr bin Âs'ı; Süheyb bin Sinân, Sa'îd bin Zeyd, Sa'd bin
Ebî Vakkâs ve Sa'd bin Ubâde gibi Muhâcir ve Ensârın ileri
gelenlerinden üç yüz sahâbînin başına geçirdi. Askerî
birlikte otuz at vardı. Gündüzleri gizlenerek, geceleri ise
hedefe doğru ilerliyerek, Zât-üs-Selâsil'e yaklaştılar.
Burada, kâfirlerin başka kabîlelerle birleştiğini haber alan
Amr bin Âs, durumu Resûlullah efendimize bildirdi.
Fahr-i âlem efendimiz, Ebû Ubeyde bin Cerrâh'ın emri
altında, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'in de bulunduğu bir
birliği Amr bin Âs'a yardım için gönderdi. Ebû Ubeyde bin
Cerrâh, Amr bin Âs'ın yanına varınca, ona tâbi oldu.
Mücâhidlerin gittiği bölge çok soğuktu. Isınmak için ateş
yakmak istediler. Amr bin Âs karşı çıkarak dedi ki:
- Kim ateş yakarsa, onu yaktığı ateşin içine atacağım.
Onun bu sözleri Eshâbın çok ağrına gitti. Hz. Ömer, onun
bu sözlerini işitince çok üzüldü ve yanına gitmek istedi.
Hz. Ebû Bekir ona engel oldu:
- Onu kendi hâline bırak. Resûl-i ekrem onu, savaştaki
üstün bilgisi yüzünden bize kumandan tâyin etti.
Bol ganimet topladılar
Bu sözler üzerine Hz. Ömer sükût etti. Amr bin Âs, gece ve
gündüz ilerleyip, Belî kabîlesine baskın ve akınlar yaptı.
Önceleri güçlü bir ordu ile karşılaşmadı. Belî topraklarında
bir müddet ilerledikten sonra, düşman ordusuyla karşılaşan
Amr bin Âs'ın birliği, savaşa başladı. Tekbîr sesleriyle
toplu hücûma geçen mücâhidler karşısında kâfirler pek az
dayandılar ve kaçmaya başladılar. Mücâhidler onları tâkib
etmek istedi ise de, Amr bin Âs izin vermedi ve gazâda çok sayıda
esir ve ganîmet ele geçirildi.
Medîne'ye döndüklerinde, mücâhidlere ateş yaktırmama
konusu Resûl-i ekreme intikâl etti. Bunun üzerine Amr bin Âs
dedi ki:
- Ey Allahın Resûlü! Müslümanların sayısı az idi. Düşmanın,
yanan ateşe bakarak, onları az görmesinden korktum. Kâfirleri
tâkib etmekten onları menettim. Zîrâ pusu kurulmasından,
pusuya düşürülmekten çekindim.
Amr bin Âs'ın bu davranışı Resûl-i
ekremin hoşuna gitti.
Mekke'nin fethinden sonra Resûl-i ekrem ba'zı hükümdârlara,
İslâma da'vet eden mektuplar gönderdi. Ummân'a, Amr bin Âs'ı
ve beraberinde Kur'ân-ı kerîmi çok güzel okuyan hâfızlardan
Ebû Zeyd-ül-Ensârî'yi gönderdi.
Amr bin Âs ile Ebû Zeyd, Ummân sultânı Ceyfer ile kardeşi
Abdi'yi, deniz kıyısındaki Suhar'da buldular. Amr bin Âs,
Ceyfer ve kardeşi Abdi ile buluşmasını şöyle anlatır:
Nelere da'vet ediyorsun?
Ummân'a vardığım zaman, önce Abdi ile görüşmek istedim. Zîrâ
o, ağabeyinden daha candan idi. Ona dedim ki:
- Ben, Allahü teâlânın kulu ve resûlü olan Muhammed
aleyhisselâmın sana ve kardeşine gönderdiği elçiyim.
