Meleklerin bile hayâ ettiği halîfe: Hz. OSMAN (RA)
Hz. Osman, Müslüman olmadan
önce ticâretle uğraşırdı. Zengin bir tüccârdı.
Cemiyette, sevilen, sayılan bir kimseydi. İ’tibârı yüksek
idi. Hz. Ebû Bekir’in de arkadaşı, yakın dostu idi. Önemli
işlerinde ona danışır, onun fikrini alırdı. Câhiliye
devrinin pisliklerine bulaşmadı.
Peygamber
kızı olsa gerek
Müslüman olmasını
şöyle anlatır:
Benim firâset sahibi olan bir teyzem vardı. Hastalandığında
ziyâretine gitmiştim. Bana dedi ki:
- Yâ Osman! Sen öyle biri ile evleneceksin ki, ne o senden
önce bir erkek görmüş olacak, ne de sen ondan önce bir kadın
görmüş olacaksın. Bu kız çok güzel olup, sâliha biridir.
Ayrıca bu kız, Peygamber kızı olsa gerek.
Ben teyzemin bu sözüne çok hayret ettim. Çünkü, peygamber
olarak bildiğim kimse yoktu. Hiç ortada böyle bir şey yok
iken, teyzem bunları nereden çıkartmıştı. Şunu da
biliyordum ki, teyzem pek çok lâf etmezdi. Benim hayretler
içinde kendisine baktığımı görünce konuşmasına şöyle
devam etti:
- Merak etme, O kimseye cenâb-ı Haktan vahiy gelmeye başladı.
Sen O’nu bulmakta güçlük çekmiyeceksin!
- Ey teyzem, hep sır olan şeyler söylüyorsun. Beni meraklandırıyorsun.
Sözlerini biraz açarak beni meraktan kurtar.
- Muhammed bin Abdullah’a peygamberliği bildirildi. Artık
halkı hak dîne da’vete başladı. Çok zaman geçmez ki, sen
O’nun dînine girer kurtulursun. O’nun dîni, bütün âlemi
aydınlatacaktır.
Bu mes’ele benim zihnimi çok meşgûl etmeye başladı. Her
önemli mes’elede fikrini aldığım, Hz. Ebû Bekir’e koştum.
Teyzemin söylediklerini kendisine aynen bildirdim. Bana dedi ki:
- Teyzen doğru söylemiş. Yâ Osman, sen akıllı adamsın. Hiç
görmiyen, işitmiyen, fayda veya zarar veremiyen şeye nasıl
tapınılır? O nasıl ilâh olarak kabûl edilir?
- Yâ Ebâ Bekir, doğru söylüyorsun. Ben de bu mantıksızlığın
farkındayım. Fakat çâre bulamamıştım.
- Merak etme, artık bize hak yolu gösteren zât geldi. Ben
kendisinin peygamber olduğuna inandım, îmân ettim. Gel seni
de huzûruna götüreyim, sen de îmân et!
Cennete
da'vet eder
Beraberce Resûlullahın huzûruna vardık. Bana buyurdu ki:
- Yâ Osman, Hak teâlâ seni Cennete misâfirliğe da’vet
eder. Sen de bu da’veti kabûl et! Ben bütün insanlara
hidâyet rehberi olarak gönderildim.
Resûlullahın, güleryüzle gâyet samîmî bir şekilde
yaptığı bu da’vet üzerine, hemen büyük bir şevkle
kelime-i şehâdet getirip, Müslüman oldum.
Daha sonra Resûlullaha, Şam’a gittiğimde gördüğüm rü’yâyı
anlattım. Rü’yâmda, “Ey insanlar, uyanın! Ahmed Mekke’de
zuhûr etti” diye nidâ işitmiştim. Sonra da Mekke’ye
gelince de, teyzem bana Resûlullah efendimizden haber vermişti.
Hz. Osman, çok cömert idi. İyilik yapmayı, muhtaç kimselerin
ihtiyaçlarını görmeyi çok severdi. Güzel hâllerinden dolayı,
Resûlullah efendimiz kendisini çok severdi.
Peygamber efendimiz, Eshâbının ileri gelenlerinden çoğunun
bulunduğu bir toplantıda, sohbet buyururken:
- Herkes dostunun yanına varsın, buyurdu.
