Şehîdlerin efendisi: Hz. HAMZA
Abdullah ibni Mes’ûd buyuruyor
ki:
Müşriklerden Velîd adında birinin bir putu vardı. Safâ
tepesinde toplanırlar, bu puta ibâdet ederlerdi. Bir gün
Peygamber efendimiz, onların yanına gitti ve onları îmâna da’vet
etti. Kâfir olan bir cinnî, o putun içine girdi ve sevgili
Peygamberimiz için uygun olmayan sözler sarfetti. Peygamber
efendimiz üzüldüler.
Teşrif
eder misiniz?
Başka bir gün şahsını görmediği bir kimse, Peygamber
efendimize selâm vererek dedi ki:
- Yâ Resûlallah! Kâfir olan bir cinnî sizin için münâsib
olmayan şeyler söylemiş. Ben, onu bulup boynunu kestim. Arzû
buyurup, yarın Safâ tepesine teşrif eder misiniz? Siz, yine
onları İslâma da’vet ederseniz, ben de o putun içine girip,
sizi medhedici sözler söylerim.
Peygamber efendimiz, Abdullah ismindeki bu cinnînin arzûsunu
kabûl ettiler. Ertesi günü oraya gittiler ve yine müşrikleri
îmâna da’vet ettiler. Müslüman cinnî, müşriklerin
elindeki putun içine girip, sevgili Peygamberimizi ve İslâmiyeti
anlatan güzel sözler ve beyitler söyledi.
Müşrikler, bu sözleri duyunca, başta Ebû Cehil olmak üzere
ellerindeki putu parça parça ettiler. Resûlullaha saldırdılar.
Mübârek yüzü kana boyandı. Onların bu ezâ ve cefâlarına
tahammül gösterip, şöyle buyurdular:
- Ey Kureyşliler! Bana vuruyorsunuz. Ama ben sizin
Peygamberinizim.
Peygamber efendimiz, oradan ayrılıp evine geldi. Bir hizmetçi
kız, bu hâdiseyi, başından sonuna kadar görmüştü.
Bu sırada Hz. Hamza, dağda avlanıyordu. Bir ceylana ok atmak için
hazırlandı. Ceylan dile gelerek dedi ki:
- Yâ Hamza! Bana ok atacağına kardeşinin oğlunu
öldürmek isteyenlere ok atsan daha hayırlı olur.
Hz. Hamza bu sözlere hayret ederek süratle evine hareket etti.
Hz. Hamza âdeti üzere, avdan dönünce, tavâf yapmak için
Harem-i şerîfe uğrar, ondan sonra evine giderdi. O gün tavâf
yaparken, hizmetçi kız, yanına gelerek dedi ki:
- Ebû Cehil, kardeşinin oğluna, şöyle şöyle söyledi.
Hz. Hamza, Peygamber efendimize hakâret edildiğini işitince,
akrabâlık damarları hareket etti. Silahlarını kuşanarak,
Kureyş kâfirlerinin bulunduğu yere geldi.
- Kardeşimin oğluna, kötü söz söyliyen, kalbini inciten sen
misin? diyerek, boynundaki yay ile, Ebû Cehil’in başını
yedi yerinden yardı.
Kötü
şeyler söyledim
Orada bulunan kâfirler Hz. Hamza’ya saldıracak oldular. Bu
durumda büyük çarpışma çıkacaktı. Fakat, Ebû Cehil dedi
ki:
- Dokunmayınız, Hamza haklıdır. Onun kardeşinin oğluna
bilerek kötü şeyler söyledim.
Hz. Hamza oradan ayrıldıktan sonra, Ebû Cehil, etrafındakilere;
- Aman ona ilişmeyiniz! Bize kızar da Müslüman olur. Bununla
Muhammed kuvvetlenir, dedi.
Hz. Hamza Müslüman olmasın diye, kendi kafasının
yarılmasına râzı oldu. Çünkü Hamza, hatırı sayılır,
kıymetli ve kuvvetli idi.
