NURULLAH GENÇ
(Yalnızsın)

Bir akşam ışıkların dağlara güldüğünü
Bir akşam bulutların seyre döküldüğünü
Görürsün, hasretiyle sabah ezgilerinin
Bir akşam gözlerin ufka dalar pek derin
Kuşlar öter, uçuşur, yeşil dallara konar
Umutlar yaprak yaprak alevlenir de yanar
Son mutluluk sesleri dökülür dudaklardan
İnsanlar gölge gibi çekilir sokaklardan
Rüzgar okşamaktayken anne gibi tenini
Gecenin kolları sessizce yakalar seni
Anlarsın gözlerinin dolup boşaldığını
Anlarsın yalnızlığı ve yalnız kaldığını


NURULLAH GENÇ
(Ayrılık Şarkısı)

Gidince, gülün rengi sarardı gözlerimde
Mutluluk dolu dünyam karardı gözlerimde

Gözyaşların yağmurdu, ıslatırdı içimi
O yemyeşil gözlerin bahardı gözlerimde

Yıldız gibi parlardı gönlümde gülüşlerin
Duruşun güneşimdi, yanardı gözlerimde

Dudaklarım ismini hecelerdi derinden
Bakışlarım hep seni arardı gözlerimde

Gidince, gülün rengi sarardı gözlerimde
Mutluluk dolu dünyam karardı gözlerimde


NURULLAH GENÇ
(Kalır)

Hayat su misali süzülüp gider
Vahşî derelerin selinde kalır
Rüyasında gamlı bülbül "âh" eder,
Yankısı bir hayal gülünde kalır

Güneş doğar, batar; bir yıldız kayar
Ay hüzne bürünür, karalar giyer
O gün, feryâdımı kâinât duyar
Ruhum sonsuzluğun ilinde kalır

Gözlerim kararır; biter hevesim
Yokluğun sesinde kısılır sesim
Sevginle yaşayan, coşan nefesim
Siyah saçlarının telinde kalır

Günlerce gezersin hayalim ile
Nihâyet varırsın sen de menzile
Kimsenin aklına gelmese bile
Bu sevdâ tarihin dilinde kalır.


NURULLAH GENÇ
(Gel)

Gökleri kucaklasın kolların, gel içime
Ellerin gözlerimin mehtabını süslesin
Akıyorsun ırmaklar gibi hayallerime
Büyülüyor gönlümü sanki rüyada sesin

Naz ile uğulduyor kulaklarımda meltem
İğneli bakışların yıktığı viraneyim
Istırap sergilerken yüzünde, binbir sitem
Neyleyim visalini, ben artık divaneyim

Masmavi bir denizin ortasında ve kırgın
İçiyorum çöllerin bütün susuzluğunu
Damla damla kuruttu bu sevda ve bu yangın
Mendillerin gözümde arayıp bulduğunu

En acı duygularla bakıyorum göklere
Bahçıvanlar şimdi hep diken yetiştiriyor
Rabbim, kavuşmasam da dünyada çiçeklere
Ebediyyet bahçesi artık beni bekliyor

Şafakla kapanacak içimdeki yaralar
İklimleri ruhumun yaprağında gizledim
Issızlık ülkesinde çürürken hâtıralar
Arş'ın hiç değişmeyen iklimini özledim

Mutluluk diyârına gideceğim göklerden
Nur ile penceremi bezeyecek çiçekler
İhtirasın, ölümün olmadığı o yerden
Mechuller dünyasını dolduracak melekler

Gökleri kucaklasın kolların, gel içime
Ellerin gözlerimin mehtabını süslesin
Akıyorsun ırmaklar gibi hayallerime
Büyülüyor gönlümü sanki rüyada sesin


NURULLAH GENÇ
(Hüzün)

Yıllardır yitirdiğim güneşi arıyorum
Hüznümü kollarımla sımsıkı sarıyorum
Sanki dev bir kasırga emiyor yüreğimi
Yoksa bu derin acı ruhumun gömleğimi
Bu hayal, bu pelerin giyen esrarlı yarim
Uçan kelebeği mi, dudağımda feryadın
Kâh görünüp kaybolan, kâh konan pencereme
Kâh demir yumruk gibi sıkışan hayallerime


NURULLAH GENÇ
(Ah)

