Resûlullahın hizmetçisi: ENES BİN MÂLİK
Medîneli çocuklar hem koşuyor,
hem de sevinçle bağırarak etrafı çınlatıyorlardı:
- Resûlullah efendimiz geldi! Kâinâtın efendisi geldi!
Günlerce, aylarca, beklenen Allahın Resûlü işte geliyordu...
Çocuklar arasında en coşkulusu, şüphesiz Hz. Enes idi. Ancak
9-10 yaşlarındaydı. Bütün varlığıyla koşuyor, sevinç çığlıkları
atıyordu. Dikkatle bakmasına rağmen, Âlemlerin Efendisini bir
türlü göremedi.
Müjdeyi
verin!
Bir müddet daha, o heyecanla
koştular, bağırdılar. Nihayet Kusvâ adlı develeri
üzerinde, Resûlullah efendimiz ve arkadaşları göründüler.
Kalbleri duracak gibiydi. Medîne'nin epeyce dışındaydılar.
Bir Müslüman amca, Küçük Enes ve arkadaşlarına dedi ki:
- Koşun! Medînelilere müjdeyi verin! Sevgili Peygamberimizin
teşriflerini bildirin!
Bunun üzerine çocukların yarısı, nefes nefese şehre
koşmaya başladı. Büyük müjdeyi ulaştırmak için, son
gayretlerini sarfediyorlardı. Bu haberi sabırsızlıkla
bekleyen sayısız Müslüman, Medîne ufuklarında doğan Nûr'a
doğru yarıştılar. Bütün insanların ve cinlerin
Peygamberini karşılamak için, acele ettiler.
Her taraftan sesler yükseliyordu:
- Vedâ tepelerinden ay doğdu üstümüze.
- Buyurunuz yâ Resûlallah, bize buyurunuz.
- Safâ geldiniz sevgili Peygamberimiz, safâlar getirdiniz...
- Hürmet ve şerefle Sizi selâmlıyoruz, ey Allahın Sevgilisi.
- İnşâallah Medîne'de, emniyet ve huzûra kavuşacak ve
kavuşturacaksınız.
Resûlullah efendimiz böyle sesler arasında şehre girdiler.
Sevgili Peygamberimizin yanlarında, en yakın dostları Hz. Ebû
Bekir bulunuyordu. Kadınlar ve çocuklar, şiirler okuyorlar,
hangisinin Resûlullah olduğunu birbirlerine soruyorlardı.
Medîne kurulduğu günden beri, böyle sevinçli ve heyecanlı
anlar yaşamamıştı. Müslümanların çoğu Efendimizi; kendi
evlerine götürmek, misâfir etmek şerefine erişmek istiyordu.
Bu sebeple, Kusvâ'nın yularını yakalamaya çalışıyorlardı.
Fakat sevgili Peygamberimiz buyurdu ki:
- O'nu serbest bırakınız. Kimin evi önünde durursa,
oraya misâfir oluruz, İnşâallah.
En sonunda Ebû Eyyûb Hâlid bin Zeyd hazretleri, bu şerefe
kavuştu. Efendimiz, bir müddet için, O mübârek zâtın
evinde misâfir kaldılar.
Artık bütün Medîneli Müslümanlar için, Resûlullaha hizmet
yarışı başlamıştı. Herkes ellerinde ve evlerinde ne varsa,
ikrâm ediyordu.
Fakirin
hediyesi
Ümmü Süleym de, oğlu küçük
Enes'in elinden tutarak; sevgili Peygamberimizin huzûruna
gelerek dedi ki:
- Yâ Resûlallah! Bizler zengin değiliz. Size takdim edecek,
fazla bir şeyimiz yok. Ancak çok sevdiğimiz şu küçük oğlumuzu,
hizmet etsin diye, size armağan ediyoruz. Lûtfen kabûl
buyurunuz!
Peygamberimiz, bu içten gelen teklife pek memnun kaldılar. Küçük
Enes'in başını okşayıp, duâ ettiler. Ana ve babasını
kırmayıp, onu, yanlarına aldılar. Medîne dışında koşa
koşa Efendimizi karşılayan bu küçük Müslüman, meğer
kendi saâdetine doğru koşuyormuş! Böylece iki cihânın
Efendisiyle, gece ve gündüz beraber olmak saâdetine kavuşmuş
oldu.