Hamza, Peygamber efendimizin yanına gelip dedi ki:
- Yâ Muhammed, Ebû Cehil’den intikamını aldım. Onu kana
boyadım, üzülme, sevin!
Sevgili Peygamberimiz buyurdu ki:
- Ben, böyle şeylere sevinmem.
- Seni sevindirmek, üzüntüden kurtarmak için, ne istersen
yapayım.
Îmân
etmenle sevinirim
O zaman Peygamber efendimiz buyurdu ki:
- Ben ancak senin îmân etmen ile, kıymetli bedenini
Cehennem ateşinden kurtarman ile sevinirim.
Bunun üzerine Hz. Hamza hemen Müslüman oldu.
Hakkında âyet-i kerîme geldi. Abdullah ibni Abbâs’a göre,
Kur’ân-ı kerîmde En’âm sûresi 122. âyet-i kerîmesinde,
“Diriltildiği ve nûra kavuşturulduğu”
anlatılan zâtın Hz. Hamza ve aynı âyet-i kerîmede,
“Karanlıklarda bocalayan” şeklinde anlatılanın
da Ebû Cehil olduğu açıklandı.
Hz. Hamza, Kureyşin yanına gidip Müslüman olduğunu ve
Allahın Peygamberini her suretle koruyacağını bildirip şöyle
dedi:
“- Kalbimi, İslâmiyete ve Hakka meylettirmiş olduğu için
Allahü teâlâya hamdolsun. Bu din, kullarının her
yaptığını bilen, herkese lutfu ile muâmele eden, kudreti her
şeye galip gelen, âlemlerin Rabbi olan Allahü teâlâ tarafından
gönderilmiştir.
Kur’ân-ı kerîm okunduğu zaman, kalb ve akıl sâhibi
olanların gözlerinden yaşlar akar. Kur’ân-ı kerîm, açık
bir lisan ile açıklanmış âyetler hâlinde Hz. Muhammed’e
nâzil olmuştur. Muhammed, içimizde, sözü dinlenir, kendisine
boyun eğilir bir mübârek kimsedir.
Ey müşrikler! Aklınız başınızdan gidip, gözünüz
kararıp da Onun hakkında sert, ağır ve kaba sözler,
söylemeyin! Eğer böyle bir düşünceye kapılırsanız, biz Müslümanların
cesedine basıp geçmeden, onu hiç kimseye vermeyiz!”
Hz. Hamza’nın Müslüman olması ile, Resûlullah efendimiz
çok sevindi. Müslümanlar, pek çok kuvvet buldu. Artık
Mekkeliler Müslümanlara, hiçbir sebep yokken, fenâ muâmele
yapamadılar. Bilhassa Hz. Hamza’nın kılıcının
şiddetinden çekindiler.
Endişeye
lüzûm yok
Peygamber efendimiz, Hz. Hamza ve diğer bir kısım Müslümanlar
Hz. Erkam’ın evinde bulunuyorlardı. Bir ara kapı vuruldu.
Gelen kimsenin, silâhlarını kuşanmış şekilde Hz. Ömer
olduğu görülünce, ba’zıları endişeye kapıldı. Hz.
Hamza;
- Gelen tek bir kişidir. Bu kadar endişeye lüzûm yok. Eğer,
hayır için geldi ise hoş geldi. Yok eğer şer için geldi ise
kendi kılıcı ile başını keserim, dedi.
Dışarı çıktı ve dedi ki:
- Yâ Ömer! Sen ne zannedersin? Biz Abdülmuttalib evlâdıyız.
Her birimiz Allahü teâlânın izni ile demiri çiğneyip havaya
püskürtürüz. Allah ve Resûlü için can ve baş fedâ
ederiz. Sen Resûlullaha zarar vereceğini zannediyorsan
aldanıyorsun.
Sevgili Peygamberimiz, bu konuşmaları işitti. Kendileri
gelerek, iltifat ile Hz. Ömer’i karşıladı. Hz. Ömer de
Müslüman oldu. Bu iki kahraman sayesinde Müslümanlar kuvvet
buldular, ibâdetlerini açıktan yapmaya başladılar.
