Helâl ve harâmı iyi bilen sahâbî: MU'ÂZ BİN CEBEL
Peygamber efendimiz Müslüman
beldelerine vâli ve zekât tahsil memurları gönderdiği
sıralarda, bir gün sabah namazından sonra Eshâb-ı kirâma
dönerek buyurdu ki:
- İçinizden hanginiz Yemen'e gider?
Hz. Ebû Bekir cevap verdi:
- Ben giderim yâ Resûlallah!
Peygamberimiz bir müddet sonra tekrar sordu:
- Hanginiz Yemen'e gider?
Bu sefer Hz. Ömer cevap verdi:
- Ben giderim Yâ Resûlallah!
Peygamberimiz biraz sonra yeniden sordu:
- İçinizden Yemen'e kim gider?
Mu'âz bin Cebel ayağa kalkıp dedi ki:
- Yâ Resûlallah! Ben giderim.
Vazife
senindir
Bunun üzerine Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
- Ey Mu'âz! Bu vazîfe senindir. Ey Bilâl! Bana sarığımı
getir!
Mu'âz bin Cebel, Yemen'de vâlilik yapmak, halka İslâmiyeti
anlatmak, Kur'ân-ı kerîmi öğretmek ve Yemen ülkesinde
toplanan zekât mallarını vazîfelilerden teslim almak ve onların
arasındaki ihtilafları çözüp hükme bağlamak üzere Yemen'e
gitmek için hazırlandı. Yola çıkmadan önce Peygamberimiz
ona şöyle buyurdu:
- Sen ehl-i kitaptan ya'nî Yahûdîlerden ve Hıristiyanlardan
bir kavimle karşılaşacaksın. Onların yanına varınca,
onları önce, Allahtan başka ilâh olmadığına ve benim
Allahın Resûlü olduğumu tasdîke da'vet et.
Eğer bunu kabûl ederlerse, onlara, Allahü teâlânın beş
vakit namazı farz kıldığını haber ver. Bunu da yaptıkları
takdirde, Allahü teâlânın, zenginlerin fakirlere zekât
vermesini emrettiğini bildir.
Bunu da kabûl ederlerse, zekât alırken sakın mallarının
sadece en iyilerini seçme! Mazlumun âhını almaktan çekin.
Çünkü Allahü teâlâ mazlumun duâsını hemen kabûl eder.
Sığırların
zekâtı
Hz. Mu'âz diyor ki:
Resûlullah efendimiz bana, onlardan, her 30 sığırda, bir
yaşında erkek veya dişi bir dana; her 40 sığırda iki
yaşında bir dana... Her bülûğ çağındaki gayrı müslimden
de, bir dinar veya onun dengi Yemen kumaşı, yağmur suyu ile
sulanan her mahsûlden öşür (onda bir) ve ücretle sulanan
şeylerden de yarım öşür (yirmide bir) alınmasını emretti.
Bundan sonra Resûlullaha dedim ki::
- Yâ Resûlallah! Bana nasîhatta bulunur musunuz?
- Yâ Mu'âz! Her ne hâlde ve her nerede olursan ol,
Allahtan kork!
- Yâ Resûlallah! Bana nasîhatınızı artırır mısınız?
- Günâhın arkasından hemen iyilikte bulun ki, günâhı
yok etsin!
- Yâ Resûlallah! Bana nasîhatınızı biraz daha artırır
mısınız?
- İnsanlara güzel ahlâkla muâmele et! Yâ Mu'âz! Sen
kitap ehli bir kavmin yanına gidiyorsun. Onlar senden, Cennetin
anahtarının ne olduğunu soracaklardır. Onlara, Cennetin
anahtarı Lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh, de!
Mu'âz bin Cebel tekrar sordu:
- Yâ Resûlallah! Bana, kitapta bulunmayan ve senden de işitmediğim
bir şey sorulur ve halledilmesi için bana getirilirse ne yapmamı
buyurursunuz?
- Allah için tevâzu göster, Allahü teâlâ seni
yükseltir. Sakın iyi bilmedikçe hüküm verme! Sana müşkil,
karmaşık gelen işi ehline sor, danışmaktan utanma! En son
ictihâd et! Muhakkak ki, Allahü teâlâ doğruluğuna göre
seni muvaffak kılar. İşler sana
karmakarışık gelirse, gerçek, sence belli oluncaya kadar
bekle veya bana yaz! O husûsta keyfine göre hareket etmekten
sakın! Yumuşak davranmanı sana tavsiye ederim.