Cellat, vur boynumu; tükensin sızı
Gün gün ölüyorum âh çekmeyince
Zalim bir yüreğin kafesindeyim
Kelimeler hüzün; renkler kırmızı
Saatler vuruyor yalnızlığımı
Bir umut krizi sarsıyor beni
Tel tel göveriyor ayak izlerim
Gözlerinden aldım ben bu kefeni
Kokusu senindir diye gizlerim
Ey hicran perisi, göklerin kızı
Alev fışkırıyor kirpiklerinden
Cellat, vur boynumu; tükensin sızı
Sonsuzluk evine varayım önce
Vuslatına haber beklerim senden
Gün gün ölüyorum âh çekmeyince
Bu aşkın zindanı yıkılır birgün
Tutunduğun tek yer kıblegâh olur
Köprüler kurulur içimde nûrdan
Yakama menekşe takılır birgün
Hasret damar damar kuşatır seni
Ararsın yaktığın mektuplarımı
Toprağın bağrına düşer ellerin
Anlarsın bitmeyen intizârımı
Senin de savrulur göğe küllerin
Ruhun bedeninde sıkılır birgün
Mâvera takılır dudaklarına
Bu aşkın zindanı yıkılır birgün
Söylediğin her söz sende "âh" olur
Kara sular iner ayaklarına
Tutunduğun tek yer kıblegâh olur


NURULLAH GENÇ
(Kopardın)

Bir hicran çölüne bıraktın beni
Kalbine girdiğim yolu kopardın
Yaydın üzerime yalan gölgeni
Adını andığım dili kopardın

İçimden boşluğa savruldu külün
Hüznün ateşiyle yandı kâkülün
Yıllardır ruhumda öten bülbülün
Her seher konduğu dalı kopardın

Uzattıkça sana boş ellerimi
Birer birer yıktın hayallerimi
Bilmem, ölü müyüm, yoksa diri mi
Saçımdan son siyah teli kopardın

Gönlümde aşkınla hergün yeşeren
Göğü yıldız yıldız önüme seren
Aynasında yalnız seni gösteren
O güzel, bembeyaz gülü kopardın


NURULLAH GENÇ
(Cankuşum I)

 

Aynalardan sundum gönlümü sana
Ruhum gözlerinin rengine tutsak
Bir gece kuş gibi girsem rüyana
Eder misin bana sevdanı yasak
Aynalardan sundum gönlümü sana
 

Hayal bir pencere, umut bir ışık
Dünyam bir karanlık kutu gibidir
Sorma, kimin nesi bu deli âşık
Bir bakışın bile muştu gibidir
Hayal bir pencere, umut bir ışık
 

Rüzgârı anlayan bilir öteyi
Cankuşum, yüzünü kalbime çevir
Delinsin gecenin kanlı eteği
Bu korku devri, hüzünlü devir
Rüzgârı anlayan bilir öteyi
 

Uzak bir rüyanın iklimlerinden
Ebedi bir bahar bekliyor gönlüm
Bir haber verseler bana derinden
Sonsuzluk müjdesi getirse ölüm
Uzak bir rüyanın iklimlerinden
 

Ruhum, öyle mahzun durma karşımda
Birgün yıkılacak hicran duvarı
Zaman, bir heyûla gibi başımda
Peşime taksa da bir bir yılları
Ruhum, öyle mahzun durma karşımda
 

Ürperti ve hasret içimi oymuş
Gözlerimin rengi kırmızı şimdi
Doluya tutulmak demek ki, buymuş
Yağmur, damarımda bir sızı şimdi
Ürperti ve hasret içimi oymuş
 

Sensiz bir harabe gibi yüreğim
Ne güneş doğuyor üstüme, ne ay
Sen gül ki yüzüme, ben de güleyim
Yüreğim seninle süslü bir saray
Sensiz bir harabe gibi yüreğim


NURULLAH GENÇ
(Cankuşum II)

İçimden sonbaharın iniltisi geliyor
Kente yağmur yağıyor ruhumun göklerinden
Ayrılık damla damla, gönlüme çiseliyor
Cankuşum, sel gidiyor bahtımın gözlerinden
İçimden sonbaharın iniltisi geliyor
 

Ömrümümün boşluğunda tutunduğum dal mısın?
İçinde yıldızların yıkandığı bir su mu?
Hayatımı süsleyen tatlı bir masal mısın?
Yorgun bir kelebeğin titreyen vücudu mu?
Ömrümümün boşluğunda tutunduğum dal mısın?