Hz. Hamza bir gün, Cebrâil aleyhisselâmı kendi aslî
şeklinde görmeyi arzû ettiğini, Peygamber efendimize
bildirdi. Peygamber efendimiz de Hz. Hamza’ya sordular:
- Onu görmeye dayanabilir misin?
- Evet dayanırım.
- Öyle ise yere otur da bak!
Bayıldı,
arkası üstüne düştü
Hz. Hamza Cebrâil aleyhisselâmı görünce, bayıldı, arkası
üstüne düştü.
Hz. Hamza, Hz. Zeyd bin Hârise, Hz. Ebû Mersed Kennaz, Hz. Enes
ve Hz. Ebû Kerse ile beraber Medîne’ye hicret etti. Peygamber
efendimiz Medîne’ye geldiklerinde, Mekke’li Müslümanları
hem kendi aralarında, hem de Medîneli Müslümanlarla kardeş
yaptı. Kendi aralarında da, Hz. Hamza’yı, Zeyd bin Hârise
ile kardeş yapmıştı. Hz. Hamza bu kardeşini çok sever ve
muharebeye çıktığı zaman her şeyini ona emânet ve vasiyet
ederdi.
Peygamber efendimiz, Medîne’ye hicret ettikten sonra, Kureyşli
müşrikler boş durmadılar. Peygamberimizi Medîne’de rahat bırakmıyorlar,
Medînelilerin Onu terketmeleri için etrafındaki Müslümanları
tehdit ediyorlardı. Hattâ, Peygamber efendimizi Medîne’nin dışına
çıkarmaları için, Abdullah bin Übeyy bin Selül ile Evs ve
Hazrec kabîlelerinin müşriklerine tehditler gönderdiler ve
Müslümanlara hac yollarını kapadılar.
Bu durumda, Müslümanların, Suriye ticaret yollarını
kesmeleri, müşrikleri ticarî ve iktisâdi bakımdan zor duruma
düşürmeleri ve böylece müşrikleri yola getirmeleri îcâb
ediyordu. Bu sırada bir müşrik kervanının Medîne yakınlarından
geçmekte olduğu işitildi. Sefer hazırlığı yapıldı.
Sefere çıkacak birliğin kumandanlığına Hz. Hamza’yı
getiren Peygamberimiz, ona beyaz bir bayrak verdi. Hz. Hamza’ya
verilen bu bayrak İslâm tarihinde Müslümanların
kullandığı ilk bayrak idi.
Hz. Hamza, 30 süvâri ile birlikte hareket etti. Şam’dan
Mekke’ye gitmek üzere, 300 süvârinin koruduğu bir müşrik
kervanı, Sifr-ül-Bahr denilen yere gelmiş bulunuyordu. İslâm
Mücâhidleri, buraya geldiklerinde, müşriklerin kervanını
koruyan üçyüz süvâri ile karşılaştılar ve savaş düzenine
girdiler.
Doğru
bir iş yaptı
Mecdi bin Amr el-Cühenî, iki tarafın da müttefiki idi.
Müslümanların sayıca çok az ve müşriklerin çok fazla
olduklarını ve düşmanların bu ilk çarpışmada
yenebileceklerini düşünerek arabulucuk edip iki tarafı çarpışmaktan
vazgeçirdi. Sonra Hz. Hamza ve arkadaşları Medîne’ye geri
döndüler. Mecdî’nin bu hareketi Peygamber efendimize
arzedilince çok memnun oldular ve buyurdular ki:
- İyi ve doğru bir iş yapmıştır.
Hz. Hamza, Ebva, Veddan ve Zül’ uşeyre gazâlarında
Peygamber efendimizin beyaz sancağını taşıdı.