Kabrimi
ziyârete gelirsin
Resûlullah efendimiz vedâlaşırken buyurdu ki:
- Yâ Mu'âz, sen belki bu seneden sonra beni bir daha
göremezsin. Belki dönüşünde burada benim mescidime ve
kabrime ziyâret için gelirsin.
Bunu işiten Mu'âz bin Cebel hüzünle gözyaşı dökmeye başlayınca,
Peygamberimiz buyurdu ki:
- Ağlama yâ Mu'âz! Feryâd ederek ağlamak
şeytandandır. Ben seni yürekleri yufka olan bir kavme
gönderiyorum. Onlar hak üzerinde iki kere savaşacaklar.
Onlardan sana itâat edenler, sana âsi olanlarla çarpışacaklar;
hattâ kadın, kocasına; oğlu babasına; kardeş kardeşine
öfkelenecek, sonra da İslâmiyete tekrar döneceklerdir.
Resûlullah efendimiz Mu'âz ile bir mil kadar yürüdü ve son
olarak şu nasîhati yaptı:
- Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız! Müjdeleyiniz,
ürkütmeyiniz! Birleşiniz, fırkalara ayrılmayınız! Bana
yakın olanlar, tam bağlı olanlar, nerede olursa olsunlar, takvâ
sâhipleri ve Allahü teâlâya hakkıyla kulluk edenlerdir.
Ne ile
hükmedeceksin?
Resûlullah efendimiz ile Mu'âz arasında şu konuşma geçti:
- Sana bir da'vâ getirilince, insanlar arasında hüküm
verirken ne ile hüküm vereceksin?
- Allahın kitabıyla hüküm veririm.
- Ya O'nda açıkça bulumazsan?
- Resûlullahın sünneti ile hüküm veririm.
- Ya onda da açıkça bulamazsan?
- İctihâd ederek, anladığımla hükmederim.
Peygamber efendimiz, Mu'âz bin Cebel'in bu cevabından dolayı
çok memnun kalarak mübârek elini O'nun göğsüne koyup
buyurdu ki:
- Elhamdülillah! Allahü teâlâ, Resûlünün
elçisini, Resûlullahın rızâsına uygun eyledi.
Sonra da Mu'âz bin Cebel'e şöyle duâ etti:
- Cenâb-ı Hak seni her taraftan gelecek musîbetlerden
muhafaza buyursun. İnsanların ve cinlerin şerrini senden
uzaklaştırsın. Senin sebebinle Allahü teâlânın bir kişiyi
hidâyete erdirmesi, senin için dünyadan hayırlıdır.
Mu'âz bin Cebel, Yemen'de uzun müddet kaldı. Yemen halkı onun
da'vetine uyarak İslâmiyeti kabûl ettiler. Hz. Mu'âz'ın
işini kolaylaştırdılar. Yemen'de kaldığı müddetçe halka
va'z ve nasîhatlar yaparak derdi ki:
- Ben Resûlullahın elçisiyim. Kesin olarak bilin ki, ölüm
muhakkaktır. Orada Cennet ve Cehennemden başka bir yer yoktur.
Oralara gidiş vardır, dönüş yoktur. Orada hayât sonsuzdur.
Allahü
teâlânın emâneti
Peygamber efendimiz, Yemen'de iken çocuğunun ölümü üzerine
Mu'âz bin Cebel'e gönderdiği ta'ziye mektubu şöyledir:
"Allahü teâlâ sana selâmet versin! O'na hamd
ederim. Herkese iyilik ve zarar, yalnız O'ndan gelir. O
dilemedikçe, kimse kimseye iyilik ve kötülük yapamaz. Allahü
teâlâ, sana çok sevâb versin. Sabretmeni nasîb eylesin!
O'nun ni'metlerine şükür etmenizi ihsân eylesin!
Muhakkak bilmeliyiz ki, kendi varlığımız, mallarımız,
servetimiz, kadınlarımız ve çocuklarımız, Allahü teâlânın
sayısız ni'metlerinden, tatlı ve faydalı ihsânlarındandır.
Bu ni'metleri, bizde sonsuz kalmak için değil, emânet olarak
kullanmak, sonra geri almak için vermiştir. Bunlardan, belli
bir zamanda faydalanırız. Vakti gelince, hepsini geri
alacaktır. Allahü teâlâ, ni'metlerini bize vererek sevindirdiği
zaman, şükretmemizi; vakti gelip geri alarak üzüldüğümüz
zaman da, sabretmemizi emir eyledi.