- Ağabeyim yaş ve saltanat bakımından benden önde gelir. Ben
seni ona götüreyim. Getirdiğin mektubu o okusun, dedi. Sonra
aramızda şu konuşma geçti:
- Ey Amr! Sen kavminin büyüğü olan bir zâtın oğlusun.
Baban bu husûsta nasıl davrandı? Şüphesiz, o bize bu yolda
bir misâl olabilir?
- Ben, onun da Müslüman olmasını ve Muhammed aleyhisselâma
tâbi olmasını çok arzû ederdim. Ben de önceleri O'na karşı
idim. Nihâyet, Allahü teâlâ benim kalbime îmân nûrunu
yerleştirdi.
- Ne zaman ve nerede Müslüman oldun?
- Kısa bir zaman önce Necâşî'nin huzûrunda Müslüman
oldum. Necâşî de Müslüman oldu.
- Peygamberiniz neleri emrediyor, nelerden sakındırıyor?
Onları bana bildir.
- Allahü teâlânın emirlerine uymayı emrediyor. O'na karşı
gelmekten ve âsî olmaktan sakındırıyor. İyiliği, akrabâ
haklarını gözetmeyi emrediyor. Zulmü, haksızlığı, zinâyı,
taşlara, putlara tapmayı yasaklıyor.
- O'nun dâvet ettiği şeyler ne kadar güzel! Ağabeyim beni
dinlese de, bana uysa da, gidip Muhammed aleyhisselâma îmân
etsek ne kadar iyi olurdu. Fakat o, saltanata düşkündür.
- Eğer o Müslüman olursa, Resûl-i ekrem yine onu kavmine
sultan yapar. Zenginlerinden zekât alır, fakirlerine ve
yoksullarına verir.
- Hiç şüphesiz, bu da güzel ahlâktır!
Ayakları altında çiğnenirsin
Bu görüşmemizden sonra Ceyfer'in huzûruna girmek için
günlerce bekledim. Abdi; benden öğrendiklerini ağabeyine
iletiyordu. Bir süre sonra Ceyfer beni yanına çağırdı. Huzûruna
girince, Resûl-i ekremin mührünü taşıyan mektubu verdim.
Mektubu okuyan Ceyfer, daha sonra okuması için kardeşine
verdi. Abdi de mektubu okudu. Ceyfer, Kureyşlilerin bu durum
karşısında ne yaptığını ve O'nun yanında bulunanların
kimler olduğunu sordu. Ben de dedim ki:
- Bir kısmı İslâmiyeti benimseyerek, bir kısmı da cizye
vererek kılıç zoru ile O'na tâbi oldular. Allahü teâlânın
hidâyeti ile akılları başlarına gelip, dalâlet içinde
bulunduklarını anlamış, İslâmiyete gönül vermiş ve Resûlullahı
başka şeylere tercih etmemiş olanlar, O'nun yanında
bulunurlar.
Eğer sen bugün, İslâmiyeti kabûl etmez, Resûl-i ekreme
uymazsan, mücâhid ordularının ayakları altında çiğnenirsin.
Halkın darmadağın olur. İslâmiyeti kabûl ederek selâmete
er! Yine kavminin hükümdârı olursun. İslâm orduları senin
topraklarına gelmez.
Ceyfer şöyle cevap verdi:
- Sen bugün, beni kendi hâlime bırak, yarın yine yanıma gel.
Bir süre sonra Ceyfer'in huzûruna kardeşi vâsıtasıyla
tekrar kabûl edildim. Ceyfer bana dedi ki:
- Da'vetin üzerine düşündüm. Şâyet saltanatımı başka
birisine bırakırsam, Arabların en zayıfı ve düşkünü
olurum.
- O zaman yarın ben memleketime dönüyorum.