Sen
benim sevdiğimsin
Herkes sevdiği arkadaşının yanına gitti. Peygamber efendimiz
de, Hz. Osman’ı yanına alıp buyurdu ki:
- Sen, dünyada ve âhırette benim sevdiğimsin.
Hz. Âişe anlatır:
Resûlullah efendimiz, bir gün istirahat ediyordu. Bu sırada
Hz. Ebû Bekir içeri girmek için izin istedi.
İzin verilip içeri girdi. Resûlullah hiç hâlini değiştirmedi.
Sonra, Hz. Ömer izin alıp içeri girdi. Yine hâlini değiştirmedi.
Uzanmış vaziyette iken onlarla sohbet ettiler.
Daha sonra, Hz. Osman kapıya gelip içeri girmek için izin
istedi. Peygamber efendimiz oturdular. Hz. Osman’ı bu şekilde
kabûl ettiler.
Hepsi gittikten sonra sordum:
- Babam Ebû Bekir ve Hz. Ömer içeri girdiklerinde hiç
hâlinizi bozmadınız. Fakat Hz. Osman içeri girince,
oturdunuz. Bunun sebebi nedir?
- Meleklerin hayâ ettikleri bir kimseden ben nasıl hayâ
etmem.
İbni Mes’ûd hazretleri anlatır:
Bir gün gazâda, Resûlullah ile beraberdim. Yiyecek bitti,
asker sıkıntı içerisindeydi. Resûl-i ekrem bu hâle vâkıf
olunca buyurdu ki:
- Allahü teâlâ size, güneş batmadan rızık gönderecektir.
Hz. Osman bu sözü işitince, “Resûl-i ekremin her sözü
muhakkak doğru çıkar” diye düşünüp, yiyecek bulmaya çalıştı.
Bu rızkın gelmesine sebep olmak ve Resûlullahı memnûn etmek
istiyordu.
Bunlar
nedir?
Bir yerde dört deve yükü yiyecek buldu. Bunu yüksek fiyatla
satın alıp, Resûlullahın huzûruna getirdi. Peygamber
efendimiz Hz. Osman’a sordu:
- Yâ Osman! Bunlar, nedir?
- Osman’dan Allahü teâlânın Resûlüne hediyedir.
Seyyid-i Kâinatın buyurdukları, gecikmeden yerine gelince, mü’minler
sevindiler, münâfıklar mahzûn oldular. Server-i âlem
hazretleri mübârek ellerini açıp, şöyle duâ ettiler:
- Yâ Rabbî! Osman’a çok ecir ver.
Hz. Osman muhtaç olanlara bol bol yemek yedirirdi. Fakat kendisi
evde sirke ve zeytinyağı yerdi. Yola giderken, devesinin
arkasına kölesini de alırdı. Peygamber efendimiz şöyle duâ
buyurmuştur:
- Yâ Rabbî! Osman’ın geçmiş ve gelecek gizli, âşikâr
bütün günâhlarını affet.
Müslümanlar, Medîne’ye hicret ettikleri zaman, su sıkıntısı
vardı. Rûme kuyusundan başka içilecek su yoktu. Bu kuyu da
bir Yahûdîye âit idi.
Yahûdî, Müslümanları zor durumda bırakmak için, kuyudan
her zaman su vermiyordu.
Verdiği günlerde de çok yüksek fiyatla sattığı için
herkes alamıyor, fakir Müslümanlar çok sıkıntı
çekiyorlardı.
Cenneti
müjdeliyordu
Peygamber efendimiz, bu durumu gördükçe üzülüyordu. Kuyuyu
satın alıp, Müslümanlara sebil edecek kimsenin, Cennette karşılığını
kat kat alacağını müjdeliyor, açıkça Cenneti va’dediyorlardı.
Bu müjdeyi işiten Hz. Osman, hemen Yahûdînin yanına varıp,
pazarlığa başladı.
Yahûdî, Müslümanların mecbûren bu kuyuyu satın
alacaklarını bildiği için, ödenmesi mümkün olmayan bir
fiyat istedi. Bu duruma Hz. Osman çok üzüldü. Fakat ne yapıp
yapıp bu kuyuyu satın alarak Resûlullahı memnun etmek
istiyordu. Yahûdîye dedi ki:
- Senin dediğin fiyatla bu kuyuyu ben satın alamam. Sana bir
teklîfim var. Gel seninle beraber ortaklaşa bu kuyuyu
işletelim. Böylece kuyu elinden çıkmamış olur. Kuyunun
yarı hissesini bana sat. Birgün sen, birgün ben kuyuyu işletelim.