O da, bu büyük ni'metin karşılığını ödemek için,
büyük gayret sarfetti. Efendimizin hiçbir sözlerini kaçırmadan,
dikkatle hizmet etti.
Sevgili Peygamberimiz Enes bin Mâlik'e, sanki çocuk değil de;
olgun bir insan gibi davranıyorlardı. Bir kerecik yüzlerini
astığı görülmedi. Sert konuştukları işitilmedi. O'nun
minik kalbini kırdıkları, incittikleri duyulmadı.
İşte o sıralarda bir gün, küçük Enes, arkadaşlarıyla
birlikte oyun oynuyorlardı. Hz. Peygamber, çocuklara doğru
yaklaştılar. Sevgiyle selâm verdiler. Onlar da hürmetle,
selâmlarını aldılar. Sonra Efendimiz yavaşça, Enes'in
elinden tuttular. Birlikte, az ilerdeki duvar dibine
yürüdüler. Orada O'nun kulağına, bir şeyler söylediler.
Ümmü Süleym'in akıllı oğlu, derhal koşarak uzaklaştı.
Belli ki Efendimiz kendisine, vazîfe vermişlerdi. Kendileri de,
o duvar dibine oturdular. Beklemeye başladılar...
Epeyce sonra Hz. Enes, koşarak geldi. Hz. Resûle öğrendiklerini
arzetti. Resûlullah efendimiz oradan memnun ayrıldılar.
Niçin
geciktin?
Yaşı küçük, vazîfesi
büyük Hz. Enes; daha sonra evine geldi. Hava kararmak
üzereydi. Annesi O'nu, merakla bekliyordu. Hemen sordu:
- Nerede kaldın yavrucuğum? Niçin geciktin?
Oğlunun gözleri, pırıl pırıldı. Cevap verdi:
- Efendimiz, bir işe gönderdiler anneciğim. O yüzden geç
kaldım.
Hz. Ümmü Süleym daha da meraklandı:
- O iş, neydi?
- Sırdır, cevabını verdi ve sustu.
İşte o zaman anesi:
- Âferin oğlum! Resûl-i Ekremin sırlarını, dâimâ muhafaza
et, sakla. Onları hiç kimseye açıklama. Bütün ömrünce
böyle davran, diye tenbih etti. Sonra da sevgiyle, oğulcuğunu
bağrına bastı.
Aylar ve yıllar geçiyor, küçük Enes; sevgili Peygamberimizin
yanlarında büyüyordu. O şerefli ocakta terbiye ediliyordu. Dâimâ
birlikte abdest alır, namaz kılar, oruç tutarlardı.
Kıyâmet
ne zaman?
Bir gün mescid-i şerîfe,
çölden bir adam geldi. Efendimiz, namaza durmak üzere idiler.
Ama adamcağız soruverdi:
- Yâ Resûlallah! Kıyâmet, ne zaman kopacak?
Sevgili Peygamberimiz namaza başladılar. Namazı bitirip, selâm
verdikten sonra:
- Kıyâmeti soran nerede? diyerek bakındılar.
O kimse cevap verdi:
- Buradayım, yâ Resûlullah!..
- Kıyâmet için, ne hazırladın?
Soruyu soran kimse mahcûb bir hâlde arz etti ki:
- Anam babam, Sana fedâ olsun ey Allahın Resûlü! Yazık ki
kıyâmet için, fazla bir hazırlığım yok. Ne fazla oruç
tutabildim; ne namaz kılabildim. Sâdece, Allah ve Resûlünü
çok seviyorum.
Bu cevap üzerine, sevgili Peygamberimiz şöyle buyurdular:
- İnsan kıyâmette, sevdikleri ile beraber olur.
Bunu duyan Müslümanlar, başka hiç bir müjdeye; bu kadar
sevinmediler.
Hz. Enes iyi günlerde, sıkıntılı anlarda, İslâm için yapılan
savaşlarda; dâima Efendimizle birlikte idi. Resûlullahın gazâları,
fazla olmakla beraber; savaş yapılanı dokuz tanedir: Büyük
Bedir, Uhud, Hendek, Benî Kureyzâ, Benî Mustalak, Hayber,
Mekke'nin Fethi, Tâif ve Huneyn Gazâlarıdır. Hz. Enes
bunların çoğuna iştirak etti. Kâinatın Efendisini hiç terk
etmedi. Hizmetlerini, bir an için bile aksatmadı.