Gideceğimi anlayan Abdi, ağabeyine dedi ki:
- Biz bu konuda O'na üstün gelemeyiz. Kendilerine elçi
gönderdiği hükümdârların bir çoğu O'nun da'vetine icâbet
etti.
Allahü teâlâdan uzak değilsin
Ertesi gün, Ceyfer beni tekrar huzûruna da'vet etti. Huzûra
girince aramızda şöyle bir konuşma geçti:
- Ey Ceyfer! Sen bizden uzak bulunuyorsan da, Allahü teâlâdan
uzak değilsin. Seni yaratan Allahü teâlâ, yalnız kendisine
ibâdet etmene, ibâdet ederken O'na ortak koşmamana lâyıktır.
Şunu bil ki, sen ölü bir hâlde iken, O seni diri kıldı.
Seni tekrar eski hâline döndürecek ve kıyâmet günü tekrar
diriltecektir.
Muhammed aleyhisselâm, dünya ve âhıret saâdetine kavuşturacak
bir din getirdi. Âhırette ecir ve mükâfat isteyen, O'nun
yoluna sarılır. Nefsinin arzû ve isteklerine uyan ise bu
yoldan ayrılır. İyi düşün ki, O'nun getirdikleri, hiç
insanların söylediklerine benziyor mu? Eğer benzese idi, açıkça
görülürdü. Sen bu husûsta serbestsin,
- Vallahi, ben Muhammed aleyhisselâmın hayır ve iyilik adıyla
emredeceği şeyleri yapacak, yerine getirecek olanların ilki
olacağım. O'nun yasaklayacağı şeyleri bırakacak olanların
başında yine ben geleceğim. Verilen söz yerine getirilecek.
Ben şehâdet ederim ki; Allahü teâlâ birdir ve Muhammed
aleyhisselâm O'nun kulu ve Resûlüdür.
Ceyfer böyle diyerek Müslüman oldu.
Yanında bulunan kardeşi Abdi de derhal Müslüman oldu. Sonra
orada bulunan bütün Arabları İslâmiyete da'vet ettiler.
Onlar da bu da'veti seve seve kabûl ettiler.
Umman halkı Müslüman olunca, Resûlullah efendimiz Amr bin
Âs'ı Umman'a vâli tâyin etti. Resûl-i ekremin vefâtına
kadar vazifede kaldı.
Siz akıllı adamdınız
Amr bin Âs, İslâmiyeti kabûl ettikten sonra, eski hatâlarına
çok pişman oldu. İslâma hizmet etmeyi, müşriklere karşı
savaşmayı şiddetle arzû etti. Böylece İslâm dîninin yiğit
bir mücâhidi oldu. Birisi, Amr bin Âs'a sordu:
- Siz akıllı adamdınız. Niçin İslâma girmekte
geciktiniz?
- Biz yaş ve bilgi bakımından, bizden üstün kabûl edilen
insanlarla beraberdik. Onlar, Resûlullah efendimiz Peygamber
olarak gönderilince, O'nu kabûl etmediler. Biz de onlara tâbi
olduk.
Onlar gidip, sıra bize gelince, düşündük, inceledik, hakkın
çok açık olduğunu gördük. Böylece İslâmiyet kalbime
yerleşti. Resûlullah efendimizin, iyilik yapana öldükten
sonra iyilik, kötülük yapana kötülük yapılacağı, sözünü
içimde doğru buldum. Bozuk ve bâtıl olan bir şeye devamda,
hiç bir fayda görmedim.
Amr bin Âs, Hz. Ebû Bekir'in hilâfeti sırasında, önce
Umman'daki mürtedleri, sonra Benî Kudaa mürtedlerini yola
getirdi. Bundan sonra Hz. Ebû Bekir tarafından Şam'ın fethine
gönderildi. Başkumandan Hâlid bin Velîd'in idâresinde
cereyan eden Yermük Muharebesinde büyük kahramanlıklar gösterdi
ve Şerahbil bin Hasene ile beraber ordunun sağ kanadını idâre
etti.