Senin bu oğlun, Allahü teâlânın tatlı, faydalı
ni'metlerinden idi. Geri almak için sana emânet bırakmıştı.
Seni, oğlun ile faydalandırdı. Herkesi imrendirecek şekilde
sevindirdi, neş'elendirdi. Şimdi geri alırken de, sana çok
sevâb, iyilik verecek, acıyarak, doğru yolda ilerlemeni, yükselmeni
ihsân edecektir.
Bu merhamete, ihsâna kavuşabilmek için sabretmeli, O'nun yaptığını
hoş görmelisin! Kızar, bağırır, çağırırsan, sevâba,
merhamete kavuşamazsın ve sonunda pişman olursun. İyi bil ki,
ağlamak, sızlamak, derdi belâyı geri çevirmez. Üzüntüyü
dağıtmaz! Kaderde olanlar başa gelecektir. Sabretmek, olmuş
bitmiş şeye kızmamak lâzımdır.
Üstünlüğü
çoktur
Mu'âz bin Cebel, Peygamberimizin vefâtını da orada iken haber
aldı. Daha sonra Yemen'deki hizmetini tamamlayıp, Medîne'ye
döndü. Hz. Ebû Bekir'in halîfeliği sırasında Medîne'de
Hz. Ebû Bekir'in seçtiği danışma hey'etinde yer aldı.
Suriye taraflarına da giderek hem oralarda yapılan savaşlara
katıldı, hem de insanlara din bilgilerini ve Kur'ân-ı kerîmi
öğretti.
Mu'âz bin Cebel'in fazîleti, üstünlüğü çoktur.
Resûlullah efendimiz birçok hadîs-i şerîflerinde onu
medhetmiş, övmüştür.
Abdullah bin Mes'ud buyurdu ki:
- Mu'âz bin Cebel, Allaha ve Resûlüne itâat eden, doğru
yolda bulunan bir cemâ'at gibiydi. Biz Onu İbrâhim
aleyhisselâma benzetirdik. Çünkü O, insanlara hayrı,
iyiliği öğretir. Allaha ve Resûlüne de itâat ederdi.
Hz. Mu'âz şöyle anlatıyor:
Bir gün Resûl-i ekrem efendimiz bir hayvana binmişti. Ben de
arkasında bulunuyordum. Bana buyurdu ki:
- Ey Mu'âz!
- Emredin, yâ Resûlallah!
Resûlullah efendimiz üç kere ismimi söyledikten sonra buyurdu
ki:
- Cenâb-ı Hakkın kulları üzerinde olan hakkı nedir,
biliyor musunuz?
- Allah ve Resûlü daha iyi bilir.
- Cenâb-ı Hakkın kulları üzerindeki hakkı, onların
Kendisine ibâdet etmeleri ve başka hiç bir varlığı O'na
ortak koşmamalarıdır. Kullar bu vazîfelerini yerine
getirirlerse, Allahü teâlâdan bekledikleri hakları, Allahü
teâlânın onlara va'dettiği nedir, bilir misin?
- Allah ve Resûlü daha iyi bilir.
- Bu takdirde kulların Allahü teâlânın üzerindeki
hakkı, Onlara va'dettiği ni'meti vermesi ve azâb etmemesidir.
Mu'âz
bin Cebel sağ olsaydı
Hz. Ömer'e, "bize kimi halîfe bırakıyorsun"
denildiğinde buyurdu ki:
- Şâyet Mu'âz bin Cebel sağ olsaydı, onu halîfe bırakırdım
ve Rabbime kavuştuğumda, Rabbim bana, "Muhammed aleyhisselâmın
ümmetine kimi halîfe bıraktın" deyince, ben de,
"Senin kulun ve Resûlün olan Muhammed aleyhisselâmın; (Mu'âz,
kıyâmet günü, âlimlerin önünde, tek başına bir cemâ'attır)
buyurduğu kimseyi bıraktım" derdim.