Yahûdî, işin neticesinin nereye varacağını anlayamadı.
Teklîf çok hoşuna gitti. On iki bin dirheme kuyunun yarı
hissesini verdi. Kuyunun başında bir gün Yahûdî, diğer gün
Hz. Osman durup, su veriyorlardı. Yahûdî yine yüksek fiyatla
suyu satıyor, Hz. Osman ise bedava olarak veriyordu. Müslümanlar,
sıra Hz. Osman’a geldiği vakit, o günün ihtiyaçlarını
aldıkları gibi, ertesi günün ihtiyaçlarını da doldurup
gidiyorlardı.
Dolayısıyla ertesi gün Yahûdîye gelen olmuyordu.Yahûdî
oyuna geldiğini anladı. Fakat iş işten geçmiş oldu. Sonra
gelip, kuyunun diğer yarısını da aynı fiyatla Hz. Osman’a
satmak istedi. Fakat Hz. Osman kabûl etmedi. Bir müddet sonra
tekrar gelip, daha aşağı bir fiyat teklîf etti. Hz. Osman
yine kabûl etmedi. Biliyordu ki, Yahûdî mecbûren bu kuyuyu
satacaktı. Çünkü başka çâresi yoktu. Daha sonra Yahûdinin
ısrârına dayanamıyarak, ucuz bir fiyatla diğer yarısını
da satın aldı. Böylece kuyunun tamamı Müslümanların ihtiyaçları
için sebil edildi. Peygamber efendimiz, bu habere çok sevinip
Hz. Osman’a hayır duâ ettiler.
Her adımına
bir köle
Hz. Osman, her fırsatta, Peygamber efendimizi memnûn etmek, O’nun
mübârek duâsına mazhâr olmak için fırsat kollardı.
Bir gün Hz. Osman, Resûlullah efendimizi evine da’vet etti.
Resûlullah buyurdu ki:
- Yalnız beni mi da’vet ediyorsun?
- Eshâb-ı kirâm da da’vetlidir.
Peygamber efendimiz, Bilâl-i Habeşî hazretlerini, bütün
Eshâbına haber vermesi için yolladı. Kendisi de Hz. Ali ile,
Hz. Osman’ın evine doğru yürümeye başladı.
Hz. Osman geriden, Peygamber efendimizin adımlarını
sayıyordu. Resûlullah bunu fark edip, sebebini sorduğunda, şu
cevâbı verdi:
- Yâ Resûlallah! Her adımınıza bir köle azâd edeceğim.
Da’vetten sonra da, saydığı adım kadar köle azâd etti.
Hz. Ömer’den sonra üstünlük sırası, Hz. Osman-ı Zinnûreyn’e
gelir. Bunun hilâfeti de ümmetin icmâ’ı ile sâbittir.
Müslüman olduktan sonra, Peygamberimizin kızı Rukayye ile
evlendi. Peygamberimizin kızları Rukayye ve Ümmü Gülsüm
daha önce Ebû Leheb’in oğulları Utbe ve Uteybe ile
nişanlanmışlardı. Peygamberimiz, insanları Müslüman
olmaya da’vete başlayınca, Ebû Leheb düşmanlık etmeye
başladı. Oğulları da düşmanlık edip, Resûlullahın
kızlarını almaktan vazgeçtiler. Böylece Resûlullahı
sıkıntıya düşürmek istediler.
Osman'a
verirdim
Bunun üzerine vahiy gelerek Rukayye Hz. Osman’a nikâh edildi.
Rukayye, Bedir savaşından sonra vefât edince, Peygamberimizin
diğer kızı Ümmü Gülsüm de Hz. Osman’a nikâh edildi. Bu
bakımdan ona, Peygamberimizin iki kızıyla evlenme ni’metine
kavuşmuş olduğu için, iki nûr sahibi ma’nâsına “Zinnûreyn”
denilmiştir.