Ecnadin zaferi
Yermük Muharebesi, İslâm ordusunun zaferiyle bitti. Bu savaşta
Müslümanlar 250 bin kişilik Rum ordusunu büyük bir hezîmete
uğrattı.
Amr bin Âs, Ecnadin'de büyük bir Rum ordusunu bozguna uğrattı.
Bütün Filistin ve Ürdün'ü elegeçirdi. Hz. Ömer'in
halîfeliği sırasında Filistin vâliliğine ta'yin edildi.
Bir süre sonra Amr bin Âs, halîfe Hz. Ömer'den Mısır'ın
fethi için izin istedi. İzin verilmesi üzerine hazırlıklara
başladı. Yezid bin Ebû Süfyân, Amr bin Rebîa ve Müslüman
olan Haleb'in eski vâlisi Yukanna da, 4.000 kişilik kuvveti ile
İslâm ordusuna katılmıştı.
Amr bin Âs, ordusuyla önce Ferema şehrini fethetti. Sonra
Bilbis'i ele geçirdi. Sonra, Tendonyas şehrine yürüdü.
Şehrin yakınına vardıkları zaman, Mısır veliahtından elçi
geldiğini gördüler. Gelen elçi, veliahtın kendisine elçi
gönderilmesini, böylece sulh yapabileceğini söyleyince; Amr
bin Âs birkaç lisan bilen Verdân adındaki Remleli hizmetçisini
alarak yola çıktı. Saraya varınca, zırhlı ve silahlı
askerlerin saf tuttuklarını gördü.
Amr bin Âs, kılıcını kuşanmış ve at üzerinde içeri
girmek isteyince, nöbetçiler mâni olmaya kalkıştılar. Bu
durum karşısında Amr bin Âs dedi ki:
- Veliahtınız bu şekilde kabûl ederse ne âlâ, yoksa geri
dönüp giderim. Biz Müslümanlar müşrikler için atımızdan
inmeyiz. Buraya gelmemizi veliaht istedi. Değilse bizim herhangi
bir isteğimiz yoktu.
Askerler, Amr bin Âs'ın sözlerini haber verince, Veliaht
Arsütalis emir verdi:
- Bırakınız, istediği gibi girsin!
Birkaç dünya menfaati
Nöbetçiler, Amr bin Âs'a, ne şekilde isterse öyle girebileceğini
söylediler. Amr bin Âs, veliahtın bulunduğu avluya atı
üzerinde girdi. Burada nöbetçilerin, kumandanların ve
veliahtın tahtının bulunduğunu gördü. Hepsi gâyet güzel
ve zînetli giyinmişlerdi. Amr bin Âs onları böyle görünce
tebessüm etti:
(Size dünyada verilen şeyler, tekrar geri alınacak birkaç
dünya menfaatidir. Hâlbuki Allahü teâlânın vahdaniyetine
îmân edip işlerinde O'na tevekkül edenler için, Allahü
teâlâ indinde olan şeyler daha hayırlı ve bâkidir,
dâimidir) [Şurâ: 36] meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu ve atından
indi.
Bir eli atının dizgininde, diğeri de kılıcında idi.
Yanlarına yürüyerek dört bir taraftaki süslere bakıp;
(Eğer insanlar kâfirlerin dünyadaki refahına bakarak
hırslanmasalar ve bu yüzden küfre rağbet etmeseler ve böylece
tek bir ümmet hâline gelmeyecek olsalardı, biz O Rahmân'ı
inkâr eden kimselerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerinde
çıkacakları merdivenler yapardık) [Zuhrûf: 33] meâlindeki
âyet-i kerîmeyi okudu.
Amr bin Âs veliahtın huzûruna girince, veliaht dedi ki:
- Ey Arab kardeş! Siz bizden ne istiyorsunuz? Bize kasdedenler dâimâ
elleri boş olarak, hezîmete uğrayarak dönmüşlerdir. Hem
bize başka yerlerden de yardım gelecektir.