Mu'âz bin Cebel der ki:
Resûlullah efendimiz bana buyurdu ki:
- Ey Mu'âz! Sana Allahtan korkmayı, O'na sığınmayı,
doğru konuşmayı, verdiğin sözde durmayı, herkese selâm
vermeyi, güzel amel ve işlerde bulunmayı, öksüze merhamet
etmeyi, tatlı sözlü olmayı, Kur'ân-ı kerîmi okumayı,
âhireti sevmeyi, âhiret hesâbının korkusunu taşımayı ve
herkese şefkat kanatlarını germeyi tavsiye ederim.
Hikmet sahiplerine kötü söz söylemekten, doğruyu
yalanlamaktan, günâhkâra itâatten, âdil hükümdara
isyândan ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan da seni
nehyederim, sakındırırım.
Her yerde Allahü teâlâyı zikretmeyi ve her günâhın
peşinden tevbe etmeyi tavsiye ederim. Gizli günâh işlediğin
zaman gizli, âşikâre günâh işlediğin zaman âşikâre
tevbe edersin.
Allah
için seviyorum
Tâbiînin büyüklerinden Ebû İdris el-Havlânî, Hz. Mu'âz
bin Cebel'e, "seni Allah için seviyorum" dediğinde,
Mu'âz bin Cebel şöyle cevap verdi:
- Sana müjdeler olsun, ey Ebû İdris! Ben Resûl-i Ekremin şöyle
buyurduğunu işittim:
(Kıyâmet günü Arşın etrafında, birtakım insanlar
için kürsüler kurulacaktır. Bunların yüzleri ayın ondördü
gibi parlayacaktır. İnsanlar feryâd ederken onlar korkmazlar.
Korku ve kederleri olmayan kimseler, Allahın gerçek dostlarıdır.)
Peygamberimize bunların kim olduğu sorulunca buyurdu ki:
(Onlar, Allah için birbirlerini seven kimselerdir.)
Peygamber efendimiz bir gün Hz. Mu'âz'a buyurdu ki:
- Yâ Mu'âz! Ben seni severim. Bunun için her namazdan
sonra şu duâyı terketme! Allahümme e'ınnî alâ zikrike ve
şükrike ve hüsn-i ibâdetike.
Dînimi
bana kim öğretecek?
Abdullah bin Seleme şöyle anlatıyor:
Mu'âz bin Cebel taûn hastalığına yakalanmıştı.
Rahatsızlığı çok arttığı bir sırada, talebelerinden Amr
bin Meymun el-Evdî ziyârete geldi. Durumunun çok ağır
olduğunu görünce, ağlamaya başladı. Hz. Mu'âz, Ona sordu:
- Niçin ağlıyorsun?
- Allaha yemin ederim ki, sen benim hocamsın. Bana dünyalık
yardımda bulunuyorsun diye ağlamıyorum. Ben, senden dînimi öğreniyor
ve ilim alıyordum. Senin ölümünden sonra dînimi ve ilmi bana
öğretecek kimsenin bulunmamasından korkuyorum ve onun için ağlıyorum.
Bunun üzerine Mu'âz bin Cebel buyurdu ki:
- Hayır, bundan korkma! Îmân ve ilim, kıyâmete kadar
yerindedir, arayan bulur ve Allahü teâlâ bunları isteyen
kimseye öğretecek birini gösterir. Allahın kitabı Kur'ân-ı
kerîm ve Peygamberimizin sünneti, kıyâmete kadar korunacaktır.
Nitekim Allahü teâlâ ilmi ve îmânı İbrâhim aleyhisselâma
ihsân etmiştir. Hâlbuki o zaman, îmânı ve ilmi bilen ve öğreten
hiç kimse de yoktu. İbrâhim aleyhiselâm istediği için
Cenâb-ı Hak, O'na ihsân etti. İlmi, Hz. Ömer'den, Hz.
Osman'dan ve Hz. Ali'den alınız! Eğer onları da
kaybederseniz, Ebü'd-Derdâ'dan, Abdullah İbni Mes'ud'dan, Selmân-ı
Fârisî'den ve Abdullah İbni Selâm'dan alınız!
Âlimin yanılmasından korkunuz! Doğru olanı, hakîkatı kim
bildirirse kabûl ediniz! Doğru, hak olmayanı da söyleyen kim
olursa olsun, onu reddediniz!
Cennet
ehlinin hasreti
Bir gün, birisi, Mu'âz bin Cebel'in huzuruna gelip selâm vermişti.