Zaman ilerledikçe Ümmü Süleym'in küçük oğlu Enes; 20
yaşlarında bir delikanlı oldu. Zekâsı, terbiyesi, ilim ve
cesâretiyle; yaşıtlarını geride bıraktı. Hz. Enes bu arada
şâhid olduğu olayları sonraki âlimlere nakletti. Resûlullahın
son günlerindeki bir hâdiseyi şöyle anlatır:
Sizleri
ağlatan nedir
Bir sabah Hz. Ebû Bekir ve
Hz. Abbâs, beraberce yürüyorlardı. Bir topluluğa
rastladılar. Bunlar, Medîneli Müslümanlar idiler. Hepsi de,
üzüntüyle ağlaşıyorlardı. Kalbi çok rakik, hassas, yumuşak
olan Hz. Ebû Bekir sordu:
- Ey Kardeşlerim! Sizleri ağlatan şey nedir?
- Bizler, Resûlullah Efendimizin huzûrunu düşünüyoruz. O'na
ağlıyoruz.
Gerçekten sevgili Peygamberimiz, bir müddetten beri rahatsız
idiler. Bunu bilen Medîneliler öbek öbek toplanıp,
üzüntülerini paylaşıyorlardı. Yüreği, sevgi ve ayrılık
üzüntüsüyle çarpan, Hz. Ebû Bekir de ağladı. Biraz sonra
da, Efendimizin mübârek evlerine vardı. Gördüklerini,
duyduklarını saygı ile arzetti.
Sevgili Peygamberimiz çektiği bütün acılara rağmen, mescide
geçtiler. Bunu gören Eshâb-ı kirâm da oraya koşuştular.
Efendimizin üzerlerinde, uzun bir hırka ve başlarında, siyah
sarık bulunuyordu. Güzel bir hutbe okudular. Önce Allaha hamd
ve şükrettiler. Sonra da ağır ağır buyurdular ki:
- Ey Nâs! Sizlere, Ensârı ya'nî Medîneli
Müslümanları vasiyet ediyorum. Diğer insanlar çoğalıyor.
Ensâr ise azalıyor. Onlar, kendi zararlarına bile olsa, size
karşı vazîfelerini yerine getirdiler. Artık sizler de,
Onları kollayın. İstemiyerek sizlere, bir kusurları
dokunursa; o kusurlarından vazgeçiverin!
Bu, sevgili Peygamberimizin son Hutbeleri oldu. Bir daha minbere
çıkamadılar. Dünya hayatlarını ve Peygamberlik vazîfelerini,
şerefle tamamladılar.
Her
ikisini de gördüm
Gözyaşları arasında, Hz.
Enes dedi ki:
- Sevgili Peygamberimizin Medîne'ye geldikleri günü de, vefât
ettikleri günü de gördüm. Müslümanlar birincisi kadar
sevinçli; ikincisi kadar elemli gün yaşamadılar.
Hz. Enes'in babası Mâlik, hicretten önce Müslüman olmamış
ve Hz. Enes'in annesi Ümmü Süleym ile kavga etmiş ve evden
ayrılmıştı. Çıktığı bir seferde ölmüştü. Ümmü
Süleym daha sonra Ebû Talhâ ile evlenmişti.
Hz. Enes bütün gazâlara katıldı. Büyük Bedir zaferinde, 12
yaşında olduğu hâlde, savaş alanındaydı. Efendimizin vefâtlarında
20 yaşında bulunuyordu. 70-80 yıl daha yaşadı. Efendimizin
en yakınlarında bulunduğu için; O'nun bütün emir ve
yasaklarını çok iyi biliyordu. Bunları olduğu gibi, Müslümanlara
nakletti. Uzun ömrünü yalnız, bu işe vakfetti.
Hz. Ebû Bekir devrinde, Bahreyn'de zekât ve vergi toplamaya
memûr edildi. Hz. Ömer zamanında, Basra'ya yerleşti.
Hayatının sonuna kadar orada, ilim öğretmeye devam etti. Çok
ve kıymetli talebeler yetiştirdi. Hasan-ı Basrî hazretleri,
bunlar arasındadır. 100 yaşlarında, Basra'da vefât etti.