Biz ordulardan korkmayız
Amr bin Âs buna karşı şu cevabı
verdi:
- Bizler, kalabalık ordulardan korkmayız. Çünkü Allahü
teâlâ, bize yardımını, zaferi ve bizi yeryüzünün
vârisleri kılacağını vâdeyledi. Şimdi sizi şu üç şeye
da'vet ediyoruz: Ya Îslâmı kabûl edersiniz, ya cizye
verirsiniz, yâhut muhârebe ederiz.
- Biz melik Mukavkıs'la meşveret etmedikçe bir işe karar
vermeyiz. Fakat, ey Arab kardeş! Senin arkadaşların arasında
senden daha cesûr ve lisânı daha fasih birisinin olacağını
zannetmiyoruz.
- Arkadaşlarım arasında en fasih konuşamayan benim. Eğer
onlardan birisinin konuşmasını görseydiniz, benimle aslâ
mukâyese kabûl etmeyecek kadar ilerde olduğunu görürdünüz.
- Bu mümkün değil. Onlar arasında senin gibi birisi
bulunamaz.
- Ben melik'e, onlardan on tanesini getirebilirim. Ancak onlar
mektupla gelmezler. Melik isterse, ben gider onları getiririm.
Veliaht, Amr bin Âs'ın bu sözleri üzerine yanındakilere dönerek
Kıptî diliyle dedi ki:
- Onlar geldiklerinde hepsini yakalar, salmayız. Böylece on bir
kişi yakalamak, bir kişiyi yakalamaktan daha iyidir.
Amr bin Âs'ın hizmetçisi Verdân, başka bir lisân ile konuşulanları
Amr bin Âs'a anlattı. Bu arada durum melik'e bildirildi. Melik;
Amr bin Âs'a dedi ki:
- Git, gecikmeden gel.
Amr bin Âs atına bindi ve hızla şehrin dışına çıktı.
Amr bin Âs'ın selâmetle dönmesinden dolayı mücâhidler
Allahü teâlâya hamd ettiler.
Ertesi sabah veliahtın elçisi gelip;
- Seni ve diğer on kişiyi veliaht bekliyor, dedi.
Bunun üzerine Amr bin Âs hazretleri buyurdu ki:
- Hâinlik, onu ve ehlini helâk edecektir. Azgınların ve
haddini aşanların başına çok belâ ve musîbet gelir.
Melikinize yazıklar olsun. Hem bizden elçi istedi, hem de yanına
gidince, beni öldürmek istedi. Hakkımda şöyle şöyle konuştu.
Şimdi, seni öldürmek istesem, öldürürüm. Fakat biz
hâinlerden değiliz. Sâhibine dön. Ona hakkımda
konuştuklarının hepsinden haberdâr olduğumu söyle. Artık
aramızda harbden başka yapılacak bir şey kalmadı.
En üstün ve kıymetli şey
Elçi, melikin yanına döndü. Amr bin Âs'ın dediklerini
olduğu gibi anlattı.
Bundan sonra yapılan savaşlar neticesinde Mısır'ın tamamı,
İslâm topraklarına katıldı. Sonra, Kuzey Afrika'ya yönelerek,
Trablusgarb ve Siyre'yi feth etti ve Mısır vâlisi tâyin
edildi. Hz. Osman zamanına kadar bu vazîfede kalan Amr bin Âs,
sonunda halîfenin müşâviri oldu.
Amr bin Âs hazretlerinin, 664 senesinde, ölüm döşeğinde son
sözleri şunlar oldu:
Allahım! Sen emrettin, biz emrine isyân ettik. Sen nehyettin
biz tersini yaptık. Affına sığınırız. Allahım! Sen bize
yardım et. Suçluyum. Özürümü kabûl et. Senden af
diliyorum. Senden başka ilâh yoktur.