Bedir gazâsında 313 Eshâb-ı kirâm, 1000 müşrikle karşı
karşıya geldi. Mekke müşriklerinden Utbe, Şeybe ve Velîd
meydana çıkarak er dilediler. Peygamberimiz buyurdu ki:
- Ey Hâşimoğulları! Kalkınız, Allahü teâlânın nûrunu
söndürmek için gelenlere karşı, Hak yolunda çarpışınız
ki, Allahü teâlâ zaten Peygamberinizi de bunun için göndermiş
bulunuyor. Kalk yâ Hamza! Kalk yâ Ali! Kalk yâ Ubeyde bin
Hâris!
Dengimiz
iseniz...
Hz. Hamza, Hz. Ali, Hz. Ubeyde miğferlerini giydiler. Meydana yürüdüler.
Müşrikler dediler ki:
- Sizler kimlersiniz? Eğer bizim dengimiz iseniz sizinle çarpışırız.
Eshâb-ı kirâm da; “Ben Hamza’yım! Ben Ali’yim! Ben
Ubeyde’yim!” dediler. Bunun üzerine müşrikler cevap
verdiler:
- Sizler de bizim gibi şerefli kimselersiniz. Sizinle çarpışmayı
kabûl ettik.
Eshâb-ı kirâm, müşrikleri, önce îmâna da’vet ettiler.
Onlar kabûl etmediler. Ondan sonra
Eshâb-ı kirâm, müşriklerin üzerine saldırdılar. Hz. Hamza
ve Hz. Ali, Utbe ve Velîd kâfirlerini, anında öldürdüler.
Hz. Ubeyde, Şeybe’yi yaraladı. Şeybe de Hz. Ubeyde’yi
yaraladı.
Hz. Hamza ve Hz. Ali, Şeybe’yi orada öldürüp, Hz. Ubeyde’yi
kucaklayıp Resûlullahın huzûruna getirdiler.Ebû Cehil, müşrikleri
savaşa teşvik etmeye başladı. Her iki taraf bütün
güçleriyle saldırıya geçtiler. Bu savaş her iki tarafın
ilk büyük savaşıydı. Eshâb-ı kirâm, “Allah Allah”
diyerek, tekbîr getirerek hücûm ediyordu. Hz. Hamza, her iki
elinde birer kılıç ile çarpışıyordu. Peygamber efendimiz “Yâ
Hayyu! Yâ Kayyûm!” buyurarak Allahü teâlâya
yalvarıyordu.
Peygamberimiz, Eshâbını, böyle yiğitçe çarpışıyor gördükçe;
- Onlar, Allahü teâlânın yeryüzündeki arslanlarıdır,
buyurarak onları takdîr ediyordu.
Allahü teâlâ, Peygamberimize yardım için melekleri de savaşa
gönderdi. Eshâb-ı kirâm daha kılıcını vurmadan müşriklerin
kellesi yere düşüyordu. Müşrikler bozguna uğradılar. Ebû
Cehil de öldürüldü. Mekke’ye doğru kaçmaya başladılar.
Hz. Hamza, Bedir’de fevkalâde kahramanlık gösterdi. Bedir
savaşı, Peygamber efendimizin zaferiyle neticelendi. Eshâb-ı
kirâmdan 14 kişi şehîd oldu.
Allahın
arslanıyım!
Peygamber efendimiz, Uhud harbinde; Hz. Hamza’yı en önde zırhsız
süvârilerin başında çarpışmakla vazifelendirdi. Hz. Hamza,
iki elinde de kılıç olduğu hâlde;
- Ben Allahü teâlânın arslanıyım! diyerek,
düşmanı önüne katmış, öldüre öldüre ilerliyordu.
Safvân bin Ümeyye, etrafındakilere, “Hamza nerededir? Bana gösteriniz!”
diyor, savaş meydanını araştırıyordu. Bir ara gözleri, iki
kılıç ile halkı kıyâsıya kesip biçen birini görünce
sordu:
- Bu çarpışan kim?
Çevresindekiler dediler ki:
- Aradığınız kimse! Abdülmuttalib oğlu Hamza!