Alevden bir güvercin gibi çıktın karşıma
Cankuşum, nazarınla sararıp soldu bahçem
Zamanı ağu gibi döküverdin başıma
Yanağında gündüzüm kaldı, saçında gecem
Alevden bir güvercin gibi çıktın karşıma

Çehrenden yüreğime kıvılcımlar düşüyor
Koyu bir karanlığa gömülüyor bedenim
İsyânımı hüznümün kuşları bölüşüyor
Seni gördüm göreli, ben de âvâredenim
Çehrenden yüreğime kıvılcımlar düşüyor


NURULLAH GENÇ
(Bir Ceylan Yüreğinden)

saklama gözlerini
acıların büyüyen zindanlarında
ülfeti gözlerinden özümleyen kalbimin
mavi bir yıldız gibi
dünyana usulca sokulduğunu göreceksin
ufuklara dokunan güneşli saçlarınla
saklama gözlerini
rengini gözlerinden alıyor kalbim
ümitlerini
kuşlar delirince kırılır denizin kanatları
aynaların damarı çatlar
bengisu fışkırır yeryüzüne
rüzgara verir toprak sevda tohumlarını
bir mecnun bir leylayı anlatır çöllere
bir şimsek
gök gürlemesi bir ceylan yüreğinden
sulusepken bir yağmur indirir gökten
ölüler tartışmaya başlar seni
aaah/seni, sürur
ürpermeler çağında parlayan ellerimi
bir tutuver ne olur
ruhumun sessizliği dökülsün üzerinden
ezberlenmiş bir dünya yasamaktansa
uykunun tılsımlı yataklarından
sıyrıl gel bana
sonsuzluğun sırrını sereyim yollarına
resimleri süsleyen kentin varoşlarında
böceklerin elinden kurtarayım baharı


NURULLAH GENÇ
(Hıçkırıklar)

Saatler bitmiyor; yapayalnızım
Gülmek istiyorum, gülemiyorum
Sensiz olmak mıdır hep alın yazım
Bilmek istiyorum, bilemiyorum
 

Esirgedin nazlı, hilal kaşını
Harap ettin çiçek kokan başını
Yüreğime akan gözüm yaşını
Silmek istiyorum, silemiyorum
 

Sanki her şey efsaneydi, masaldı
Ayrılık ruhumu elimden aldı
Gözlerim yollara takılıp kaldı
Gelmek istiyorum, gelemiyorum
 

Göğüs germek için acılarıma
Titreyişlerime sancılarıma
Seni bir kez olsun avuçlarıma
Almak istiyorum, alamıyorum
 

Saçılan bir köpük olmak dilinde
Boğulmak saçının ince telinde
Sır gibi sonsuza değin kalbinde
Kalmak istiyorum, kalamıyorum
 

Unutuyor beni sırlı gözlerin
İçimde bir yara işliyor, derin
Kulakların, dudakların, ellerin
Olmak istiyorum, olamıyorum
 

Bölerek uykunu, rüyalarına
O kucak dolusu hülyalarına
Gece gündüz uçup aynalarına
Konmak istiyorum, konamıyorum
 

Deli gibi aşık olsa da güle
Kim acır çöllerde öten bülbüle
Bir gün alev alev yanıp ta küle
Dönmek istiyorum, dönemiyorum
 

Hıçkıra hıçkıra aglamaktansa
Başıma karalar bağlamaktansa
Bu yüreği her gün dağlamaktansa
Ölmek istiyorum, ölemiyorum.


NURULLAH GENÇ
(Kalbimin Mahuru)

Senki gül bahçesinde kalbimin mahurusun
Birde hüzzam yerine bana nihavendi sun
O kabus günlerin matemi unutulsun
Gülümsede ruhumun gözyaşları kurusun
Senki gül bahçesinde kalbimin mahurusun
Birde hüzzam yerine bana nihavendi sun

Sevdamızı duyunca aynalar coştu bugün
Hayalimde efsunlu yüzün bir hoştu bugün
Seni gören ağaçlar, kuşlar sarhoştu bugün
Söyle, niye penceren yine bomboştu bugün
Senki gül bahçesinde kalbimin mahurusun
Birde hüzzam yerine bana nihavendi sun


BAHAETTİN KARAKOÇ
(Aşk)

Andolsun bütün örtülere, andolsun bütün örtünenlere ki,
Kar altında terleyerek uyanmaktır aşk.

Yanmış iki cesedin kına gibi külleri arasından
Fışkırıp günlerce dirilip yeniden yanmaktır aşk.

Cümle ağaç kapıları, cümle demir kapıları aşıp,
Bir gönül kapısına dayanmaktır aşk.

Sevgilinin otağını gökkuşağına boyayıp gece-gündüz,
Hüznün safran sarısıyla boyanmaktır aşk.

Yaratmaktır ya da sevgilinin toprağından yaratılmak,
Her nefes alıp verişte yanmaktır aşk.

İsmaili bir gönülle teslim olmaktır bıçağa,
Birini kandırmak değil, bilerek kanmaktır aşk.