Biraz sonra vedâlaşıp ayrılacağı sırada, ona buyurdu ki:
- Ey falan! Dünyadaki nasîbin ne ise ve nerede olursa gelip
seni bulacaktır. Sen ise, dünyadaki nasîbinden daha çok
âhiret nasîbine muhtâçsın. Âhiret nasîbini, dünya
nasîbine tercih et! Hattâ öyle olmalısın ki, çok ihtişamlı
bir âhiret servetine sahip olasın! Dünya ni'metleri
geçicidir. Âhiret için elde ettiklerin ise, nerede olursa
seninledir.
Cennet ehlinin tek bir hasreti, pişmanlığı vardır. O da,
Allahü teâlâyı unutarak geçirdikleri vakitlerdir.
Ebû Bâhirî şöyle anlatıyor:
Bir gün Humus şehrinde câmiye gitmiştim. Mu'âz bin Cebel de,
orada bulunuyordu. Yanında bir grup kimseler vardı. Onlara
buyurdu ki:
- Bir kimse, Allahü teâlânın huzuruna kâmil, olgun bir
îmânla gitmek istiyorsa, beş vakit namaz için çağırılan
yere gelip namazını kılsın. Çünkü beş vakit namazı câmide
cemâ'atle kılmak, hidâyet yollarından olup, hem de
Peygamberimizin mühim sünnetidir.
Hiç kimse, benim evimde namaz yerim vardır ve ben evimde
namazımı kılıyorum, demesin! Böyle yaparsanız, Resûlullahın
sünnetini terketmiş olursunuz. Bu da dalâlettir.
Mu'âz bin Cebel'e sordular:
- Duâ ne zaman kabûl olunur?
Buyurdu ki:
- İnsanlar gaflette oldukları zaman, sen, Allahü
teâlâya dön ve ondan ne dilersen o zaman iste! İşte o zaman
duâlar makbûldür.
Amel
etmedikçe
Yezîd bin Câbir diyor ki:
Ben Mu'âz bin Cebel'den şöyle işittim. Buyurdu ki:
"- Ne kadar çok ilim öğrenirseniz öğrenin, bunlarla
amel etmedikçe öğrendiğiniz ilimden sevâb alamazsınız."
Recâ bin Hayve şöyle bildiriyor:
Bir zamanlar Mu'âz bin Cebel'in bir sohbetinde bulunmuştum.
İlim hakkında şöyle buyurdu:
"- Size benim vasiyetim olsun! İlmi, ancak Allah
rızâsı için öğrenin! Zîrâ Allah rızâsı için öğrenilen
ilim, takvâyı, Allahtan korkmayı hâsıl eder. Bu niyetle ilim
aramak ibâdettir. Bu ilmi müzâkere etmek tesbihtir; ilimden
konuşmak, Allah yolunda cihâddır. Bilmeyene ilim öğretmek
sadakadır. Bir mecliste bulunanlara ilimden bahsetmek, Allahü
teâlâya yakınlıktır. Zîrâ ilim, helâl ile harâmın terâzisi,
Cennet ehlinin minâresi, gurbette insanın arkadaşıdır.
Bir insan, bir yerde yalnız kaldığı zaman, ilim ona
sıkıntıyı gideren bir arkadaş olur. Sıkıntı ve genişlik
zamanlarında ilim, sahibine delildir. İlim, düşmanlara
karşı çok iyi bir silâhtır. Dostlarının yanında insanın
süsüdür. Cenâb-ı Hak bir kavmi, ilim ile yükseltir.
İnsanı ilimle başkalarına rehber, öncü yapar ve ona itâat
ederler. Melekler dahî ilim sahiplerinin dostluklarını arzular
ve kanatlarını onların üzerine gererler.
Canlı ve cansız her ne varsa, hattâ denizlerdeki balıklar ve
diğer hayvanlar, havada uçan kuşlar, karadaki bütün
hayvanlar, âlimlere istigfâr ederler. Çünkü ilim, insanın
kalb gözünü açar. Gözleri karanlıktan aydınlığa
kavuşturan bir nûrdur.
İlim ile amel eden insan, seçilmiş kimselerin makâmlarına
yükselir. İlim sahipleri, dünya ve âhirette yüksek
derecelere erişir. İlimde tefekkür, nâfile oruç tutmak
gibidir. İlmin öğretilmesi nâfile namaz kılmaktan sevâbdır.
İlim ile, helâl ve harâm olan şeyler ayırdedilebilir.
İlim, amellerin imâmıdır. Amel, ilme tâbidir.