- Ben bugüne kadar, düşmanını öldürmek için saldıran,
onun gibi hırslı, onun gibi gözüpek bir kimse daha görmedim.
Uhud’da herkes bütün güçleriyle çarpışırken, bir ara
Resûlullah efendimiz ile Hz. Hamza arasında kimse kalmadı. Hz.
Hamza, hiç arkasına bakmıyor, hep ileri doğru hücûm
tazeliyordu.
Savaşın başlamasından o ana kadar tek başına 30 müşriki
öldürmüştü. Bu sırada Siba bin Ümmü Ammâr; “Bana karşı
koyabilecek bir yiğit var mı?” diyerek Hz. Hamza’ya meydan
okudu. Hz. Hamza, “Demek sen Allaha ve Resûlüne meydan
okuyorsun, öyle mi?” deyip onu da öldürdü.
Şehit
oldu
Hz. Hamza büyük kahramanlıklar gösterdikten sonra bu savaşta
Vahşî tarafından şehîd edildi.
Vahşî, Mekke’nin fethinden sonra, Tâiflilerle birlikte
Medîne’de mescide gelip, îmân etti, affa kavuştu. Fakat Yemâme
tarafına gitmesi emrolundu. Resûlullaha karşı çok mahcûb
olup, başı önünde yaşadı.
Hz. Hamza şehîd olduğunda oruçlu idi. Hz. Peygamberimiz,
kendisi için, “Seyyid-üş-Şühedâ = şehîdlerin
efendisi” buyurdu. Ve cesedini meleklerin yıkadıklarını
haber verdi.
Savaş bitmişti. Şehîdlerin yanlarına gidildi. Peygamber
efendimiz, Hz. Hamza’nın mübârek cesedini görünce,
dayanamadı. Ağladı. Mübârek gözlerinden yaşlar akarak
buyurdu ki:
- Ben, şu şehîdlerin, Allahü teâlânın yolunda
canlarını fedâ ettiklerine, Kıyâmet günü şâhidlik edeceğim.
Onları kanlarıyla gömünüz. Vallahi, Kıyâmet günü mahşere
yaraları kanayarak gelecekler. Kanlarının rengi kan rengi,
kokuları da misk kokusu olacaktır.
Daha sonra Peygamber efendimiz buyurdu ki:
- Bana Cebrâil aleyhisselâm gelip Hamza bin
Abdülmuttalib’in göktekiler katında, “Allahın ve Resûlünün
arslanıdır” diye yazıldığını haber verdi.
Hz. Hamza’nın ve diğer şehîdlerin cenâze namazları
kılındı. Hz. Abdullah bin Cahş ile Hz. Hamza’nın cenâzeleri
bir kabre kondu. Hz. Hamza, Hz. Abdullah’ın dayısı idi.
Ve
Aleykümselâm
Hz. Hamza orta boylu idi. Kılıcını çok iyi kullanır pek mükemmel
ok atardı. Pehlivanların pîri idi. Peygamber efendimizin amcası
ve aynı zamanda süt kardeşi idi. Peygamberimiz kabrini ziyârete
gider, selâm verirdi. Mezardan, “Ve Aleykümselâm yâ
Resûlallah” diye cevap gelirdi.
Hz. Fâtıma buyurdu ki:
- Birgün Hz. Hamza’nın kabrini ziyârete gittim. “Esselâmü
aleyke yâ Resûlullahın amcası” diye selâm verdim. “Ve
Aleyküm selâm ve Rahmetullahi ey Resûlullahın kızı” diye
mezardan cevap geldi.
Şeyh Muhammed isminde âlim bir kimse Hz. Hamza’nın kabrini
ziyârete gitti. Selâm verdi. Mezardan, selâmına cevap verildi
ve, “Yâ Şeyh Muhammed, bu sene bir erkek evlâdın olacak,
ona benim ismimi koyunuz” dedi. O âlimin erkek çocuğu oldu
ve adını Hamza koydu.