Diline arılar konar, koynunda karıncalar gezer,
Sevgilinin ölçeğiyle her zaman sınanmaktır aşk.

İsrafil'in Sur'unu ruhunda duymaktır aşk,
Suyu suyla yumak gibi aşka inanmaktır aşk.


SÜLEYMAN ARİF EMRE
(Meftun Olarak)

Yandım ebedi hüsnüne meftun olarak
Kâr etti dilin ruhuma efsun olarak

Sor hal-i perişanımı saysın geceler
Geldim kapına kaç kere meftun

Kahreyleme ey sevgili, şad eyle beni
Görsen ne çıkar bir kere memnun olarak

Etmek mi muradın beni sermest-i harab
Taa haşre kadar böylece mecnun olarak

 


ATİLLA İLHAN
(Sevmek İçin Geç)

akşamın acı su karanlığı içinden
soğuk kadife teması yalnızlığın
şuh bir kahkaha balkonun birinden
gizli bir işareti midir bir başlangıcın
sevmek için geç ölmek için erken

başbaşa çay elele yürümek derken
boğaz vapurları mı iskele sancak
telefonda kaybolmak sesini beklerken
insan insanı yeniler doğrudur ancak
sevmek için geç ölmek için erken


ATİLLA İLHAN
(Ben Sana Mecburum)

ben sana mecburum bilemezsin
adını mıh gibi aklımda tutuyorum
büyüdükçe büyüyor gözlerin
ben sana mecburum bilemezsin
içimi seninle ısıtıyorum

ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
bu şehir o eski İstanbul mudur
karanlıkta bulutlar parçalanıyor
sokak lambaları birden yanıyor
kaldırımlarda yağmur kokusu
ben sana mecburum sen yoksun

sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
insan bir akşam üstü ansızın yorulur
tutsak ustura ağzında yasamaktan
kimi zaman ellerini kırar tutkusu
birkaç hayat çıkarır yaşamasından
hangi kapıyı çalsa kimi zaman
arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor
eski zamanlardan bir cuma çalıyor
durup köse başında deliksiz dinlesem
sana kullanılmamış bir gök getirsem
haftalar ellerimde ufalanıyor
ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
ben sana mecburum sen yoksun
belki Haziranda mavi benekli çocuksun

ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
kötü rüzgar saçlarını götürüyor

ne vakit bir yaşamak düşünsem
bu kurtlar sofrasında belki zor
ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
ne vakit bir yaşamak düşünsem
sus deyip adınla başlıyorum
içim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
hayır başka türlü olmayacak
ben sana mecburum bilemezsin.

MURAT BAŞARAN
(Aşk Belki...)

Her baktığımda, ilk defa görüyormuşum gibi...
Ama; kendimden bile önce tanıdığım...
Her saniye yeniden doğmak gibi...
Ama, asırlardır süren...
Kışa dönmeyen sonbahar; derin, duygulu...
Yaza dönmeyen ilkbahar; serin, coşkulu...
Ilık avuçlarında, kar taneleri...
Güneş sıcağı, gözleri.
Ve sözleri...
Ve sesi...
Böyle olmalı aşkın tarifi...
Ki, tarif edilememeli...
"Resmini çiz!" deseler...
Bacası tüten bir ev belki...
Belki gece yarısı terkedilmiş bir şiir...
Veya kaldırımların kanına giren...
Aşkın ayak sesleri...
"Resmini çiz!" deseler...
Her köşe başı ıhlamur kokar...
Yağmur kokar...
"Resmini çiz!" deseler...
Şehit akıncının dudaklarındaki tebessüm...
Veya...
Gecenin koynuna bırakılan gözyaşları...
Gizli ve mahcup...
Aşk, istemektir belki...
Belki bir ticaret; pazarlıksız...
Bedeli kalbinizdir... Bedeli herşeydir...
Sonrası bir uzun yolculuk...
Sonrası; nasip!

Tarifini sorsalar...
Her baktığımda, ilk defa görüyormuşum gibi...
Az kalsın ölüyormuşum gibi...


AYNUR ALPTEKİN
(Gidiyorsun)

Gidiyorsun gönlüme gurbeti damla damla
Akıtarak o sonsuz diyara gidiyorsun.
Yüreğimde sızlayan kapanmayan yaramla,
Beni başbaşa koyup o Yâr'a gidiyorsun.

Anmıyor dudakların, anmıyor hiç adımı,
Duymuyorsun dağları deviren feryadımı.
En güzel mevsimlerden almadan muradımı,
Beni kışlarda koyup bahara gidiyorsun.