Resûlullah efendimiz, ona, birbiri ardınca, iki kızını
vermiştir. İkinci kızı vefât edince;
- Bir kızım daha olsaydı, onu da Osman’a verirdim,
buyurmuştur.
İkinci kızını verdiğinde, Hz. Osman’ı gâyet medhetmişti.
Düğünden sonra kızı dedi ki:
- Ey benim gözümün nûru babam! Hz. Osman’ı gâyet
medheylediniz. Buyurduğunuz kadar değil.
Bunun üzerine Resûlullah efendimiz kızına buyurdu ki:
- Ey benim kızım! Osman’dan gökteki melekler hayâ
ederler. Ey canım kızım, Osman’a çok saygı göster.
Çünkü, Eshâbım arasında, ahlâkı bana en çok benzeyen
odur.
Başka bir zaman da:
- Ben Allahü teâlânın huzûrunda, Osman’ın düşmanlarının
hasmıyım, onlara karşıyım, buyurdu.
Bir başka zaman da:
- Bütün peygamberler, hayatlarında bir kimse ile iftihâr
etmiştir. Ben de Osman bin Affân ile iftihar ederim,
buyurdu.
Resûlullah, Hz. Osman’a buğzeden bir kimsenin cenâze namazını
kılmamıştır.
Hakkında
âyet nâzil oldu
İslâmiyet yayılmaya başlayınca, her taraftan Müslümanlar
çoğalıp Medîne’ye geliyordu. Peygamberimizin mescidi dar
gelmeye başlamıştı. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz
buyurdu ki:
- Bizim mescidimizi bir zrâ genişleten Cennete gider.
Hz. Osman dedi ki:
- Yâ Resûlallah, malım mülküm sana fedâ olsun! Mescidi genişletme
işini üzerime alıyorum.
Mescidi 40 zrâ ya’nî 20 metre genişletti ve bütün
masraflarını karşıladı. Bunun üzerine, “Allahın
mescidlerini ancak, Allaha, âhiret gününe inanan, namaz kılan,
zekât veren ve yalnız Allahtan korkan kimseler ta’mîr eder.
İşte hidâyet üzere bulunanlardan oldukları umulanlar
bunlardır” meâlindeki Tevbe sûresi 18. âyeti
nâzil oldu.
Hz. Osman, Peygamber efendimizin vahiy kâtiplerinden idi. Güzel
yazar, güzel konuşurdu. Hitâbeti kuvvetli idi. Kur’ân-ı
kerîmi çok okurdu. Ezberi çok ileri derecede idi. Namazda, bir
rek’atte bütün Kur’ân-ı kerîmi okuyan dört kişiden
biri de Hz. Osman’dır. Çok okuduğu için elinde iki mushaf
eskimiştir.
12 sene hilâfet makâmında kalan Hz. Osman, çok cesûr idi.
Hiçbir felâket karşısında sarsılmamıştı. Bunun için
halîfeliği çok başarılı geçmiştir. Bilhassa halîfeliğinin
ilk yılları, İslâm târihinin altın yılları olmuştur.
Devrinde birçok yerler fethedilmiştir. Horasan, Hindistan, Mâverâünnehir,
Kafkasya, Kıbrıs adası ve Kuzey Afrika’nın birçok yerleri,
O’nun devrinde İslâm topraklarına katılmıştır.
Resûlullah
efendimiz haber verdi
Hz. Osman, herkese lâyık olduğu vazîfeyi verirdi. Onun ta’yîn
ettiği vâliler, askerlikte ve memleketleri fethetmekte, en
seçme kimselerdi. İslâm memleketleri batıda İspanya’ya,
doğuda, Kâbil ve Belh’e kadar genişledi.
Birgün Resûlullah efendimiz, Eshâb-ı kirâma, meydana gelecek
fitneleri zikrediyordu. O sırada kendini örtmüş bir kişi geçiyordu.
Server-i âlem buyurdu ki:
- O fitne günü bu şahıs, hidâyet üzere olacaktır.
Kalkıp o şahsa baktılar. Osman bin Affân idi.
O şahsı Resûl-i ekreme göstererek dediler ki:
- Yâ Resûlallah. Bu mudur?
Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
- Evet.