İlimsiz amel olmaz. İlim, Cennet yoluna ışıktır.
Cehennemlik olanlar, ilimden mahrûm kalanlardır. Dünya ve
âhiret saâdetinin kaynağı ve bütün ibâdetlerin efdali, en
üstünü ilimdir."
Son
namaz bil
Mu'âz bin Cebel oğluna şöyle vasiyet etmişti:
"Ey oğlum! Bir namazını kıldığın vakit, o namazın
senin kıldığın son namazın olacağını düşün! Bir daha
böyle bir namaz vaktine yetişeceğini ümit etme!
Ey oğlum! Mü'min olan bir kimsenin iki hayırlı iş arasında
ölmesi lâzımdır. Ya'nî bir hayırlı işi yaptığın zaman,
ikinci hayırlı işi yapmak niyetinde ve kararında
olmalıdır."
Mu'âz bin Cebel'e dediler ki:
Falanca, Kur'ân-ı kerîm yazıp satıyor.
Buyurdu ki:
- Bu, Kur'ân-ı kerîmi satmak değildir. Kâğıt ve işçilik
ücreti istemektir. Kur'ân-ı kerîmi satmak demek, onu para
ile, ücret ile öğretmektir.
Merhametli
ol ki
Birisi Mu'âz bin Cebel'e, "bana öğüt ver" deyince,
buyurdu ki:
- Merhametli ol ki, ben de senin Cennete girmene kefil olayım.
Mu'âz bin Cebel şöyle anlatıyor:
Birgün Resûlullahın huzuruna varmıştım. Bana buyurdu ki:
- Ey Mu'âz! Sen, bu akşam nasıl sabahladın?
- Yâ Resûlallah! Allahü teâlâya îmân etmiş olarak
sabahladım.
- Ey Mu'âz! Senin her sözünün doğruluğuna bir
delilin vardır. Bu sözünün doğruluğunun delili nedir?
- Yâ Resûlallah! Ben, geceden gündüze çıktığım zaman,
bir daha akşamı beklemem. Akşam olduğu zaman da, sabaha kadar
yaşayacağımı hiç ümit etmem. Bir adım attığım zaman,
ikinci adımımı atacağımı sanmam. Her insanın bir eceli
olduğunu bilirim. Ecelinin saati geldiği zaman, o anda ecelinin
ona yetişeceğini bilirim. Bütün insanlar mahşerde
haşrolunurlar. Kimisi Peygamberi ile beraberdir. Kimisi de
taptıkları ile beraber olacaktır. Ben ise, kendimi sanki
Cehennemdeki insanların azâblarını ve Cennetteki insanların
ni'metlerini her an görüyorum gibi düşünürüm.
Bunun üzerine Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
- Ey Mu'âz! Sen çok iyi yapmışsın. Böyle düşünmeye
devam et ve bundan hiç ayrılma!
Bir defasında Mu'âz bin Cebel'i ağlarken gördüler ve
sebebini sordular. Buyurdu ki:
- İnsanlar iki gruptur: Biri Cennetlik, diğeri Cehennemlik.
"Acaba ben hangisinden olacağım" diye ağlıyorum.
Senden
korkuyordum
Hz. Ömer'in halîfeliği sırasında Kilâboğulları beldesine
zekât memuru olarak, sonra da Suriye taraflarında din
bilgilerini ve Kur'ân-ı kerîmi öğretmekle vazifelendirildi.
Filistin bölgesinde bu vazifesinde iken burada çıkan tâûn
(vebâ) hastalığı salgınına yakalanarak otuzsekiz yaşında
iken vefât etti.
Mu'âz bin Cebel vefâtı esnasında buyurdu ki:
- Allahım! Şimdiye kadar senden korkuyordum. Fakat şimdi sana
ümit besliyorum. Allahım, ben sular akıtıp, ağaçlar sulamak
ve bahçeler yetiştirmek için yaşamak istiyorum. Susuzluktan
ciğerleri yananları sulamak, darda kalanlara genişlik göstermek,
âlimlerin sohbetine devam edip, kendimi onların zikir
halkalarına sıkıştırmak için yaşamak istiyorum.
Ölüm sancıları şiddetlenip baygınlıklar geçirip, ayıldıkça:
- Allahım! Beni ne kadar sıkıştırırsan
sıkıştır, bilirsin ki, kalbim sana bağlıdır, seni sever, buyurdu.