Geri dönüp bakmadan boş kalan ellerime,
Boşluğun pençesinde solan hayallerime.
Leyla'sız serapları dizerek yollarıma,
Beni çöllerde koyup gülzara gidiyorsun.

Artık sürgün ümitler gözlerin yaşında
Artık bitkin zamanlar ayrılık telaşında
Gidiyorsun sessizce bir musalla taşında
Beni yokluğa salıp sen Var'a gidiyorsun.


SULTAN YÜRÜK
(Ben Sana Mahkum)

Sen; maviye tutkun, tutuklu.
Ben sana mahkûm, ben penceresiz, ben çaresiz...
Hep gecedir hep karanlık
Hücremin bacasından tüter
Maviye hasret
Maviler ki bana mahkûm...
Bir sen yoksun yokluğunun içinde
Ben yokluğuna, ben;
Maviyi soluyan karanlığına mahkûm.
Bir anlatsam, aklı karışır aklının
Ben karışan aklımla, ben sana mahkûm...
İçimde iki can beslenir
İki canın birinde ben
Yine o can ki, O da maviye seslenir
Mavilerden biri tutmuş, geçmişin eteğinden
Çekiştirir, çekiştirir,
Maviye hasret
Kapkara zindanlarıma seslenir!
Bir anlatsam, aklı karışır, aklının.
Hâlâ anlaşılamadığımızda durur
Bir sürü suçsuz mahkûmluk
Biri de ben! Ben sana mahkûm...
Kısacası; portakal kabuğuna...
Ben ikisine mahkûm,
İkisi benden habersiz.
Oysa;
Nasıl özlerim, toprağın bizi bekleyişini!..
Açsın diye dalımda özgür çiçekler!..
Hadi aç pencereni!
Hadi aç! Hasretim dolsun içeri
Sen maviden çürü
Ben senden, ölüp ölüp dirileyim
Karışsın, aklının aklı! Karışsın, karışsın...
İçinden ben çıkayım, Sen yine içimde kal!
Ve ben de, yine
Hep sana mahkûm!.. Hep sana mahkûm...


SULTAN YÜRÜK
(Öperim Gölgeni)

Suda yürüyordun ki
Yıllar yılı rastlamadım izine
Denizler mi yaladı bastığın yeri?..

Her neyse
Hadi uyan, kalmadı ömrüm!
Ben böyle tarumar ararken seni
Ya deniz ya rüzgar alacak beni
Hadi uyan!
Bir uyan da, güneşe dön sırtını
Hiç değilse
Siluetin uzansın İstanbul'a
Eğilir öperim
Sen diye
Eğilir öperim
Gölgeme değen gölgeni...


ERZURUMLU EMRAH
(
Bir Vefasız, Muhabbetsiz Yar İçin)

Bir vefasız, muhabbetsiz yar için
Çekmediğim derdü hicran mı kaldı
Sinem yarasını sormadın ey dil
Hakka-i alemde derman mı kaldı

Can verdim ellerin melametinden
Yandı gönül aşkın hararetinden
Bir kanlı zalimin şikayetinden
Varmadığım bab-ı sultan mı kaldı

Emrahi nedir bu bi-nevalığın
Terk ettin cihandan aşinalığın
Behey güzel senin bi vefalığın
Duyup işitmedik insan mı kaldı.


ERZURUMLU EMRAH
(
Mecnun Olup Çıksam Feza-yı Aşka)

Mecnun olup çıksam feza-yı aşka
Sada-yı ahıma sahra dayanmaz
Düşse benim gibi bela-yı aşka
Tehammül eyleyip Leyla dayanmaz
 

Sakın ey sevdiğim ahımdan sakın
Goncalar şad olmaz ateşe yakın
Gözümden kanlı yaş eylese akın
Bu seyl-i eşkime derya dayanmaz

Emrahi yandırdı neş'e-i humar
Saki başın için eyleme ısrar
Eğer nar-ı aşkım eylesem izhar
Şulesinden yanar dünya dayanmaz


ERZURUMLU EMRAH
(
Ne Feryad Edersin Divane Bülbül)

Ne feryad edersin divane bülbül
Senin bu feryadın gülşene kalsın
Bu dünyada eremezsin murade
Huzur-ı mahşere, divane kalsın

Nesin meth edeyim bir kaşı kara
Şu sineme açtı unulmaz yara
Cümle tabip gelse derdime çare
Derdimin dermanı Lokman'a kalsın

Bir yar içün geçtim can ile serden
Vücudum kul oldu aşkın narinden
Emrah buse ister nazlı yarinden
Bu bayram olmazsa Kurbana kalsın