Yine aynı husûsta Hz. Âişe-i Sıddîka’dan rivâyet edilen
hadîs-i şerîfte buyurulmuştur ki:
(Yâ Osman! Allahü teâlâ sana hilâfet denen bir
gömlek giydirecek. Eğer münâfıklar onu soymak isterlerse,
bana kavuşuncaya kadar sakın onu çıkarma!)
Bu hadîs-i şerîf sebebiyle Hz. Osman, muhâsara edildiği
zaman halîfelikten çekilmemiştir.
Halîfeliği sırasında adâlet ile davranmaya çok dikkat
ederdi. Birgün bir gencin kulağını çekti. Gencin kulağı
acıyıp şöyle dedi:
- Efendim, herkesin birbirinden hakkını alacağı kıyâmet
gününü düşününüz.
Benim
kulağımı çek
Bu söz Hz. Osman’a çok te’sîr etti. Buyurdu ki:
- Ey genç, sen de benim kulağımı çek, ödeşelim.
Genç, Hz. Osman’ın kulağını çekti. Hz. Osman;
- Biraz daha çek, buyurunca, genç dedi ki:
- Siz Kıyâmet gününü düşünerek korktunuz. Ben de o
günkü hesaptan korkuyorum.
Hz. Osman buyurdu ki:
- On şey çok zâyi olmuştur: Suâl sorulmayan âlim,
amel edilmeyen ilim, kabûl edilmeyen doğru görüş,
kullanılmayan silâh, içinde namaz kılınmayan mescid,
okunmayan mushaf, Allah yolunda dağıtılmayan mal, binilmeyen vâsıta,
dünyayı isteyenin içindeki zühd ilmi, içinde âhiret yolculuğu
için azık edinilmeyen uzun ömür.
Hz. Osman zamanında İslâm dünyası çok genişledi. Bütün
Arabistan, Afrika’nın büyük bir kısmı, Irak, Hindistan,
Çin, Buhara, Türkistan, İran İslâmın idâresi altına
girdi. İslâm sancağı İstanbul surları önüne kadar
götürüldü.
Fethedilen yerlerdeki halk seve seve Müslüman oluyordu.
Böylece Müslümanların sayısı milyonları buldu. Müslümanların
bu kadar çoğalması, her milletten insanın bulunması
sebebiyle, karışıklıklar da baş göstermeye başladı. Münâfıklar,
Müslümanların arasına fitne tohumları ekmeye başladılar.
İbni
Sebe yapıyordu
Yahûdîler ve diğer İslâm düşmanları, Müslümanları
birbirine düşürmek için el birliği ederek gece gündüz çalışıyordu.
Bunların elebaşılığını da Yemenli bir Yahûdî olan,
Abdullah bin Sebe yapıyordu.
Mısır’da fitneci kimseleri başına topladı. Kurduğu bir
teşkilâtla, câhil ve başıboş Mısır kıptîlerini dünyalık
şeylerle kandırarak, çapulcu alayı meydana getirdi.
Onüç bin kişilik bu çapulcu takımı, Medîne’ye kadar
yürüyüp Halîfeyi indirmek istediler. Hz. Osman’ın evini
kuşattılar. Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Hz. Talhâ, Hz. Osman’ın
kapısında nöbet tutuyorlardı.
Hz. Osman, evini saran âsîlere seslenip dedi ki:
- Elebaşlarınızdan iki kişi benim yanıma gelsin!
İstediği iki kişi gelince onlara sordu:
- Resûl-i ekrem efendimiz, Medîne’ye teşrîf ettiği vakit,
Müslümanlar susuzluktan kırılıyordu. Peygamber efendimiz, Rûme
kuyusunu satın alıp, Müslümanlara bedava su veren kimseye
Cenneti va’detti. Bu va’d üzerine kuyuyu satın alıp, Müslümanlara
vakfeden ben değil miyim?
- Evet sen idin?
- Darda kalan, İslâm ordusunun tamamını donatan, ben değil
miyim?
- Evet sendin?
- Mescid dar geldiği vakit, Resûl-i ekrem efendimiz,
“Cennette daha hayırlısını almak üzere, falancanın
arsasını kim alıp mescide ilâve eder” buyurduğu
vakit onu satın alıp, mescide katan ben değil miyim?
- Evet sensin.
- Resûl-i ekrem, Ebû Bekir ve Ömer ve ben, Sebir dağında
otururken, dağ sallanmaya başladığında, “Ey Sebir
dağı dur! Zîrâ senin üzerinde bir Peygamber, bir sıddîk ve
iki şehîdden başka kimse yoktur!” buyurmadı mı?
- Vallahi doğru söylüyorsun. Aynen öyle oldu.
Fitneden
koru
Hz. Osman, “Allahü ekber” diye tekbîr aldı. Sonra:
- Şâhid olun ki, ben şehîdim, buyurdu.
Bu sırada, âsîler duvarı atlayarak içeri girdiler. Hz. Osman
Kur’ân-ı kerîm okurken, saldırıp şehîd ettiler. Son
nefesini verirken şöyle duâ etti:
- Yâ Rabbî, Ümmet-i Muhammedi, tefrikadan, fitneden
koru!
Bunu üç defa tekrarladı.
Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden Abdullah bin Selâm
hazretleri anlatır:
“Muhâsara esnâsında, Hz. Osman’ın yanına gittim. Bana
şunu anlattı:
Bu gece rü’yâmda, şu pencereden Resûl-i ekrem efendimizi
gördüm. Aramızda şu konuşma geçti:
- Osman seni muhâsara ettiler öyle mi?
- Evet yâ Resûlallah!
- Seni susuz bıraktılar öyle mi?
- Evet yâ Resûlallah!
İftârı bizimle yap
Bunun üzerine Resûlullah efendimiz bana bir bardak su verdi. Ve
ben bu suyu içtim. Göğsümde soğukluğunu hâlâ duyuyorum.
Bana buyurdu ki:
- İstersen seni onlara galip getirelim veya istersen iftârı
bizim yanımızda yap!
- Yâ Resûlallah, ben sizin yanınızda iftâr etmeyi tercîh
ederim.”
Abdullah bin Selâm hazretleri, Hz. Osman’ın yanından çıktıktan
sonra isyâncılara dedi ki:
- Tarihte öldürülen her peygamber için yetmiş bin asker
öldürülmüştür. Öldürülen her halîfe için de onbeş bin
kişi öldürülmüştür. Gelin bu işten vazgeçin! Yoksa
âhirette bunun cezâsını çok şiddetli olarak çekeceksiniz!
Ayrıca Hz. Osman’ın üzerinizde çok hakkı vardır.
Fakat âsîler sözünü dinlemediler, ayrıca kendisine hakâret
ettiler.
Hz. Osman, bir çocuğu doğduğu zaman, onu yedinci günü kucağına
alırdı.
Kendisine bunun sebebi sorulduğunda şu cevabı verdi.
- Kalbime onun sevgisinin düşmesini istiyorum. Eğer ölürse
göstereceğim sabır ve metânetten dolayı alacağım sevâb
daha büyük olur.
Bire
yediyüz verene verdik
Bir defasında Medîne’de kıtlık vardı. O sırada Hz. Osman’ın
Şam’dan yüz deve yükü buğday kervanı gelmişti. Eshâb-ı
kirâm satın almak için yanına gittiler. Hz. Osman dedi ki:
- Sizden daha iyi alıcım var ve sizden daha fazla veren var,
ona vereceğim.
Eshâb-ı kirâm durumu Hz. Ebû Bekir’e bildirip dediler ki:
- Kıtlık zamanında böyle yapması uygun olur mu?
Hz. Ebû Bekir buyurdu ki:
- Hz. Osman Resûlullahın dâmâdı olmakla şeref
kazanmıştır ve Cennette onun arkadaşıdır. Siz onun sözünü
yanlış anladınız, beraber gidelim.
Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman’ın yanına gidip durumu anlatarak
buyurdu ki:
- Yâ Osman, Eshâb-ı kirâm senin bir sözüne üzülmüşler.
Hz. Osman şu cevabı verdi:
- Evet ey Resûlullahın halîfesi, onlardan iyi alıcı olan,
bire yediyüz veriyor. Onlar bire yedi veriyor. Biz bu buğdayı
bire yediyüz verip alana verdik.
Bundan sonra yüz deve yükü buğdayı Medîne’de bulunan
fakîrlere, Eshâb-ı kirâma bedava dağıttı. Yüz deveyi de
kesip fakîrlere yedirdi. Hz. Ebû Bekir bu işe çok sevinip,
Hz. Osman’ın alnından öptü.