ERZURUMLU EMRAH
(
Başımı Düşürdüm Sevdâ-yı Aşka)

Başımı düşürdüm sevdâ-yı aşka
Hâlâs olmaya biçâre görünmez
Vücûdum gark oldu deryâ-yı aşka
Âyine-i gamda, kare görünmez

Semâya ser çekdi bu âh-ı serdim
Halimden bi-haber ruhleri verd'im
Ah öyle bir dert ki şu benim derdim
Tutuşur vücûdum yare görünmez

Ne derttir inleten Emrahî seni
Gonca iken soldu gönül gülşeni
Gel tabip el vurup incitme beni
Senden bu derdime çare görünmez


ERZURUMLU EMRAH
(
Bize Gam Yutturdu Sabâ-yi Hicrân)

Bize gam yutturdu sabâ-yi hicrân
Bilmem bu ayrılık gider mi böyle
Ben mi tedbîrimde eyledim noksan
Yosa tecellâ-yi kader mi böyle
 

Aksine çevirdi devrânım felek
Hep hebâye gitti çektiğim emek
Sevdâ çöllerinde Leyla diyerek
Mecnûn da ben gibi gezer mi böyle

Emrah bu ellerde kılmaz karârı
Dâme düşmeyince can murg-i zârı
Ben cânımdan azîz severdim yâri
Yâr da beni aceb sever mi böyle


ERZURUMLU EMRAH
(
El Çek Tabib El Çek Yaram Üstünden)

El çek tabib el çek yaram üstünden
Sen benim derdime devâ bilmezsin
Sen nasıl tabibsin yoktur ilâcın
Yaram yürektedir sarabilmezsin
 

İçerim yanıyor kendim hevâyi
Çekmeyen ne bilir aşk-ı sevdâyı
Yıktın virân ettin kalbim serâyı
Daha bir taşını koyabilmezsin

Emrahı dinledin benim sözlerim
Muhabbetin can evimde gizlerim
Ne durursun ağlasana gözlerim
Bir daha yârini görebilmezsin


ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN
(Unutamamak)

Sen bilemezsin, paslı hançerdir yalnızlık
Gelir, en can alacak yerimden vurur
Sen bilemezsin, gecenin en uzak bir saatinde
Bir böcek nasıl girer beynime, kımıldar durur?

Sen bilemezsin, caresizlik nasil boğar insanı?
Yaşamak bir yerde nasıl çekilmez olur?
Tutunacak bir dal aramaktan, koşmaktan, özlemekten
El yorulur, ayak yorulur, yürek yorulur.

Sen bilemezsin bu türlüsünü ölümün
Bilemezsin, bir tek kibritin cılız aleviyle
Benzine bulanmış bir insan nasıl tutuşur?

Bu belki sevmektir bir yerde, belki unutamamak
Bu, kişinin kendi içinde eriyip, yok olmasıdır
Bilmesen de anlamaya çalış biraz, ne olur.


ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN
(Aşkmıydı O? )

Aşk mıydı o, aşkımsı bir şey miydi
Neydi çekip kendine, beni bağlayan
Kanatan dudağımı, tenimi dağlayan
Elleri ta içimde o dev miydi

Etime bir alev değmişçesine
Nasıl da yakardı öptüğü zaman
Bir su gibi akıp gitti avuçlarımdan
Yorgunum şimdi bin yıl sevmişçesine

Hani o yalnız benim olan gül, kırmızı
Gözlerimin önünde açılan sonsuz bahçe
Hani, o var olmalarımız öpüştükçe
O delice sürdürmeler yaşantımızı

Hiç doymamak oysa, tene, kokuya, aşka
Sarıldıkça güçlenmek, bütünlenmek
Kudurmuş arzularla zamanı yenmek
Ve en kuytularda buluşmak korka korka

Kimi gün utanmak otlardan, çimenlerden
Kimi gece mıhlamak gölgemizi duvara
Varmak için o sevgiyle açılmış kollara
Apansız düşmek yükseklerde bir yerden

Oydu işte alıştığım, özlediğim şimdi de
Sevgice bir tutku, aşkımsı bir yakınlık
Avunmak... Kırık dökük anılarla artık
Kim bilir? o geceler yaşanmadı belki de


ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN
(Aşktı O? )

Aşktı o! Değiştiren tüm gecelerimi
Aşktı o! Beni durup yenileyen
Oydu, duygulu yapan hoyrat ellerimi
Oydu, doludizgin gidişime dur diyen

Bir bıçağın keskin yüzünde kan lekesiydim
Aşktı yine beni yıkayan, arıtan su
Böyle ak pak olacağımı bilir miydim?
İçimde açmasaydı o sevmek duygusu

Ben bir tutsağım şimdi sevgiye, gönüllü
Çözmeyin ellerimi, zincirlerim kalsın
Görsün prangalarım o doğacak günü

Ve bu dünyaya aşk dolu şiirlerim kalsın
Seninle her yerde güzel, her zaman yeni
İstemem, sensiz hatırlamasınlar beni.


ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN
(Ayrılanlar İçin)

Yollarımız burada ayrılıyor
Artık birbirimize iki yabancıyız
Her ne kadar acı olsa, ne kadar güç olsa
Her şeyi evet her şeyi unutmalıyız

Her kaderin tesellisi bulunur, üzülme
İnsan ne kadar sevse unutabilir
Mevsimler, gelir geçer, yıllar geçer
Sen de unutursun bir gün gelir

Hiç yaşamamışçasına, hiç sevmemişçesine
Unutursun o günlerimizi, gecelerimizi
O günlerce gecelerce sevişmelerimizi

Her şeyi evet her şeyi unutabilirsin
Hatta bütün yazdıklarımı satır satır
Kalırsa, içinde bir derin sızı kalır


ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN
(Bekleyenler İçin)

Bir ayak sesi duymayayım
Kapıya koşuyorum
Gelen sen misin diye
Bir siyah saç görmeyeyim
Yüreğim burkuluyor
Ağlamaklı oluyorum
Her şey bana seni hatırlatıyor
Gökyüzüne baksam
Gözlerinin binlercesini görürüm
Bir rüzgar değse yüzüme
Ellerini düşünmeden edemem
Yaktığım bütün sigaraların dumanları sana benzer
Tadı senden gelir
Yediğim yemişlerin
İçtiğim içkilerin
Ve içimdeki bu dayanılmaz sıkıntı
Bu emsalsiz hüzün
Seni beklediğim içindir

Resmine bakamaz oldum
Uykulardan korkuyorum artık
Utanıyorum odamdaki bütün eşyalardan
Şu sedir hala gelip oturmanı bekliyor
Şu ayna karsısında güzelliğini seyretmeni
Şu kadeh dudaklarına değebilmek için duruyor masada

Ve şu saat geldiğin anda
Durabilir sevincinden
Zaman çıldırabilir
Çünkü benim dünyamda
Ölümsüzlük, seni sevmek demektir.
Bir çocuk doğmayı bekler
Bir ağır hasta ölmeyi
Bitkiler yağmur ve güneşi bekler
Yalnız bir kadın sevilmeyi
Ve düşün ki bir adam
İçinde bütün bekleyenlerin korkusu ve ümidi
Seni bekler
Asılmayı bekleyen bir idam mahkumu gibi

Sen gelinceye kadar
Pencerem kapalı duracak
Rüzgar gelmesin diye
Artık perdeleri açmayacağım
Gün ışığı girmesin diye
Sonra kahrolacağım
Bu karanlıkta, bu derin yalnızlıkta
Ve günlerce gecelerce haykıracağım
Nerdesin diye, Nerdesin?
Bir gün bu kapıdan sen gireceksin
Biliyorum
Ergeç bu bekleyişin bir sonu gelecek
Yıllarca sonra
Öldüğüm gün bile gelsen
Bütün bu bekleyişimi ve olduğumu unutup
Çocuklar gibi sevineceğim
Kalkıp sarılacağım ellerine
Uzun uzun ağlayacağım.


ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN
(Bana Bir Şarkı Söyle)

Özledim sesini ne olur konuş
Bir gül açtır zamanların ötesinden
Karanlıklar içindeyim, kapkarayım buğun gel
Gök mavisinden, deniz mavisinden
Bana bir şarki söyle
İçimde bir şey kımıldıyor
Gözlerim kan çanağı, yorgunum, uykusuzum
Bir baksana ne haldeyim deli divane
Yaralıyım, çaresizim umutsuzum
Bana bir şarkı söyle
Yağmur ol yağ üstüme, güneş ol ısıt
Dökül karanlığıma ışıklar gibi
Al beni, en uzaklara götür
Sesin aksın içimde bir pınar gibi
Bana bir şarkı söyle
Bütün renkleri kat birbirine
Buram buram bir turuncu getir geçen yazdan
Bir tüy gibi, bir bahar dalı gibi
Hafiften, inceden, güzelden, en beyazdan
Bana bir şarkı söyle
Yağan kar nasıl hazin yağar bilirsin
Kurşuni bir gökyüzünden ağlamaklı
İşte öyleyim, kapkarayım bu gün gel
En hüzünlü sesinle, en dokunaklı
Bana bir şarkı söyle


ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN
(Beni Unutma)

Bir gün gelirde unuturmuş insan
En sevdiği hatıraları bile
Bari sen her gece yorgun sesiyle
Saat on ikiyi vurduğu zaman
Beni unutma
Çünkü ben her gece o saatlerde
Seni yaşar ve seni düşünürüm
Hayal içinde perişan yürürüm
Sen de karanlığın sustuğu yerde
Beni unutma
O saatlerde serpilir gülüşün
Bir avuç su gibi içime, ey yar
Senin de başında o çılgın rüzgar
Deli esiverirse bir gün
Beni unutma
Ben ayağımda çarık, elimde asa
Senin için şu yollara düşmüşüm
Senelerce sonra sana dönüşüm
Bir mahşer gününe de rastlasa
Beni unutma
Hala duruyorsa yeşil elbisen
Onu bir gün benim için giy
Saksıdaki pembe karanfilde çiğ
Ve bahçende yorgun bir kuş görürsen
Beni unutma
Büyük acılara tutuştuğum gün
Çok uzaklarda da olsan yine gel
Bu ölürcesine sevdiğine gel
Ne olur Tanrıya kavuştuğum gün
Beni unutma


ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN
(Bildiğim Bir Şarkı Var)

Merhametsiz karanlık içindeyim
Ne zaman güneş doğacak bilmiyorum
Mavi denizlere mor dağlara karşı
Bildiğim bir şarkı var onu söylüyorum

Bildiğim bir şarkı var onu söylüyorum
Bütün şarkılar gibi kederli
Sokaklar, caddeler, evler bomboş
Yokluğun sırtıma saplandı bir bıçak gibi

Yokluğun sırtıma saplandı bir bıçak gibi
Akıtır taşa, toprağa kanımı
Dünya seninle aydınlık ve güzeldi
Simdi bin güneş doğsa götürmez karanlığımı

Şimdi bin güneş doğsa götürmez karanlığımı
Yanmaz elinin değmediği ışıklar
Gel, o şarkıyı beraber söyleyelim
Tut ellerimden beni aydınlığa çıkar

Tut ellerimden beni aydınlığa çıkar
Yumdum gözlerimi seni düşünüyorum
Mavi denizlere, mor dağlara karşı
Bildiğim bir şarkı var onu söylüyorum


CEZMİ ERSÖZ
(Kalp Ağrısı)

İste yine başbaşayız içimin acısı
yine birlikteyiz
ver elini
sus ve ne olur incitme beni

Ey kalbimin ağrısı
ver elini
çıkalım seninle soluksuz kalmadan sessizce
bu karanlık ve uğultulu ormandan

İçimin acısı, kalbimin ağrısı, aşkım
işte yine başbaşayız
ver elini
sus ve ne olur incitme beni
 


CEZMİ ERSÖZ
(Acıyla Erir, Yüzüne Aşık Çocuk)

Ne zaman yüzüne baksam
yalnızlığın o mutlu gerilimi
 

O öksüz göl hızla derinleşir biliyorum,
acılarım hiç bitmeyecek, bu öyle bir yeşil
 

Ne zaman gözlerinin içine baksam, biliyorum
ikimizi de aşar, o kapının ardındaki masal
bense yüreğimin bu hallerinden korkar, kalırım
bir hız trenine bindirilmiş küçük bir çocuk gibi
geçip giden yüzlerine bakar kalırım

Ömrün kısalığı çarpar camlara
ateş hızla yayılır içerilere
 

Akşam olur, evler dolar boşalır
acıyla erir, yüzüne aşık çocuk

Ne zaman gözlerinin içine baksam, biliyorum
İkimizi de aşar, o kapının ardındaki masal


FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL
(Son Aşık)

Hasretinle geçiyorken bu gençlik çağım,
Ey sevdiğim, ben ümitsiz değilim gene
Ak düşünce saçların kumral rengine
Kollarında son aşıkın ben olacağım.

Ey başında şimdi sevda rüzgarları esen,
Böyle her gün yollarımdan geçsen de süzgün
Sen benimsin büsbütün terk olunduğun gün ...
O mukadder günü, bilmem, düşündün mü sen?

Ben bir beyaz saçlı aşık, sen bir ihtiyar ...
O gün bana yaklaşırken ey ilahi yar,
Esirgeme gözlerimden bir son buseni,

Kirpiğinden yavaş yavaş bir damla aksın,
Çünkü, ruhum, sen de o gün anlayacaksın
Ki hiç kimse benim kadar sevmemiş seni!